33♧

908 87 14
                                    

Lauren

Önceden, çok önceden öldüm ben. Morarmış dudaklarımda tek bir kadının öpücükleri var, kırmızı değil yanaklarım eskisi kadar. Ayaklarımda morardı artık suda, beyaza çaldı bacaklarım, önceden, çok önceden öldüm ben. Burada oturan bu şey bedenim sadece. Dürtme benim içimdeki acıyı, acılarımda açan çiçekler var. Hayal edip seviştiğim o güzel kadın var. Çiçeklerim var siyah kandan olanlar; dokunma içimdeki çiçeklere, dikenleri öldürür beni. Acılarımda ölü benim, en az ben kadar.

Okuduğum sayfanın üzerinde ellerimi gezdirip gözlerimi kapattım. Kaç saattir burada olduğumu bilmiyordum. Deniz kenarına gelmiştim. Burada onunla beraber oturmak vardı. Burada onun gözlerinin içine saatlerce bakmak, onu deli gibi öpmek vardı, o yoktu.

Bira ister misin?

Gözlerimi açıp sesin geldiği tarafa baktım. Burası sessiz bir yerdi, genelde kimse olmazdı. Şaşırmıştım. Başımı olur anlamında salladım. Yanıma usulca oturan kadından kaçırdım bakışlarımı. Gözlerim sadece o ufak tefek kadını görmek istiyordu. Kulaklarım onun sesini duymak için çırpınıyordu, o yoktu.

Buraya pek kimse gelmez, şaşırdım.

Başımı salladım hafifçe. Bana uzattığı birayı alıp açtım ve bir yudum aldım.

Hikayen ne?

Kucağımda ki defterde elimi gezdirip yutkundum. Hikayem yoktu benim. Camila'dan başka hiçbir şeyim yoktu. Hoş, artık o da yoktu. Hapishaneden çıkarken bu bir veda değil demiştim. Yalandı. Bu bir vedaydı. Suç işleyip hapise geri girsem aynı hapishaneye düşme olasılığımız hiç yok gibi bir şeydi. Onu bir daha ne zaman göreceğimi bilmiyordum. Onu bir daha görebilir miydim bilmiyordum. Ziyaretine gitmeyi düşünsem de bu düşünceden anında vazgeçiyordum. Ne söyleyebilirdim? Seni bıraktım, burada, öylece bıraktım mı diyecektim? Suçum yoktu, bunu engelleyemezdim biliyordum ama yine de üzgündüm.

Bir kadın. Tüm hikayem bu.

Yanımdaki kadın anlıyormuş gibi başını salladı. Anlayamazdı. Anlayamazlardı. Elimdeki şişeyi kafama dikip bitirdim.

Ayrıldınız mı?

Hafifçe gülümsedim. Ayrılık... Biz ayrılmamıştık, hayır. Ruhlarımız geceleri kıyıda bir yerde sevişiyordu. Yatmadan önce onu öpüyordum. Ona sımsıkı sarılıyordum. Beraber büyüttüğümüz çiçeği suluyordum. Duvardaki kelebek figürünün altında ona bakıyordum. Biz ayrılmamıştık, hayır.

Sonsuza kadar konuşabilirim, kitap okuyabilirim, şiir okuyabilirim, güneşin batışını seyredebilirim fakat onun ellerini bu ellerin içine alamam.

Kadın tepki vermedi. Söyleyecek şey de aramıyor gibiydi, bu beni rahatlattı. Sol eliyle etrafı gösterip fısıldadı.

Bu mezarlıkta olmak için geçerli bir neden mi?

Uzattığı diğer birayı da ellerimin arasına aldım. Hiç tanımadığım birisine, adını dahi bilmediğim birisine onu anlatıyordum. Bu ne kadar doğruydu bilmiyordum ama anlatmak istiyordum işte.

Ölü bir insana neden mezarlıktasın diye sorulmaz.

Ellerini kaldırarak özür diledi. Gülümsedim.

Bana onun elleri dokundu, ruhum onunla gecelerce sevişti. Bana gül bahçesi vadedilmemişti, bu yüzden ben de bütün mezarların üzerine yürüdüm. Sessiz kalamayan, her an kalkacak, parçalanacakmış gibi duran onca mezar taşının üzerine. Bazı hayatlar bitmez çünkü, başka ruhlara, insanlara dokunur devamlı, kaç yüzyıl, kaç çağ geçerse geçsin. Bizim hikayemiz de böyleydi. Onunla değilim, gözlerinin içine bakamıyorum fakat onu hissediyorum. Boynumda sözlerini, nefesini hissediyorum. Bazı aşklar o kadar büyüktür ki ayrılık bitiremez onları. İşte bütün bu mezarların üzerine yürüdüm ben de. Hikayelerini daha yakından dinlemek için. Kendi hikayemi anlatmak için. Dinleyeceklerini biliyorum. Ben gömülü sevginin yaşadığı mezarım.

