Bayat Ekmek| 2

8.6K 406 48
                                    

Sabahın altın sarısı ışığı gözlerime eziyet ederken yatakta öbür tarafa döndüm ve güneşin yakıcı sıcağına karşı, sırtımı kalkan gibi kullandım. Üzerimdeki pikeyi ayaklarımla yere ittikten sonra, tekrar rahat bir pozisyon alarak uyumaya devam etmeye çalıştım.

Lâkin olmuyordu. Güneş, arkamı dönsem sırtımı, yüzümü dönsem gözlerimi yakıyordu. En sonunda üşengeçlik yapmamaya karar verip yataktan kalktım ve perdeleri kapattıktan sonra tekrar yatağıma girdim.

Huzurlu bir uyku çekeceğimi düşündüğüm dakikalarda kapı yavaşça açıldı ve en son ne zaman yağlandığını bilmediğim tahta kapı gıcır gıcır etti. Bir kez uyandım mı bir daha uyuyamadığımı bildiğim için kapıda dikilen Derin'e bakmadım ve gözlerimi sıkıp tekrar uyumaya koyuldum.

"Uyuyamazsın daha, kalk artık." Derin, gelip ayaklarımı çekerek beni yataktan aşağıya düşürürken tek düşünebildiğim onu ormanda yalnız başına bırakıp kurtlara yem etmekti.

Kıkırdamasına aldanmayarak tekrar yatağa çıkmaya çalıştım ama beni kolumdan çekeleyip banyoya götürdü ve istemeye istemeye yüzüme su çarptı. "Bırak beni. Uyumak istiyorum," diyordum ki, yüzüme çarpan soğuk su darbesiyle suspus oldum.

"Uyanır uyanmaz en çok ne yapmayı sevmem, biliyorsun değil mi?" Dedim elinden kurtulup yüzümü kurularken. "Bilmesem yüzünü yıkar mıyım?" Kötü kız kahkahası atıp beni mutfakta beklediğini söyledi ve dar hôlde yürümeye başladı. Gözden kaybolmadan önce, "saat kaç?" Diye bağırdım ve saniyeler sonra aldığım cevap, kahvaltımı bile yapamadan kendimi dışarıya atmama neden oldu.

/•\

"Nasıl unuturum?!" Elimle alnıma vururken yaya geçidinden geçiyordum. "Umarım kimse almamıştır, n'olur kimse almamış olsun Allah'ım..." bulutlu gökyüzüne bakıp yalvardım.

Dualar eşliğinde ve depar atarak kitabevinde vardığımda, insanların tek bir rafın önünde kargaşa çıkardığını gördüm. Yüzüm asılırken ellerimi hırkamın cebine soktum ve oflayarak oraya ilerledim. Geçen gün bana; erken gelmezsem bu sınırlı sayıda basılan kitabın hemen tükeneceğini söyleyen görevlinin sözleri doğru çıkmıştı. Korktuğum başıma gelmişti...

Görevli, kargaşa çıkmaması için yardımcı olurken, oraya varır varmaz, çoktan rafların boşaldığını gördüm. Yüzüm asık bir şekilde üstüme çıkan insanları iterek rafların arasında bir umut dolaşmaya başladım.

O sırada görevli, mağaradan yeni inmiş medeniyetten uzak ilk insanlara laf anlatıyormuş gibi bir ifade takınmıştı: "Hanımefendi, beni anlamamakta ısrarcı mısınız yoksa şaka mı yapıyorsunuz? Bu kitabın sınırlı sayıda olması benim suçum mu Allah aşkına!? Kitap bitti diyorum. Sınırlı sayıda olduğu zaten her yerde asılıydı! Erken gelseydiniz de alsaydın!"

Tartıştığı kadın ellerini saçlarına götürüp sinirlendiğini belli ederek, "Müşteri her zaman haklıdır!" dediğinde onlara ters ters baktım. Ben de geç kalmıştım ve şimdi kitabı alamadığım için üzülüyordum ama bu benim hatam olduğu için görevlilere sataşmıyordum. Bir insan neden saat 2 de uyanırdı?!

Kendime söve söve raflara öylesine, umutsuzca bakmaya başladım. Bu sırada yumruk yaptığım elimi kafama vurmayı da ihmal etmiyordum.

Gözlerim rafları turluyordu. Sonra onu gördüm.

Yeşil, kalın bir kitabın arkasından bana göz kırpan tanıdık kitabın ciltli yüzünü...

Biri onu buraya saklamış olmalıydı. Yüzümde oluşan gülümseme solmadan hemen atıldım ve etrafı kolaçan ettikten sonra kitabı oradan aldım. Muhtemelen birisi onu sonra almak için saklamıştı ama benim gözümden kaçar mıydı?

Otuz iki diş sırıtarak kasaya ilerlerken, sekiz buçuk aydır beklediğim kitabın elimdeki varlığıyla mutlu oldum ve kasaya üç adım kala, cebimden cüzdanımı çıkardım.

Gözlerim, kitabın üzerindeki fiyat ve cüzdanımdaki para arasında mekik dokurken, yeterince paramın olmaması karşısında kasadan yavaşça uzaklaştım. Zaten ben uzaklaşmasam bile insanlar beni iterek kendilerine yol açıyorlardı. Gözlerimin dolduğunu hissedince başımı kaldırıp göz yaşlarım akmasın diye hızlı hızlı kırptım gözlerimi. Kitap 25 lirayken, benim sadece 12 liram vardı.

Geri geri giderken bir kitaplığa çarptığım için durdum ve utanarak başımı öne eğip yapabileceğim en hızlı şekilde kitabı, benden önceki kişinin sakladığı yere sıkıştırdım.

Yeni başladığım için maaşımı henüz almamıştım. Ailemden de pek talep etmiyordum çünkü baba parası yiyen insanlardan nefret ederdim. Evden çıkmadan önce de cüzdanımdaki parayı kontrol etmeyi akıl edemediğim için Derin'den de borç alamamıştım.

Kitabı yerine bıraktıktan sonra, kendimi üzmemeye çalıştım ve yeşil, kalın kitabı arkadakini kamufle etmesi için önüne çektim. Resmen kitabı bulmuştum ama param yoktu!

Belli etmiyordum ama üzülmüştüm.

Kitabı yerine bırakıp çıkışa doğru birkaç adım attığımda arkamda birini hissettim. Etraf çok gürültülü olduğu için adım sesi duymamıştım ama arkamda biri olduğunu biliyordum. Hızlı adımlar atıp kalabalığa karıştıktan sonra sakince arkamı döndüm.

Geçen gün gelen postadaki o not yüzünden zaten fazlasıyla gergindim.

Uzun boylu, heybetli biri; başındaki beyzbol şapkasını öne doğru eğmişti ve sıcak havaya rağmen boynuna doladığı atkı karnına kadar sarkıyordu. Bir anda bana arkasını döndüğü için tam olarak kız mı erkek mi olduğunu kestiremedim ama bu kadar geniş omuzlu biri sadece erkek olabilirdi.

Erkek olduğunu tahmin ettiğim kişi, kitabı bıraktığım yerden aldı ve o an rahatladım. Beni takip etmiyordu. Hem zaten beni niye takip etsindi ki? Sadece, sakladığı kitabını almaya gelmişti.

Rahatlayarak ama bir o kadar üzgün şekilde eve geri döndüğümde Derin evde yoktu. Muhtemelen yarı zamanlı işine gitmiştir, diye düşünüp kendimi yatağa attığım sırada karnımın guruldadığını hissettim.

Saat 3'e geliyordu, kahvaltı da yapmamıştım ve bu yüzden midemin bana sövdüğünü hissediyordum.

Kendime tost yapamayacak kadar üşengeç olduğumu göz önünde bulundurarak yattığım yerden kalkıp cüzdanımdaki parayla pizza sipariş ettim ve tekrar uzanıp beklemeye başladım.

Kafam dün geceki olaydaydı. Çikolata kokusu kullandığımı sadece bana yakın olup, parfümümün kokusunu alabilecek insanlar biliyordu. Yani muhtemelen bunu ya apartmandan, ya da Merkez'den biri yapmıştı. Ama ne olursa olsun mantık çerçevesine alamıyordum bu küçük notu.

Kapı üç kez çaldı.

Yataktan fırlayıp elimdeki parayla beraber kapıya koştum ve kapıyı açtığımda bir servisçi yerine, yere konmuş siyah bir poşetle karşılaştım.

Etrafta bir kıpırtı aradım ama sensörlü ışık kapanır kapanmaz içimi korku kaplayınca, vücudumu evin içine sokup sadece başımı dışarıya uzatmaya karar verdim.

Şaşırarak ve gerilerek üstten doğru poşete bakarken, açıp açmamak arasında kaldım ama sonra bir anlık deli cesaretiyle poşeti alıp içeri girdim.

Kapı ardımdan kapanırken, elimi poşetin içine daldırdım.

Gözlerim parladı ve dudaklarımın istemsizce aralandığını hissettim.

Yanlış görmüyordum. Bu öğlen paramın yetmediği ve alamadığım kitap gözlerimin önünde duruyordu. Üstelik üzerine küçük bir not kağıdı da yapıştırılmıştı.

Bu sana ilk hediyem, Leyla. Ama son değil.

Bayat EkmekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin