51. BÖLÜM
Sen bir damla çamurun bile kirletmemesi gerekecek kadar temizsin ve öyle kal, demişti; şimdi bir bataklığın içinde çırpınışımı izliyordu.
Ya benim karanlığım senin ışığını söndürecek ya da sen gideceksin ve ben karanlıkta kalacağım, demişti; şimdi ikimizin de üstüne çöken karanlıkta beni görmeye çalışıyordu.
Karanlığımda çiçek açtıracak tek ışık senin ışığın, demişti; şimdi gözlerinin önünde açmadan solan bir çiçeği izliyordu.
Ben bu savaşı kaybetmiştim. Onu kurtabilirim diyerek çıktığım bu yolda onunla birlikte kaybolmuştum. Hep olduğu gibi, belki de olması gerektiği gibi...
Artık tanıdık gelen bu hisle sarsılırken bu depremde ilk yıkılan kalbim oldu. Kısa bir süre önce tavana astığım intihar ipim içimdeki sarsıntı ile sallanırken ayağımın altındaki sandalye kayıp gidiyordu sanki.
Dün geceden beri zihnimde ve vücudumda hissettiğim huzursuz hissin sebebini içten içe biliyor olsam da inatla reddetmiştim. Kabul etmeyip yok sayarsam gerçekten yok olacak sanmıştım aptal bir inatla. Tıpkı Ayaz'ın beni zehirleyeceğini içten içe bilsem de inatla reddedip onu kurtaracağıma inandığım gibi...
Ayaz'ın şoktan donup kalan yüzüne, dehşetle aralanan dudaklarına ve ürkmüş bir çocuk gibi bakan gözlerine bakarken daha fazla tutamadım bedenimi. Ben oturduğum sırada geriye doğru düşerken Ayaz ani bir refleks ile beni bileğimden yakalayıp kendine çekti ve düşmeme izin vermedi.
Sonra sınıftaki sesleri duymaya başladım. Bir uğultunun içinden tek tük cümleler ilişiyordu kulağıma. Bu sesler içinde Ayaz'ın sesini aradım ama bulamadım. Dili tutulmuş gibiydi, tek bir kelime bile çıkmıyordu ağzından.
Önce birinin, "Kızı da kendisine benzetmiş sonunda!" dediğini duydum. Öğretmenin sesiydi bu. Herkes gibi o çocuktan uzak dur demişti o da.
Ayaz beni kucağına alıp sınıftan çıkarken Çınar ve Ebru'nun seslerini de duydum ama öğretmen bağırdı onlara, "Oturun yerinize!" diye. Ayaz ise kucağında beni sıkı sıkı tutarak çıktı sınıftan.
Ayaz ruhsal olarak zayıf olsa da fiziksel olarak güçlüydü hep; ne kadar acı çekerse çeksin yıkılmaz gibi görünürdü. Hiçbir şey titretemezdi sanki onun kollarını. Şimdi okul koridorunda kucağında beni taşıyarak yürürken kolları bedenimi zorla kaldırıyor, ayakları dizlerinin üstüne çökmemek için titriyordu.
Arabasına gidene kadar hiçbir şey söylemedi ama göğsü aldığı nefeslere dar geliyormuş gibi kalkıp iniyordu her soluğunda. Beni koltuğa oturtup emniyet kemerimi bağlarken onun da elleri titriyordu.
"Ağlama," diye fısıldadı bana. O söyleyene kadar ağladığımın bile farkında değildim. Titreyen elini yanağıma koydu ne yapacağını bilemez halde. "Ben... şey yapacağım..." dedi gözleri boşlukta ne yöne bakacağını şaşırmış gibi dönerken. "Ben... halledeceğim..." Eli yanağımı beni sakinleştirmek ister gibi okşarken dudaklarını sıkıyordu panikle. "Ben...ben..."
"Ayaz..." diyebildim güçlükle. Bu his öyle zordu ki dişlerimi sıktım dayanabilmek için. Kıvranan, çaresizce sağa sola bakan gözleri gözlerimde durdu sonunda.
"Ben ne yapacağımı lan!?" diye bağırdı. Elini arabanın üstüne vururken haykırdı nefesi tükenene kadar. "Ne yapacağım..." diye kendi kendine mırıldandı sonra çaresizce.
"Ayaz lütfen..." diye ağladım dişlerimin arasından. "Yardım et!"
Ayaz tamamen panik halinde başını aşağı yukarı sallayıp kapımı kapattı ve kendi kendine bir şeyler söyleyerek yanıma geldi. Arabayı çalıştırırken elleri titriyordu ve dudaklarından, "Hastane..." kelimesinin çıktığını duydum.
"Hastane olmaz!" dedim telaşla. Oturduğum yerde adeta kıvrandım. "Babam..." diyebildim sadece. "Babam öğrenmesin!"
Tanıştığımız günden beri ilk kez Ayaz'ı bu kadar telaşlı, bu kadar korkmuş ve bu kadar çaresiz görüyordum. Elleri direksiyonun üstünde gözleri zihnindeki boşlukta beklerken kafası durmuş gibiydi. Aklını yitirmişti sanki. Her zaman ne yaptığını bilen Ayaz şimdi nereye bakacağını bile bilemiyordu. Kaybolmuştu.
Sonra arabayı çalıştırdı ve beni her şeyin başladığı, her acı gerçeğin ortaya çıktığı ve ilk zehrimi aldığım yere götürdü. Sığınağına, sonumuza, Altın Vuruş'a.
Sonra yaşananları artık bulanık bir camın ardından izlemişim gibi anımsıyordum. Ece'nin sesini duymuştum mesela. Ayaz'ın telaşla bağıran ve bir araya geldiklerinde düzgün bir cümle oluşturamayan anlamsız kelimeler kullanarak yapmaya çalıştığı açıklamaları hatırlıyordum.
Kırılan birkaç parça cam, Ayaz'ın krizle oraya buraya saldırması ve haykırışları...Dağılan bir Ayaz Meydan ve bir mum gibi eriyen ben.
Mum eridiğinde geriye külleri kalır mıydı? Sönen cılız ateş ardında kül bırakmazsa ateşi bize ne hatırlatacaktı? En azından bize yaşadığımızı hatırlatacak küllerimiz kalmalıydı.
Kendime gelmem ne kadar sürdü, bana o zehri nasıl verdiler bilmiyordum. Ayaz'ın gözünün önünde vücuduma giren ilk zehir onu ne hale sokmuştu görmeye korkuyordum. Hangimizi daha çok yakmıştı o zehir bilmek istemiyordum.
Uzandığım koltukta kalkıp oturduğumda Ayaz'ı da karşıdaki bir koltukta otururken gördüm. Gözleri yerdeydi, yüzünde işkence çeken kalbinin gölgeleri kıvranıyordu. Onu öyle görünce kendimden nefret ettim.
"Ayaz?" diye seslendiğimde sesim titredi.
Ayaz hemen kaldırmadı başını yerden. Beni duyduğunu biliyordum çünkü Altın Vuruş sessizdi ve Engin ile Ece de gitmişti. Önce derin bir nefes aldı sonra yavaşça yüzünü bana doğru kaldırdı. Gözleri gözlerimle buluştuğunda yanaklarına iri damlalar düştü.
Ayaz ağlıyordu.
Yıllardır tek bir damla gözyaşı dökmediğini söyleyen, geçmişiyle ilgili acı gerçekleri öğrendiğinde bile ağlamayan Ayaz şimdi ağlıyordu.
Dudakları hafifçe aralandığında adem elması ile birlikte dudakları da titredi. Kesik kesik içli nefesler aldı ağlarken. Benim de kendimi sıkarak ağladığımı görünce avuç içlerini gözlerine bastırıp bekledi bir süre. Sonra nefesini sesli bir şekilde bırakırken gözlerini yukarı kaldırdı.
Oturduğum koltuktan kalkıp onun dizlerinin dibine diz çöktüm ve elini ellerimin arasına aldım. Hiçbir tepki vermedi.
"Ağlama," dedim başımı iki yana sallayarak. "Biz... kurtuluruz... değil mi?"
Ayaz ruhsuz bir şekilde güldü ve elini ellerimin arasından çekip ayağa kalktı. Kızarmış gözlerinden yaşlar inmeye devam ederken güldü tekrar elini saçlarına atarken. Çöktüğüm yerden kalkamadan aşağıdan ona bakmaya devam ettim.
"Her zaman yaptığın şeyi yapsana Gamze," dedi gülerken. Bir damla yaş daha düştü yanağına. Sesi titredi konuşurken, yalvarır gibi, "Bana yine umutla baksana," dedi.
Başımı önüme eğip hıçkırarak ağlamaya başladım. Bizim sonumuz ilk tanıştığımız günden belliydi. Üzerine bir damla çamur bulaştı diye bataklığa düşmüş sayılmazsın demişti o. Yanılmıştı. Çünkü ben üzerine bir damla çamur bulaşınca o çamuru silkeleyip o bataklıktan uzaklaşacak bir kız olamamıştım; ben, zaten çamur bulaştı en azından bataklıktan birini kurtarayım diye düşünen aptal bir kız olmuştum.
Onu kurtaramayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHİR (1)
Ficção AdolescenteEski adı DEĞİŞEN HAYATIM olan, 2014'te yazılmış kitap. *** "Altın Vuruş ne anlama geliyor?" diye sordum. "Yüksek doz ile hayatına son vermek demek," diye açıkladı. Sesine yansıyan kasvet içimde kederli...