21. Bölüm -Zehir

51 7 9
                                    

"Emre?" dedim ama sesim bir fısıltı şeklinde çıkmıştı. Tahsin odadan çıkıp gitti. Can ise telefonda karşı tarafa görünmüyor ancak benim görebileceğim bir yerde sakin olmamı işaret ediyordu. Görüş alanımdan Emre çıktıktan son Akif girdi. Yüzünde pis bir gülüş vardı ve midemi kaldırıyordu. "Aryacığım" dedi. "Emre'de minnacık bir imaj değişikliği yaptım nasıl olmuş?" deyip telefonu ellerine çevirdi. Parmaklarını kırmıştı! Kendimi nasıl tuttum bilmiyorum ama sakin bir sesle "Hayvan herif" dedim. "Bu yaptığının bedelini ödeyeceksin."

"Ağır ol bakalım" dediğinde yüzündeki gülümseme silinmiş yerini ciddi bir ifadeye bırakmıştı. "Senden istediklerimi yaptığında arkadaşına kavuşabilirsin."

"Ne istiyorsun?"

"Bu davanın peşini bırakmanızı. Kendi ayaklarınla bana gelmeni istiyorum Arya, abime ve bana yaptıklarının cezasını ödemeni istiyorum. Kısacası arkadaşının hayatına karşılık sen."

"Ya kabul etmezsem?" diye sordum. "Kabul edeceksin" dedi. Sanki içimi okuyordu. Can, onu oyalamam için işaret etti. "Beni tanıdığını mı sanıyorsun?" diye sordum. Can'ın işaretinden sonra aklıma başka bir şey gelmemişti.

"Tanıyorum, hatta annen ve babanla da tanıştım. Çok iyi insanlar." Blöf yapıyor olabilirdi. Bunu netleştirmek için karşı atak yaptım. "Yalan söylediğin çok bariz."

"Öyle mi?" diye sordu. Bu sırada Can odadan çıkıp bir yerlere gitti. "Derya Hanım ve Emin Bey senden çok çekmişler. Anlattılar da biraz... Çok zor bir çocukmuşsun."

Zaman kazanmak için düşünüyor gibi yaptım. "Akif, hala doğruyu söylediğine inanmıyorum" dedim. Can elinde tuttuğu bir kâğıdı bana gösterdi. "Annen ve baban iyiler. Korumaya alınmışlar."

Kahkahamı bastıramadım. "Akif" dedim sakin bir tonla. "Beni çok küçümsüyorsun. Zekâm sana hafif mi geliyor?"

"Aslına bakarsan seni olduğun gibi görüyorum. Sen ve ben Arya, ikimiz de aynıyız."

"Sahi mi? Atladığın şey benim bir istihbaratçı olmam. Dolayısıyla senin gibi biriyle uğraşırken ve üstelik sen benim kim olduğumu öğrenmişken ailemi öylece savunmasız mı bırakacaktım?"

Ne demek istediğimi anlayan yüzü aniden ciddileşti. "Tamam, bu kadar yeter. Bakalım sevdiklerin için neler yapabiliyorsun" deyip görüş alanıma bir şırınga soktu. "Bunu yapmayacaktım ama görüyorum ki kendini cesur sanan bir aptaldan fazlası değilsin."

"Akif dur ne yapıyorsun?"

"Arkadaşını kurtarmak için yaklaşık yirmi sekiz saatin var. Biliyorum ki yerini tespit ettiniz. Bol şans" deyip elinde tuttuğu şırıngayı Emre'nin boynuna sapladı. "Hayır" diye bağırsam da arama sona ermişti. Buna inanamıyordum. Aptal Arya, aptal, aptal!

"Aman Allah'ım" diye inledim. Sonra da sinirle telefonu duvara fırlattım. Odanın ortasında dönmeye başladığımda Tahsin içeri girdi. "Yerlerini tespit ettik. Ekipler yolda" diye bilgi verdi. "Ekiplerin yolda olması bir şeyi değiştirmez. Akif kaçtı."

Gergin bir şekilde volta atıyor ve ne yapacağıma karar vermeye çalışıyordum. Can ve Tahsin odadan çıkmış beni deliliğimle baş başa bırakmışlardı. Ben ne yapmıştım? Kabul etmeliydim, Emre'nin yerine beni almasını kabul etmeliydim. Düşünmek zorundaydım. Odaklanmalı ve konuşmalarımızı baştan aşağı aklımdan geçirmek zorundaydım. Ne demişti o? "Arkadaşını kurtarmak için yirmi sekiz saatin var." Aklıma gelen düşünce gerçek olduğundan emin olmadığım ama yine de bana bir umut veren bir eylemdi.

Çok fazla ses çıkarmamaya özen göstererek aşağı kata indim. Yoğun bir telefon trafiği içinde görünen korumalarım beni fark etmeden spor odasına ilerledim. Duvardan bir silah ve bıçak aldıktan sonra garaja girip motosikletimi çalıştırdım. Polisler ve de korumalarım bana yetişemeden gazı kökledim. Telefonumu duvara fırlatıp paramparça ettiğim için yanıma almamıştım dolayısıyla sinyal takibi yapamazlardı. Bu da kendimi gizemli hissettirmişti.

ÇemberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin