8. Bölüm - İtiraf

107 20 23
                                    

Bulduğumuz ipucu ikimizi de heyecanlandırmıştı. Yerimden fırlayıp, volta atmaya başladım.

"Eğer bir iddia ile anlaşıyorlarsa, o zaman satışı bulamamamız normal." Dedim. Satışın yer altından yapıldığı su götürmez bir gerçekti. Ancak belli ki herkese verilmiyordu. "Benim düşüncem, öncesinde bir oyun gibi bir şey oynuyorlar ve hak edene uyuşturucuyu veriyorlar."

"Dur, biraz yavaş ilerle." Diye itiraz etti Yağız, "Söylediğin çok büyük bir iddia ve elimizde kanıtımız olmadan destekleyecek bir şeyimiz de yok."

Haklıydı. Acaba nereden başlasaydık? Önce Enes'i mi bulsaydık yoksa Emre ve Ali'nin uyanmasını mı bekleseydik? Kolum bu haldeyken aslında pek de bir şey yapamazdım. Ama sanırım bu süreçte Atlas'ın rutinini öğrenmeye devam edebilirdim. "Haklısın, o halde sanırım Atlas'ı izlemeye devam etsek iyi olacak" diyerek ona katıldığımı belli ettim.

Günün geri kalanında Yağız evine gitmesi gerektiğini söylerek Oyuk'tan ayrıldı. Ben de salonda oturup biraz kitap okuduktan sonra, Emre'nin durumunu sormak için hastaneye gitmeye karar verdim. Allah'tan Emre'nin arabası vardı da motorla gidip bu soğuk havada üşümemiştim.

Hastaneye vardığımda doktor, durumun stabil olduğunu ve onu hala uyuttuklarını iletti. Ne zaman uyanacağı ise tam bir muammaydı. Söylemese de bir komplikasyon olduğu belliydi. Sanırım artık Emre'nin ailesine durumu bildirmenin zamanı gelmişti. Telefon açtığımda annesi Emel teyze önce şaka yaptığımı sandı; fakat sonra oldukça ciddi olduğumu anlayıp ağlamaya başladı. İlk uçakla geleceğini bildirip telefonu kapattığında hala ağlamaya devam ediyordu. Kötü haberler vermekten nefret ediyordum, tıpkı vedalardan nefret ettiğim kadar. O yüzden, Emre'yi sadece camından görebildiğim yoğun bakım ünitesinin önünde dikilirken, "Allah'ım" dedim içimden, "lütfen ona veda etmek zorunda kalmayayım."

Hastaneden çıkmadan önce Yağız'ı arayıp, Ali'nin hangi hastanede olduğunu sordum. Annesinin çalıştığı özel bir hastaneye sevk edilmişti. Yağız'la orada buluşmak üzere sözleşip yola çıktığımda aklımda oraya ne sıfatla gidiyor olduğum vardı. Ailesi beni nasıl karşılayacaktı? Tamam, haber veren Yağız'dı ailesine ama sonuçta Ali'yi de ben bulmuştum. Kafamda böyle birçok soruyla hastaneye doğru yol alırken, aklıma çiçek almak geldi. Bir demet kır çiçeğinin yumuşatamayacağı kalp yoktu sonuçta.

Elimde demet, hastane kapısının önünde Yağız'ın gelmesini beklerken, onu otobüsten inerken görüp kahkaha attım. "Ne o" diye başladım yanıma geldiğinde "motoruna hala kavuşamadın mı?"

"Sorma ya," diye yanıtladı. "Hasar almamıştır sanıyordum ama dün gece itfaiye aracı geçerken fark etmemiş o yüzden elimde şimdi motor yerine bu var" deyip cep telefonundan motordan geriye kalanların fotoğrafını gösterdi. "Acıttı" dedim. "Hem de nasıl" diyerek katıldı. "Çiçek almak da nereden çıktı?"
"Ne bileyim, içimden geldi. Destek olmak istedim sanırım." Dedim. Aklıma 17 yaşım ve kendi ailem gelmişti aslında. İtiraf etmek istemesem de durum bundan ibaretti.

İçeriye girip, Ali'nin hangi odada kaldığını öğrendiğimiz danışmadaki kız Yağız'a gözlerini dikmiş bakıyordu. "Hanımefendi, nişanlıma neden gözlerinizi diktiğinizi sorabilir miyim?" diye sordum. Oyuncu Arya iş başındaydı. Kızın kızarmasını izlerken egom yine tavan yapmış, içimdeki yaramaz çocuk göbek atıyordu.

"Özür dilerim" diyerek bizi yanıtladıktan sonra Yağız'ın bıyık altından gülümsemesi eşliğinde çift katlar asansörüne ilerledik. "Çok kötüsün" diye takıldı. "Sen de eğlendin, ne diye şimdi, suratında hala silinmemiş gülümsemen dururken üstelik, suçu sadece bana atıyorsun ki?" kafasını sağa solla sallayarak yorumsuz kaldı. Ali'nin bulunduğu kata geldiğimizi haber veren asansör sesi haricinde ikimiz de sessiz kalmayı seçmiştik.

ÇemberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin