-45-

3.7K 215 20
                                    

Çadırın içinde kalmıştım. Kevin halka gerekli durumu açıklamaya ateşin başına gitmişti. Bense içeri de oturmuş çadırın yırtılmış bir köşesinden alanda toplanan mistrallere bakıyordum. Ürperme vücudumdan geçip gitti. Kevin durmuş onlara olanları anlatıyordu. Hayret içeren seslerini duyabiliyordum. Bir saat hatta iki saat boyunca kendime gelememiştim ve olduğum yerde gözyaşlarım süzülürken onu dinlemişti. Bunda ağlanacak ne vardı bilmiyorum ama ağlamıştım. Kevin bunun kutsal bişey olduğun çok uzun saatler bana anlatmaya çalışmıştı.


En güçlü olmak istediğim bişey değildi. Verdiğim tepkiler Kevin’nı yumuşatmıştı ve içimdeki ses onun beni artık kötü olarak görmediğini söylüyordu ve şimdi olayı mistrallare anlatıyordu. Onlarında beni kötü görmesini engelliyordu ya da çalışıyordu. Betty arkamda durmuş olayları izlerken elini omzuma koydu. Jess’e bu kadar benzemesi beni hayretler içinde bırakıyordu. Jess’de son ana kadar böyleydi. Sonunda bana siktiri basmıştı. Ah? O yaşantımı özlediğimi düşündüm. Sadeliğinden sıkılmıştım ama bu kadarı çok fazlaydı.

“Korkma.” Diye mırıldandı. Korkmak değildi sanırım farklı hissediyordum. Harry’i burada hiç istemediğim kadar istiyordum. Onun tepkisi ne olacaktı acaba? İhtiyacım olduğu tek kişi oydu. Çadıra biri girdi. Daha önce görmüştüm ama ismini bilmiyordum. Oldukça yakışıklıydı.

“Kevin onu istiyor.”
Gözyaşlarımı sildikten sonra yürüdüm.

Alana doğru yürürken arkamdan geldiklerini biliyordum. Kalabalık bana yol açarken aralarından geçtim. Kevin ortada beni bekliyordu. Çıktığı hafif yükseklikten indikten sonra elimi tutup çıkmamı sağladı. Ben daha ne olduğun anlamadan Kevin ve Betty dahil herkes diz çöktü ve ardından Kevin’nın sesini duydum.

“Bundan sonraki yaşamımızı size adıyoruz Yüce Diana! Öl derseniz ölür savaş derseniz savaşırız.”

Ben kimseden böyle bişey beklememiştim. Etrafı izlerken “Lütfen.” Dedim “Bir daha önümde diz çökmeyin, bende sizler gibi yaralı bir savaşçıyım.”


*

Karnıma yediğim yumrukla acıyla inledim. Tekrar dikleşmem için birkaç saniye verdi. Karnımı korumak için kolumu öne alırken yüzüme yavaşça çalıştı. Kafamı zorla kaçırırken dengemi kaybettim. Kendimi korumaktan atağa geçemiyordum. Yumruğu omzuma denk gelirken kolunu ters çevirmeye çalışıp önüme aldım. Ne kadar güçlü olursam olayım o benden daha fazla tecrübeliydi. Kendimi bir şekilde sırt üstü yerde yatarken buldum.

“Nefesini diyaframdan al, acıyı daha az hissedersin.”

Eğilip dirseğini boğazıma bastırdı. “Nakavt!”
Hiç yorulmak bilmiyordu. “Hadi ayağı!”

Beni kolumdan tutup ayağı kaldırdı. Kevin çoktan terlemişti. Bana tekrar yumruğunu sallarken yumruğun sıkıca tuttum ve onu yere doğru fırlattım. İşe yaradığına inanamıyordum. Yerde yatıyordu.

Sonunda pes ettim ve kendimi geriye attım. Çimenlerin üzerine düştüğümde kaslarım rahatladı. Bunca şeyin üzerine birde bişeyler öğrenmeye çalışıyordum. Bundan sonra daha farklı şeyler olacaktı biliyordum.

Kevin kıkırdadı “Yüce Diana yoruldu.” Hah.
“İlk önce nasıl hızlı koşacağımı sonra nasıl akıl okuyacağımı sonra ise dövüşmeyi öğrendim.”
“Pek öğrenmiş sayılmazsın dört kere seni nakavt ettim.”
“Sonuncu da ben kendimi sırt üstü yere bıraktım.”
“Pes edersen yenilirsin.”

İkimiz de bir süre gökyüzünü izleyip dinlendik. Çok çabuk enerji toplamaya hala alışamamıştım ama Kevin’nın dediğine göre bu özellikler normal bir mistralinkinden daha hızlıymış. Daha az yorulur ve daha çabuk dinlenirmişim. Daha hızlı koşar ve daha az insancıl özelliklerim varmış. Yani kitapta öyle yazıyormuş. Yakında o kitabı okuyacağımı düşündüm.

“Buradan ayrılamayacağını biliyorsun değil mi?” diye mırıldandı yana doğru yattı ve yüzünü gördüm.
Başımı salladım. Ayrılamayacaktım. Peki Harry ne olacaktı? Onu burada kabul etmeyeceklerdi ama şansımı denemeye değerdi.
“Harry burada istemezler değil mi?”
Yüzüne baktığınız da memnun olmadığını anlayabilirdiniz ama ben Harry’siz hiçbir şey yapamazdım. O benim farklı bir tarafımdı. Hem karanlığım hem aydınlığımdı.
“Belki Louisa ve Rupert’a burada yaşar.”

Kevin’a tekrar baktığımda yine memnun olmadığını gördüm. “Burası bir kabile Diana onları buraya getiremezsin.”
“Harry’siz olmaz Kevin.”
“O kötü Diana. Önceden o kadar suçsuz insanı öldürüşü ve kötülükler yapması, kabul edilemez.”
“O değişti.”
Kaşlarımı çattım. İçimdeki öfke büyüdü. Onun hakkında böyle düşünmesine inanamıyordum.
“İçindeki kötülüğü hissedebiliyorum.”

Kevin bana doğru baktığında doğruldum ve ayağı kalktım. “Ne zaman önyargısız bir pislik olmaktan vazgeçeceksin?”
Güldü. “Diana anlamıyorsun-“

Derin bir nefes aldım. Ayağımı yere vurdum ve hırsla ağzımdan bir haykırış çıktı. Sinirlerim bozulmuştu ve bunu nasıl kontrol edebileceğimi bilmiyordum.
“Sen anlamıyorsun. Herkes değişir. Biz kimsenin zarar görmesini istemiyoruz. Ben sizi düzeninizi bozmak istemiyorum. Bu yücelik şeysini nasıl kullanacağımı bile bilmiyorum. Niye inanmıyorsun?” Omuzlarım düştü.
“Sana inanıyorum ama ona inanamam.”
“Ben onsuz yapamam.”
“Evet haklısın yemin meselesi ama unutma burada da artık sahip çıkman gereken bir halkın var.”

Kahkaha attım. “Ben kimseye sahip çıkmayacağım.”
Bana yarım ağız güldü uzandığı yerden kalktı. “Sen bilirsin o zaman bu halk senin nasıl adi bir sürtük olduğunu konuşur.”
Hiçbir şey diyemedim. Kim bilir bu halkı nasıl umutlarla bana bağlamıştı. Şimdi herkes bana güveniyordu. Ne yapacaktım? Harry’i de buraya getirmekten başka bir çözüm yolu yoktu.

Çadıra varana kadar birçok kişi ile selamlaşmış, küçük konuşmalar yapmıştım. Kimse birazdan buradan gideceğimi bilmiyordu. Tabi her gidişin bir geri dönüşü vardı. Bu ne zaman olacaktı bilmiyordum ama en kısa zamanda olayları toplayacaktım. İçeri biri girdi.

“Diana ne yapıyorsun?” Betty.
“Gidiyorum.”
“Neden? Biz gitmeyeceğini düşünüyorduk.”
Ona baktım. Gözlerindeki hayal kırıklığını görmemek imkansızdı. “Geri döneceğim Betty.”
Başını sallayarak onayladı, rahatlamış ifadesini gördüm. “Onu buraya mı getireceksin?”
“Evet.”
“Kevin buna-“
Sözünü kestim. “İstemiyor ama isteyecek.”
Çantamı sırtıma geçirdikten sonra ona sarıldım. “Görüşmek üzere yoldaş.” Dedim sırıtarak
“Görüşmek üzere Yüce Diana.” Dedi önümde referans yaparak, ona yarım ağız sırıttıktan sonra çadırdan çıktım. Etraf daha az kalabalıktı.

Gözlerim bir ötede oturan Kevin’a çarptı. Gözlerimiz öfkeyle buluştu. Ona kaşlarımı çatıp arkamı döndüm ve ormana doğru yürüdüm.

“Geri döneceğinizi günü sabırsızlıkla bekliyorum Yüce Diana!” diye bir sesleniş duydum arkamdan. Ona döndüm. Herkes bize bakıyordu.
“En kısa zamanda geri dönüp halkıma sahip çıkacağım için sabırsızlanıyorum, Kevin.”


*

Eve vardığımda güneş batmaya yüz tutmuştu. Artık koşmaktan vazgeçmiş yürüyordum. Evin önündeki yaprakları çalı süpürgeyle temizleyen Rupert’ı gördüm. Düşünceli gözüküyordu. Evin etrafında genel olarak bur sessizlik vardı. Halbuki bu ev her zaman canlı gözükürdü.  Rupert adımlarımı duyup bana baktı. Gülümsemesi falan gerekmiyor muydu? Gözleri kocaman açıldı ve bana baktı.

“Yüce Diana.” Diz çöktü.
“Ayağı kalk Rupert.”

Ayağı kalkıp üstünü başını silkeledi. Demek boş boğaz Kevin buruya olanları yetiştirmişti. Mankafa!
“Sizi bu kadar erken beklemiyordum.”
“Harry’i alıp geri döneceğim.”
Hiçbir tepki vermedi.
“Bir sorun mu var Rupert?”
“Aslında efendim-“

Sözü balla kesildi.
“Diana!”
Harry evden çıkıp bana doğru yürürken kollarını açtı. Ona sıkıca sarıldım. Nasıl özlediğimi bir bilse. Tabi bir de buraya onu almaya geldiğimi… Sıkıca sardı beni. Tüm ihtiyacım buydu.
“Yüce Diana.” Diye fısıldadı kulağıma “Tanrıça olduğunu söylemiştim.”

Geri çekilip önümde diz çökmek için bir hareket yapacaktı ki onu tuttum ve “Lütfen.” Dedim. Önümde diz çökmesi hoşuma gitmezdi. Tabi yatak odası dışında…
“Seni özledim.”
“Bende, hemen eve gidelim ve yatakta sarılalım sonra konuşmamız gereken konular var.”
Başını salladı. “Ama şuan bunu yapamayız.”
“Niye?”

Yutkundu. Bişey olmuştu. Onun ve Rupert yeterince belli edecek hareket yapmıştı. Ona baktım ve bana bir işaret vermesini bekledim. Gözlerini kaçırdı.

“Ne oldu?” diye sordum “Bana söyle lütfen.”
Güldü. “Hemen kraliçe havasına girmişsin-“
“Ne oldu?”
Derin bir nefes aldı.
“Bak üzülmeni istemiyorum-“
“Diana.”
Sözü bir kez daha kesilirken tanıdık sesi algılarım kontrol etti. Çığlık atma isteğimi yoksayıp Harry’nin arkasındaki kıza baktım. Esmerdi. Yorgun gözüküyordu. Gözleri kızarmıştı. Ağlamaktan…
Ona doğru yürürken “Akathi, bu ne hal?”

Ona yetişemedim, dizlerinin üstüne düştü. “Mike öldü.” Dedi onu kollarımın arasına aldım. Onu teselli edecek gücü kendimde bulamıyordum. Beni itti. Geriye doğru düştüm. Hıçkırık sesleri ondan geliyordu.
“MIKE ÖLDÜ! HEPSİ SENİN SUÇUN!”


Meleğin Fısıltısı (Harry Styles Fanfic)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin