Selam! Öncelikle, bu bölüm normalde Jungkook'un ailesi ile ilgili daha ayrıntılı bir bölüm olacaktı ama ben bir noktadan sonra tıkandığım ve daha fazla uzatmak istemediğim için o kısımları biraz es geçtim. Zaten birkaç bölüm sonra final olacak. ;(
İyi okumalar~
***
İkimiz Hollanda'ya gitmiş, Jungkook'un babasını bulmuştuk. Babası bir oyuncakçı dükkanında çalışıyordu.
Jungkook'u ilk gördüğünde inanamayıp şok içinde kalakalmış, ardından ona sarılıp dakikalarca ağlamıştı.
"Hayal gibi." demişti Bay Joonhyuk, buruk bir tebessümle. "Biz öldüğünü zannederken sen büyümüş, kocaman adam olmuşsun. Çok şey atlatmış olmalısın. Üstelik bana o kadar benziyorsun ki, gençliğimi hatırlatıyorsun."
Jungkook da gözyaşlarını tutamamış, içinde biriktirdiği acıyı ve özlemi babasının omzuna dökmüştü.
Bir de 14 yaşındaki Jungyeon vardı. Gözleri Jungkook ile birebir aynıydı; küçük bir burnu, uzun koyu kahve saçları, Jungkook gibi tavşan dişleri ve yuvarlak bir yüzü vardı. O da oyuncakçı dükkanında babasına yardım ediyordu. Jungkook'u ilk gördüğünde çok şaşırmış, sonraysa boynuna atlamıştı. Anlaşılan babası Jungyeon'a Jungkook'tan çok bahsetmişti. Jungkook kız kardeşine de doya doya sarıldıktan sonra, annesini sormuştu.
"Annen..." demişti Bay Joonhyuk iç çekerek. "Korkarım ki durumu iyi değil. Birkaç ay evvel kanser tehşisi konuldu. Tedavi masraflarıysa çok yüksek. Biz elimizden geldiği kadar çok çalışıyoruz ama bu oyuncakçı dükkanına günde üç beş kişiden fazlası uğramıyor."
Jungkook bunu duyar duymaz hemen annesini görmek istemişti. Hastaneye gittiğimizde ilk önce babasının çevirmenliği ile doktorla tedavi hakkında konuşmuş ve tüm masrafları üstlenmişti.
Hastane odasında uzanan annesi Jungkook'u gördüğünde ilk başta hiçbir şeye anlam veremese de yüzüne baktıkça derin nefesler almış, ardından sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Jungkook yatağın kenarına oturup onu sakinleştirmeye çalışsa da annesi sesli bir şekilde ağlamaya devam etmiş, Jungkook'un yüzünü elleri arasına alıp suratının her köşesini öpmüştü. Ardından onu göğsüne bastırıp, 'oğlum,oğlum' diyerek saçlarını okşamıştı. Jungkook da ona sıkıca sarılmış, sessizce gözyaşı dökmüştü. Onu ilk kez böyle ağlarken gördüğüm için bir yandan tuhaf, diğer yandan mutlu hissetmiştim.
Dağ gibi adam, annesinin kollarına kavuşunca küçücük bir çocuğa dönmüştü sanki.
Birkaç gün sonra Kore'ye geri dönmemiz gerektiğini söylediğimizde annesi Jungkook'a gitmemesi için yalvarmış, sürekli ısrar etmişti. Jungkook da sonunda dayanamayıp anne ve babasına aslında Bad Bunny olduğunu, görevleri ve sorumlulukları olduğunu ama sık sık onları arayacağını ve ziyaret edeceğini söylemişti.
"Yani sen... İnsan öldürerek mi geçimini sağlıyorsun?" demişti babası pek onaylamayan bir bakışla.
"Ihm... Sadece ağır suçlar işleyen insanları," demişti Jungkook boğazını temizleyerek. Daha sonra babası ona hak vererek başını sallamış ve dikkatli olmasını söylemişti.
Annesi ise "Aferin oğlum, hele o kadın tecavüzcülerinin ciğerlerini deş." diyerek tam gaz destek vermiş, Jungkook'u güldürmüştü.
Jungkook kız kardeşiyle birlikte yemek almak için gittiğinde, annesi ve babası ile yalnız kalmıştım. Bana onun hayatında olup onu desteklediğim için teşekkür etmişlerdi. Bense, "Hayatımı değiştiren oydu. Asıl benim ona ve onun gibi bir çocuğu dünyaya getirdiğiniz için size teşekkür etmem gerekir," demiştim. Kısaca kendi hayatımdan bahsettikten sonra Bayan Jeon babam olacak herifin ne kadar aptal olduğuyla ilgili çeşitli şeyler sövmüştü. Sanırım oldukça feminist bir tarafı vardı. Jungkook'un öfkelenince kaşlarını çatışını ve sinirliyken yaptığı konuşma tarzını kimden aldığını açıkça görebilmiştim. Aynı zamanda gülümseyişini ve şefkat dolu bakışlarını da annesinden almıştı.
Uzun ve zar zor yapılan bir vedalaşmadan sonra oradan ayrılmış, Kore'ye gelmiştik.
Şimdiyse Jasmin unninin odasındaki koltuklara dizşlmiştik. Unni kısa aralıklar dışında sürekli uyku halindeydi ve bu hepimizi endişelendiriyordu. Özellikle de Jin oppa çökmüş görünüyordu. Çocuklar evde sürekli annelerinin ne zaman geleceğini sorduğunda ise kimse düzgün bir cevap veremiyordu.
Jimin, o kadar korkmuştu ki annesinin öldüğünü bile düşünmüştü. Küçük yaşına rağmen olgun tavırlar sergiliyordu ki yaşadığı şeylerden sonra sanırım bu normaldi. Onu ikna etmek için hastaneye getirmek zorunda kalmıştık. Yumin de gelmişti.
Jasmin unni biz geldikten birkaç dakika sonra uyandı. Jimin ve Yumin'i görmeyi beklemediği belliydi ama yine de sevinmişti. Çocuklar annelerinin iki yanında durup ona sarıldılar ve bir an önce iyileşmesi gerektiğini, onu ne kadar özlediklerini söylediler.
Bu benim ISD'ye ikinci gelişim oluyordu. Daha önce Kiko'nun cezasını izlemek için gelmiştim ama o zaman diğerlerinin yardımıyla gizlice giriş yapmıştım. Çünkü o zamanlar The Dark'tan saklanmam gerekiyordu. Şimdi ise varlığımdan zaten haberi olduğundan umursamyordum. Öylece çıkıp, beni tüm ISD milletinin içinde öldürecek hali yoktu.
"Hey Alyssa, senden bir şey isteyebilir miyim?" dedi Hyunji siyah ceketini üzerine geçirirken. Ekip odasına gelmiştik.
"Taehyu- ehh, yani Nightmare ile bir suçluyu arıyoruz. Bu kişi eski bir NIS üyesi. Binaya gidip onunla ilgili belgeleri bana getirebilir misin?" elime bir kağıt uzattı. "Adamın ismi ve dosyasını nerede bulabileceğin burada yazıyor."
Kağıdı alıp başımı salladım. "Merak etme. Hallederim."
"Teşekkür ederim! Dikkatli ol." dedikten sonra gitmişti.
Jungkook ve Hoseok devriyedeydi, Aeda da görevdeydi. Bu durumda tek başıma gitmem gerekiyordu. Jungkook bana tek başıma kalmamam gerektiğini söylemişti ama sürekli yanımda birileriyle dolanma düşüncesi de hoş değildi. Bana kendisi yanımda olmadığı zamanlar için bir koruma vermek istediğinde onu kibarca reddetmiştim. Ama eminim Jungkook uzaktan da olsa peşime birilerini takacaktı.
ISD'den ayrılıp arabama atladım ve artık terk edilmiş olan NIS binasına doğru sürdüm. Uzun süren bir yolculuktan sonra binanın önüne arabayı park ettim. Akşam saatlerine yaklaştığımız için içerisi karanlıktı. Sigortayı çalıştırıp binadaki tüm ışıkları aydınlattığımda daha rahat hissediyordum. Koskoca, karanlık ve terk edilmiş binalar hep ürkütücü gelirdi gözüme.
Hyunji'nin kağıtta tarif ettiği büro odasını buldum ve üye kayıtlarının bulunduğu yere gittim. Büyük, metal çekmecelerin içine tıkılmış dosyaların arasında Huynji'nin dediği adamın dosyasını araştırmaya başladım.
Bu sırada arkamdan bir takırtı sesi duydum. İlk başta umursamasam da bu sefer ayak sesi duyduğuma emin olunca dönüp etrafıma bakındım. Temkinli bir şekilde bulunduğum bölgeyi incelerken, ışığın ulaşamadığı bir duvarın kenarında siyah bir silüet gördüm. Yuktunup derin bir nefes aldım.
"Seni çağırmıştım ama gelmedin. Açıkçası beni hayal kurıklığına uğrattın. Sözünün erisindir sanıyordum. Neyse... Madem sen bana gelmedin, ben sana geldim."
Ve duvarın kenarından çıktı. İnsanı olduğu yerin dibine sokabilecek gibi bakan gözleri, dik, kararlı duruşu ve yarım ağız gülümsemesi ile The Dark, karşımda duruyordu.
***
En heyecanlı yerde bitirmeyi severim:d
Şunu da şuraya bırakayım gece gece gülün biraz eheheöfdşfçdşdl
JUSTIN VE JUNGKOOK TANIŞIN ARTIK #JuskookReelOlsun
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• Bᴀᴅ Bᴜɴɴʏ Π Jᴇᴏɴ Jᴜɴɢᴋᴏᴏᴋ •
Acción[05.12.17 / Aksiyon #1] [02.10.20 / Hayrankurgu #1] Alyssa Martin, sosyal görevi için bir akıl hastanesine gider. Görevi yasal bir yetimhaneye gidene kadar orada tutulan çocuklara bakıcılık etmektir. Fakat bu hastanede, hayatını tekerlekli sandalye...