Elimle suyu gösterdim. Neden bahsettiğimi anlamış gibi görünüyordu. Bu beni şaşırttı. Beni uzaktan gören insanlar bile kaçıyorlardı.

Onu noktalamaya çalış.

Elimdeki biradan büyük bir yudum aldım. Başımın dönmeye başladığını hissediyordum. Daha önce de 3 tane bira içmiştim.

Sevmek noktalanmaz; o, noktadır.* Şuan onunla burada oturmak isterdim. Sıcaklığını hissedebilmek.

O da elindeki birayı bitirdi ve başka bir bira aldı. Birbirini tanımayan iki yabancıydık. Bir daha hiç karşılaşmayacaktık. Ona anlattığım şeyleri unutacaktı fakat bu benim içimde bir yerlerde acımaya devam edecekti.

Anlaşılan dünya bir dilek dileme fabrikası değilmiş.

Daha önce dilek dilememiştim ki ben. Dilek ne demek onu dahi bilmiyordum. Ama şimdi, burada, onsuz, dilek diliyordum. Lütfen tanrım, onu bir kere daha görmek istiyorum. Sadece göreyim. O kahverengi gözlerini üzerimde hissedeyim, onu hissedebileyim. Lütfen.

İlk defa onu öperken gözlerimi kapattım, başını göğsüme yasladığı o anı unutamadım. Sıcacık orası hala, geçen zamana karşı durur, hatırlatır kendini. Saçlarının kokusu kadar nettir aklımda, o kahverengi gözleri ve hala içimde olan kokusu gibi. O şuan benimle değil ama ona dair izler hala benimle.

***

Lauren, bana bak. Buradayım.

Yüzümdeki acıyla beraber kaşlarımı çattım ve gözlerimi aralamaya çalıştım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Dinah beni kaldırmaya çalışıyordu.

Lauren ne içtin sen bu kadar? Sabah sabah? Götünü toplamaktan bıktım artık!

Gülmeye başladığımda Dinah çoktan beni kaldırmıştı. Gözlerimi aralayıp etrafıma baktım. Kız yoktu, yerde sadece bira şişeleri vardı.

Kız nerede?

Beni taşımaya çalışırken adeta burnundan soluyordu. Buna bir anlam veremedim. Alt tarafı içki içmiştim. Hem beni burada nasıl bulmuştu ki?

Hangi kız Lauren?

Omzumu silkip yürümeye çalıştım. Önümü göremiyordum fakat ona yardımcı olmam gerekiyordu. Biraz ilerideki arabanın yanına geldiğimizde zar zor kapısını açıp beni içine ittirdi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan yanıma oturdu ve arabayı çalıştırdı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum.

Neden bu kadar çok içiyorsun? Sana ben gelene kadar evden çıkma demedim mi? Bana haber vermeselerdi seni bulamazdım Lauren. Neden bunu yapıyorsun? Dışarı çıktığına biraz da olsa sevinemez misin?

Ard arda sorduğu sorular yüzünden yüzümü buruşturup başımı ellerimin arasına aldım. Midem bulanmaya başlamıştı. Dinah'a ondan söz edemezdim. Cevap vermeyeceğimi anladığında direksiyona sert bir kere vurup camları açtı. Ona anlatmadığım için kötü hissediyor olmalıydı. Haklıydı.

Canının yandığını görebiliyorum Lauren. Neden canın yanıyor onu anlayamıyorum. Anlayamıyorum.

Başımı kaldırıp koltuğa yasladım. Dolan gözlerime aldırmadım. Ona herşeyi anlatmam gerekiyordu. Bunu ona borçluydum. Ama bugün değil. Bu haldeyken değil.

Ben bunları yaşamak istemezdim. Ben canımın bu kadar acıyacağını tahmin dahi edemezdim.

Elimi kolumdaki kelebek dövmesinin üzerinde gezdirip yutkundum. Gözyaşları yüzünden hiçbir şey göremiyordum fakat orada olduğunu biliyordum. O günü anımsadım. Gülümsemeye başlarken bir yandan da ağlamaya başlamıştım.

Ben o hapishanede yitirdiğim bedenimi bıraktım Dinah. Ben kendimi orada bıraktım.

*Özdemir Asaf

Fall Apart | CamrenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin