Kaos içeren bölüme başlamadan önce size minnoş kedim (kedim diyorum ama aslında dışarda besliyorum şdşcfölfşçd) Joonie'yi göstermek istiyorum
ŞU GÖZLERE BAKIN MÜKEMMEL DEĞİL DE NE MAŞALLAH PÜPÜPÜ
SARIŞIN TAKINTIM VAR ZATEN
Ben de mutasyon geçirip o renk gözlerden istiyorum:3
Neyse sizi minnoşluktan kaosa geçen kısa bölüme uğurluyorum, merak etmeyin yeni bölüm gecikmeyecek bu kez
İyi okumalar~
***
"Sen..." dedim kaşlarımı çatıp bedenimi tamamen ona döndürerek. "Burada olacağımı nereden biliyordun?"
"Hadi ama Alyssa. Benim kim olduğumu biliyorsun. Sence öğrenmek zor olmuş mudur?" dedi alaycı bir şekilde.
"Beni öldürmek için mi geldin?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Bu özgüven nereden geliyordu bilmiyordum ama artık ölsem de umrumda olmayacakmış gibi hissediyordum. Çünkü yorulmuştum. Kaçmaktan, saklanmaktan bıkmıştım. Ne olacaksa bir an önce olup bitsin istiyordum.
Ölmek beni korkutmuyordu. Sadece hayatlarından eksileceğim için acı çekecek olan insanlar adına üzülüyordum. Her şey yeni yoluna girmişken bir ölüme daha katlanamazlardı.
"Cesur ve gözüpek birisin Alyssa. Bu özelliğini annenden aldığın aşikar."
"Neyse ki senden bir özellik almamışım." dedim kollarımı göğsümde birleştirerek.
"Yanılıyorsun." dedi dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrılırken. "Şu anki korkusuz tavrın, dik duruşun ve umursamazca sarf ettiğin sözler... Bu açıdan aynı bana benziyorsun."
Dik dik ona baktığımda devam etti. "Bunca zaman... Seni Jungkook'un koruyor olacağını hiç tahmin etmezdim. Onu bilirsin. Duygularını istemediği sürece asla belli etmez, tek bir mimik bile göstermez. Oyunculukta üstüne yok. Çok zeki, fazlasıyla yetenekli. O tam benim istediğim evlat kriterlerine uyuyor. Ama gel gör ki, benim evlat gördüğüm çocuk asıl evladımı benden koruyormuş. Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur."
"Ne o? Kız olduğum ya da savaşmayı bilmediğim için evlat kriterlerine uymuyor muyum? Bu yüzden mi o şapşal kahinlerin sana aptalca kehanetler sundu?"
Karanlık kadar siyah gözleri üzerimde, kaşları çatılıp çenesi kasılırken konuşmaya devam ettim.
"Senin işine engel olacağımı mı zannediyorsun? Kurduğun düzeni yıkacağımı, hayatını mahvedeceğimi mi?" kollarımı iki yana açtım. "Söylesene? Savaşmayı bilmeyen, bilgisayarlardan en fazla film indirebilecek kadar bilgi sahibi olan, eli silah tutmayan ben, sana ne yapmış ve ne yapacak olabilirim ki? Ben sadece normal bir kızım. Şu ana dek tek istediğim şey de normal bir aile sıcaklığına sahip olmaktı. Tanrı aşkına, kim sebepsiz yere onu öldürmek isteyen bir babaya sahip olmak ister ki?!" son cümlemde istemsizce sesimi yükseltmiştim.
"Sen hayatıma girdiğimden beri başıma çok kötü şeyler geldi." dedi yumruklarını sıkarak. "Eğer sandığın kadar 'normal' isen, neden doğumundan sonra üst üste felaketler yaşadım? Sen bir lanetsin."
"Ben senin kızınım!" diye bağırdım gözlerimden birkaç damla taşarken. "Benim bu dünyaya gelen diğer insanlardan hiçbir farkım yok! Sense bunu göremeyecek kadar körsün! Eğer sadece beni sevmeye çalışsaydın, belki de hayatın bahsettiğin kadar kötü olmazdı! Hem baksana, geçmişte kötü şeyler yaşamış olsan da sonra kendine bir düzen kurmuşsun. Zenginsin, sağlıklısın, kendine ait bir örgütün var. Daha ne istiyorsun ki?!"
"Sen şu an bile hayatımda tehlike işgal ediyorsun. Görmüyor musun? Etrafındakilere bile lanet saçıyorsun. Jungkook'un Unattainable ile yaşadıkları, Stain, yeğeni ve Nemesis'in başına gelenler, Nightmare'in kaçırılması... Hepsi etraflarında senin olman yüzünden kaynaklanıyor. Sen yaşamlarında bulunduğun sürece asla mutlu bir hayata sahip olamayacaklar."
Gözyaşlarım ezberledikleri yollarda ilerlerken duraksayıp yutkunarak ona baktım.
Etrafımdaki herkesin başına sürekli kötü şeylerin geldiği ve sürekli benim yüzünden veya bensiz başlarına dert aldıkları su götürmez bir gerçekti. Ben içine girmeden önce bu kadar sıkıntılı bir hayatları olmadığını biliyordum.
Yani bu doğru muydu? Ben gerçekten bir lanet olarak mı gelmiştim bu dünyaya?
"Sen de anlıyorsun değil mi? Sen, hem kendine hem de başkalarına karşı bir lanetsin. Mutsuz olmak ve başa dert açmak için gelmişsin. Tanrı seni bizi sınamak için gönderdi ve bence biz, yeterince sınandık."
Kollarım güçten düşercesine yavaşça aşağı indi, omuzlarım çöktü. Gözlerimden sürüyle yaşlar akarken, küçük bir iç çektim. Bu sırada The Dark belindeki silahı vakit kaybetmeden çıkarmış, bana doğru doğrultmuştu. "Beni anla Alyssa. Eğer gerçekten normal olsaydın, ben de sana babalık edebilirdim. Ama öyle değilsin, bunu sen de biliyorsun. Ağlama hastalığı olan birisin sen. Şöyle bir etrafına bak, senin gibi hiç kimse var mı? Sen bu dünyaya sonsuza dek mutsuz olmaya ve mutsuz etmeye gelmişsin. Şimdi bizi bu işkenceden kurtarmak için bir kahraman gibi davran ve ölümüne göz yum."
Silahın başlığından gelen 'klik' sesini duyduğumda tüylerim ürperdi. Tetiği çektiğinde, bu iş bitecekti.
İfadesiz bir şekilde gözlerine baktım. Zerre kadar vicdan, hatta acıma bile duymuyordu.
Kaçabilirdim ama, nereye kadar kaçardım ki? Muhtemelen kapıların çıkışında beni bekleyen adamları vardı. Ne yaparsam yapayım sonum ölüm olacaktı.
"Umarım öteki tarafta ruhun huzura kavuşur evlat."
Bu sözlerden sonra, koskoca binada silahtan çıkan kurşunun sesi yankılandı.
***
Angst kokusu mu alıyorum yoksa patates kızartması mı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• Bᴀᴅ Bᴜɴɴʏ Π Jᴇᴏɴ Jᴜɴɢᴋᴏᴏᴋ •
Hành động[05.12.17 / Aksiyon #1] [02.10.20 / Hayrankurgu #1] Alyssa Martin, sosyal görevi için bir akıl hastanesine gider. Görevi yasal bir yetimhaneye gidene kadar orada tutulan çocuklara bakıcılık etmektir. Fakat bu hastanede, hayatını tekerlekli sandalye...