Buraya başlama tarihinizi bırakabilirsiniz.-
"Leyla, hazır değil misin?"
Yüzüme ikinci kat fondoteni süren kadın dibimden ayrıldığında, başımı; oturduğum sandalyenin gerisine yasladım. "İşim bitiyor şimdi." Diye seslendim, odanın kapısının eşiğine yaslanan görevliye. Kadın tekrar yerini aldı ve fazla belli olmayan, soluk renkli ruju dudaklarıma sürmeye başladı. Platin sarısı saçları omuzlarından aşağıya sarkan muhtemelen otuz sekizine merdiven dayamış kadın, ben onu izlerken sert bakışlarını bana çevirdi. "Dudaklarını büz." Dediğini yaparken gözlerimi ondan çekip karşımdaki aynaya döndüm. Kızıla çalan uzun saçlarım fönlenmişti ve hâlâ, birkaç dakika önceki fönün sıcaklığını ensemde hissediyordum. Üzerimde beyaz, geniş yaka bir tişört, onun üzerinde de lacivert ceketim vardı. Yeterince resmi olduğuma karar verirken, kadının gözlerime yöneldiğini görüp istemediğimi belli edercesine hafifçe yana çekildim.
"Bunu sürmemiz gerek." dedi sıkılmış gibi.
"İstemiyorum," diye yanıtladım onu, "bu kadar yeterli." Zaten gözlerime siyah göz kalemi sürmüştü, far sürüp iyice abartmasını istemiyordum. Yüzümdeki makyajdan hoşnutsuz bir şekilde sandalyeden kalkarken, üstüme nazaran oldukça rahat olan gri eşofmanımı düzelttim. Kadın bana sinirli bir bakış attıktan sonra makyaj kutusunu topladı ve kapıyı sertçe kapatıp çıkarak beni yalnız bıraktı. Büyük odada, beyaz ışıkların altında aynadan kendime baktım. Altımdaki gri eşofmanım ve spor ayakkabılarım, üzerimdeki resmiyete hiç uymuyordu. Zaten sadece üzerim görünecek, diye düşünüp omuzlarımı silktim ve dar tişörtümün yakasını kendime doğru çektim. Rafta dizili parfüm şişelerinden çikolata kokulu parfümü alıp boynuma sıktıktan sonra, aynada kendime şöyle bir bakarak lacivert ceketi aşağıya doğru çekiştirdim.
Kapı birden açıldı.
"Kızım hadisene, yayın başlıyor!"
Başımı sallayıp mavi saçlı, uzun boylu kızın peşine takıldım. Merkez insan kaynıyordu ve neon tabeladan gördüğüme göre yayının başlamasına beş dakika kalmıştı.
Derin, beni masaya doğru itekledi ve küçük merdiveni çıkarken takılıp düşecek gibi oldum fakat hemen kendimi topladım.
"İki dakika!"
Rahat sandalyeye oturup üzerimi düzelttim, ardından bardaktaki suyun yarısını içtim. Bugün buradaki ikinci günümdü, alışamamıştım. Hala heyecanlıydım, boğazım kuruyordu ve yanlış kelimeleri söylemekten çok korkuyordum.
Saçlarımı geriye doğru attım ve ellerimi önümde birleştirdim. Boynumdan sarkan mermi şeklindeki demir kolye, ceketimin küçük düğmesine değdiğinde oraya bakmadım ve doğrudan kameraya yöneldim.
"Son bir!"
Önümdeki uzun beyaz masanın üzerinde; çıktığım kanalın özel bardağı, bir tablet ve telefonum vardı. Arka planda galata kulesi, sağ ve sol tarafımda da kadraja girmeyen insanlar yer alıyordu.
"Leyla, başlıyoruz."
Önümdeki kameraya kilitlenip tepemden sarkan mikrafon duyacak şekilde giriş yaparken gülümsedim.
"A haberden hepinize iyi akşamlar. Saatler 19.00'ı gösteriyor. İlk haberimiz 'insanlık kalmamış' dedirten bir olay. Çin de zihinsel engelli bir çocuk, karşıdan karşıya geçerken; çarpan araba yüzünden metrelerce ileri savruldu. Araba, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Küçük çocuğun durumu kritik. Şimdi o can yakıcı görüntüleri izliyoruz..."
Arkamda görüntüler dönmeye başladığında, boğazım kuruduğu için bardaktaki suyu tamamen bitirdim ve göz kalemiyle renklendirilmiş gözlerim sağ tarafımdaki Derin'e döndü. "İyi gidiyorsun." Diye mırıldandığını duydum. Ona gülümseyip hala görüntülerin döndüğü kameraya bakmadım ve etrafta işleriyle ilgilenen insanlara gözlerimi değdirdim.
Kameraman bana küçük bir işaret verdiğinde, kameraya döndüm ve yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirip kameranın çok hafif altındaki neon yazıların geçtiği ikinci haberi okumaya başladım.
/•\
"Ee, ne yiyeceğiz?" Aynanın dibinde, yüzümdeki makyajı temizlerken, Derin kapının eşiğine yaslanmış 'görevli' yazan kartını boynundan çıkarıyordu. "Ne yemek istersin?" Dedim göz kalemi yüzünden siyaha boyanmış makyaj pamuğunu masaya koyarken.
"Bir döner gömsek fena olmaz..." dediğinde, oturduğum sandalyeden gülümseyerek ona döndüm. "Sen diyette değil misin?" Başını iki yana salladı ve bileğindeki tokayla mavi saçlarını topuz yapmaya başladı. "Diyeti bozalı çok oldu güzelim."
İçeriye girip kapıyı kapattı ve "Hadi üzerini değiştir de çıkalım." Diye mırıldandı. "Tamam." Derin, bileğinden sarkan 'görevli' kartını kolunu döndürerek sallarken, elimdeki ıslak mendille yüzümdeki iki kat fondoteni sildim ve hızlıca ayağa kalkıp çöplerimi kapının yanındaki çöp kutusuna attım. Büyük odanın diğer ucuna gittikten sonra, ceketimi çıkarıp bana ayrılan kısma astım ve askıdaki gri hırkayı üzerime geçirip göğsüme kadar kapattım. Derin, ne zaman çıkardığını bilmediğim telefonuyla uğraşırken kaşları çatıldı, "ben aşağıya ineceğim. Girişte buluşuruz." Telefonunu büyük bir hırsla siyah pantolonun cebine soktu ve deri ceketinin önünü kapattı.
"Ne oldu?"
"Bir şey yok."
"Emin misin?" Soruma cevap vermeyip kapıyı açtıktan sonra gitmek için adım attı fakat sonra bir şey hatırlamış gibi durdu. Arkasını döndüğünde kaygı dolu gözleri beni bulmuştu. "Ben şirket telefonunu kontrol edeceğim ama postayı kontrol etmeye zamanım yok. Benim yerime postaya bakar mısın?"
"Tabii ama ne ol-" cebinden çıkardığı gümüş rengi küçük anahtarı bana doğru fırlattığında, şaşırmama rağmen anahtarı havada yakalamayı başarabildim.
Derin kapıyı çarparak çıktıktan sonra bir kez daha yanıtsız kaldım ve sessizce nefes verip omuzlarımı düşürdüm. Ard arda duvara doğru dizilen üç masanın birinin üzerinden lastik toka aldım ve fönlü saçlarımı bol bir at kuyruğu yaptım. Yerdeki beyaz, yünlü halıda ayakkabımın izleri çıkarken, kapının yanındaki duvara monte edilmiş askılıktan sırt çantamı alarak kapıyı açtım.
Etrafta fazla kimse yoktu. Işıklar yavaş yavaş sönmeye başlamıştı ve birçok kişi girişe doğru gidiyordu. Odanın kapısını kapatıp ben de girişe doğru yöneldim ve döner kapıdan geçtikten sonra, dışarıya adımımı attım.
Hava gerekenden fazla sıcaktı. Önümü açıp, tek omzuma astığım sırt çantamın ağırlığını iki omzuma da pay ettim ve aslında Derin'in görevi olan posta kutusunu, elimdeki minik anahtarla açtım. Elimi dar alana soktuğumda birkaç hışırtı duydum ve beşe yakın zarf yere düştü. Oflayarak, düşen zarfları topladım ve dikeldim. Posta kutusunu kapattıktan sonra karanlıkta Derin'i beklemeye başladım.
Normalde korkardım ama çevremde onlarca insan vardı ve yalnız olmadığım için korkmama da gerek yoktu.
Uzun bir süre Derin'i bekledim.
Gelmedi.
İmitasyon olan saatimden saati kontrol ederken, telefonum öttü ve cebimden telefonumu çıkardığımda ekranda parlayıp gözümü alan mesajı gördüm.
Gönderen: Derin ♥️
Gelemiyorum. Evde görüşürüz."Off."
Sinirlendiğimi hissettim. Gelemiyor olması onun elinde değildi belki ama, yine de canım sıkılmıştı.
Dokuz otobüsü kaçmasın diye koşarak yaklaşık bir dakika uzaklıktaki durağa gittim ve boş durağın demir oturağına oturup otobüsü beklemeye başladım. O sırada gözlerim zarflara kaydı ve bir tanesi ilgimi çekti.
Banaydı?
Mavi mürekkeple; Leyla Sipahi'ye yazıyordu ve ne kadar evirip çevirsem de gönderen kişinin ismini bulamadım.
Hızlıca zarfı açtım ve içindeki fosforlu sarı küçük not kağıdının kucağıma düşüşünü izledim.
Çikolata kokusu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bayat Ekmek
Teen Fiction"Âşık olacağımız kişiyi kendimiz seçmeyiz, derler. Ama ben bu düşünceyi desteklemiyorum. Ben seni seçtim, Leyla. Bu yüzden; kalbini kazanana kadar senden vazgeçmeyeceğim." |25.08.2017|