18. BÖLÜM

281K 5.5K 1.2K
                                    

18. BÖLÜM

Pazar günümü, özellikle evde hiçkimsenin olmadığı sessiz sakin bir gün olan pazar günümü sadece bilgisayardan dizi izleyip abur cubur yiyerek geçirmek istiyordum ancak vicdanım izlediğim diziden keyif almama izin vermezdi, çok iyi biliyordum.

Üniversite sınavına hazırlanan bir öğrenci olarak vakit bulduğum her saniyede yeni bir şeyler öğrenmem ve soru çözmem gerekiyordu. Hayatımdaki karmaşa sebebiyle zaten ders konusunda çok kötü durumdaydım ve eğlenme hakkımı da dün kullanmıştım.

Saçlarımı rastgele bir topuz haline getirip çalışma masama oturdum ve çalışmaya sevdiğim bir ders ile başlamak için biyoloji kitabımı çıkardım. Biyoloji ve kimya konusunda iyiydim ama fizik, matematik ve geometri yapamıyordum. Lanetlenmiş olmalıydım çünkü yapabildiğim derslerin ortak bir paydası yoktu. Yine de sayısal bölümünü seçmiştim çünkü sözel derslerde uyumaktan başka bir şey yapmıyordum; en azından sayısal derslerde uyanık kalabiliyordum.

Kendimi derse odaklanmaya zorlayıp konu eksiklerimi tamamlamak ile başlamaya karar verdim. Bir yandan okuyor, bir yandan renkli kalemler ile önemli bulduğum kısımların altını çiziyordum. Sonra çizdiğim kısımlardan aklımda kalanları bir yere yazarak pekiştirmeyi planlıyordum.

Kırk ya da kırk beş dakika kadar çalıştıktan sonra kapının zilinin çalması ile derse olan ilgim tamamen koptu. Aşağıdan birilerinin kapıyı açmasını beklerken oturduğum yerde kulak kabarttım sanki duyabilecekmişim gibi. Kapı zili ısrarla çalmaya devam edince sandalyeden kalktım ve odamdaki boy aynasında kendimi gördüm.

Üzerimde çizgi film karakterleri olan, açık mavi pijama takımım vardı; saçlarım tepemde saçma bir şekilde topuz halindeydi ve toplarken özenmediğim için birçok saç tutamım dışarıda kalmıştı. Bir kız kavgasından yeni çıkmış gibi görünüyordum.

Buket bugün taburcu olmayacaktı bu yüzden onlar olamazdı, ya Adnan Bey'in tanıdığı birileri olabilirdi ya da kargo falan gelmişti. Bu yüzden görüntüme omuz silkip odamdan çıktım ve aşağı indim. Kapıdaki kişi ise sabırsız bir şekilde zile basmaya devam ediyordu.

Kapıyı açtığımda iki farklı şok aynı anda vurdu beni: Kapıdaki kişi Ayaz'dı ve kucağında küçük bir kız çocuğu vardı.

3-4 yaşlarında görünen, kızıl saçlı çocuk Ayaz'ın kucağında bir eliyle kapının ziline basmaya devam ederken diğer elinde ise Ayaz'ın telefonunu tutuyordu; telefon elinde kocaman kaldığı için her an yere düşürecek gibiydi.

Küçük kız çocuğunun renkli gözleri bir an ilgiyle beni süzse de sonra bana olan ilgisini hızla kaybedip zile basmaya devam etti. Bir yandan da kulağında tutmaya çalıştığı telefona anlamsız bir şeyler söylüyordu.

Ayaz sinirden gerilmiş bir sesle, "Çocuk sever misin?" diye sordu bana. Sinirli olsa da sesinden yardım dilendiği belli oluyordu.

"Yani..." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Aslında çocukları pek sevmezdim ama ona şimdi bunu söylemenin hiç sırası değil gibiydi. "Kim bu çocuk?" diye sordum.

"Doruk'un bir şeyi," dedi Ayaz dişlerini sıkarak. Öfkesinin kime olduğunu da böylece anlamış oldum. En azından büyük bir kısmının... "Bu şey bir şekilde bana kaldı," dedi başının ucuyla kucağındaki çocuğu göstererek. "Ben bu şey ile baş edemiyorum."

Çocuktan şey diye bahsetmesine gözlerimi devirip içten içe güldüm. Nasıl oldu da bir çocuk ile baş başa kaldı sormak üzereyken küçük kız elini zilden çekip minik işaret parmağını bana yöneltti ve, "Şiyinleeey!" dedi.

Böylece Ayaz'ı bir çocuk ile karşımda görünce şoktan unuttuğum tipimi hatırlamamı ve Ayaz'ın da bana ve pijamalarıma dikkat etmesini sağladı. Bir de kavgadan yeni çıkmış gibi görünen saçlarımı... Utançtan yüzümün ısındığını hissetsem de Ayaz'ın dikkatle beni süzen bakışlarından kaçınıp kucağındaki çocuğa baktım.

ZEHİR (1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin