Karşımda ki kadının uzun, dalgalı ve kızıl saçları vardı. Dar kesim gri bir kumaş pantolon ve onun üzerinde beyaz salaş bir gömlek. Ayağında ise siyah süet topuklu bir bot. Omuzunda ki siyah uzun paltosu ve elinde tuttuğu siyah çantasıyla oldukça asil duruyordu.
Beyaz teninde ki kahverengi gözleri ve saçlarına uygun dudakları ile güzel bir kadındı.
Gülümsedi.
"Merhaba arkadaşlar" dedi.
Sesinden otoriter biri olduğu belliydi.
Ayağa kalkıp uzattığı elini tuttum.
"Merhaba" dedim.
Burak ve Alper kadına olanları anlatırken Yiğit polis eşliğinde nezaretten çıkmıştı.
Bileklerinde kelepçeler yoktu şimdi. Kolundan tutuyorlardı. Yiğit elinde tuttuğu ceketini kollarıma bıraktı.
"Bade" dedi.
"Birazdan çıkarsın Yiğit" dedi Bade ve ona gülümsedi.
"Sana güveniyorum. Sen varsan sıkıntı yok" dedi Yiğit.
"Müvekkilim ile özel olarak konuşmam lazım" dedi Bade polise dönüp.
"Şu odada görüşebilirsiniz" Yiğit ve Bade polisin gösterdiği odaya girdiler. Yüzüme kapanan kapının ardından bakakalmıştım.
Elimdeki ceketle bir koltuğa oturdum.
Gözlerimi kapıya sabitleyip alt dudağımı kemirmeye başladım.
Elimde ki ceketten onun kokusu yayılıyordu burnuma. Hızla ceketi koltuğa bırakıp ellerimi göğüsümde birleştirdim."Beni eve bırakabilir misin" dedim Alper'e dönüp.
Burak'a baktı.
"Neden Mihrimah dur burada" dedi.
"Bana gerek yok ki" dedim.
Neden tribe girdiğim hakkında bir fikrim yoktu. Sadece kendimi fazlalık gibi hissetmiştim.
"Hayır burada kal" dedi Burak.
Çığlık atmamak için zor duruyordum. Ayağa kalktım.
"Nereye" dedi
"Hava alacağım" dedim ve arkamı dönüp yürümeye başladım.
Karakolun bahçesine çıkıp banklardan birine oturdum.
Akşam olmuştu. Gökyüzüne baktım.
Ay hilal şeklindeydi. Sanki tüm askerlerimize polislerimize destek olur cinsten.
Yıldızlar ise yoktu.
Şehrin ışıklarını kıskanıp sönmüşlerdi sanki.
Doğrusu şehrin ışıkları onlara fırsat vermiyordu parlamaları için.
Sahi ya tüm bu yapay ışıklar bizlere doğal ışıkları unutturmuştu.
İstanbul'da hangi gece gökyüzüne baktığında yıldız görebilirsin ki. Bir iki tane gördüğünde sevinçten çıldırırsın.
"Bakın bir yıldız yapay ışıkların arasından sıyrılıp kendini göstermiş" diye.
Ya da yıldız sandığın şeyin aslında bir hava aracı olduğunu fark edersin.
Biz insanlar neden doğal güzellikleri örtmeye çalışıyorduk.
Yıldızlar bizim yüzümüzden karanlığa hapsolmuşlardı.
Gökyüzü geceleri sadece ay ile parlıyordu.
Peki ay yıldızları göremeyince özlemiyor muydu?
Peki yıldızlar tüm ihtişamlarını bizlere gösteremeyince üzülmüyorlar mıydı?
Yaratılan herşey muazzamken niçin onların üstüne yapayını yapıp dünyayı kirletip darma dağan yapıyoruz.Omuzlarıma örtülen ceketle düşüncelerimden sıçrayarak sıyrıldım.
Daha başımı kaldırıp kimin geldiğine bakamadan yanıma oturuverilmişti.
"Yiğit" dedim şaşkınlıkla. "Bu kadar çabuk mu?"
"Bade işinde iyidir" dedi.
Omuzuma örttüğü ceketi üstümden sıyırıp yanına koydum.
"Üşümedim" dedim. Ama onun sesimden ve tavrımdan dolayı üşüdüğüne emindim.
Hızla ayağa kalktı.
Bade gelmişti.
Bana sahte bir gülümseme yollayıp Yiğit'te içten bir gülümseme bahşetti.
"Ben gidiyorum. Sonra görüşürüz" dedi. Ve elini uzattı Yiğit'te.
"Görüşürüz. Her şey için sağol" dedi Yiğit ve Bade'nin uzattığı elini tuttu.
Bana ise onları yutkunarak izlemek kalmıştı.
Bade yanımızdan ayrılınca bizde Yiğit'in arabasına bindik."Nasıl oldu?"dedim.
"Ne nasıl oldu" dedi gözünü yoldan ayırmadan.
"Nasıl hemen çıktın" dedim.
"Bade savcı ile konuştu. Elinde yeterince delil vardı" dedi.
"Peki" dedim ve omuz silktim.
Dudağının sağ tarafı hafif yukarı kıvrılmıştı.
Umursamayıp camdan dışarıyı izledim.&&&&&
"Ya işte böyle" ellerim çenemde dün olanları benim bakış açımdan üniversitenin kantininde Saliha'ya anlatıyordum.
"Demek Bade o kadar güzel" dedi gözlerini kısarken.
"Güzel vallahi ne yalan söyleyeyim" dedim.
"Burak inşallah bakmamıştır yoksa gözlerini oyarım" dedi. Kıskanmıştı kocasını.
Güldüm.
"Sahi Burak nerde?" Dedim.
"Bu gün çok sevgili arkadaşı Yiğit'in yanında olacakmış" dedi gözlerini devirip kollarını göğüsünde bağlayıp.
"O zaman şirkete baskın yapalım" dedim ellerimi masaya koyup.
"Süpersin" dedi ve eliyle çak yaptı.
"Nasıl gideceğiz?" Dedim.
Çantasından araba anahtarı çıkartıp salladı.
"Süpersin" dedim.
Göz kırpıp anahtarı geri koydu.
"Sen araba kullanmayacaktın hani" dedim.
"Baktım olmuyor bende kullanayım dedim" dedi.
Ben araba hiç kullanamıyordum. Annemin trafik kazasında öldüğünü öğrendiğimden beri arabanın sürücü koltuğuna geçmemiştim.
"Saliha birşey diyeceğim" dedim.
"Söyle gülüm" dedi.
"Şimdi Yiğit kendi yüzüğünü gümüş almış. Yani dindar mı bu adam. Ama hiç namaz kıldığını felan görmedim. Hem Bade ile rahatça tokalaştı." Dedim.
"Yüzüğü alırken Burak yanındaydı muhtemelen o seçmiştir" dedi.
"Hem namaz kıldığını bende görmedim ama öyle dine karşı bir çocuk değil. Yani Burak'a felan hiç laf çarpıtmadı. Sadece Burak" hadi namaza" deyince ya cevap vermiyor ya da hazır değilim diyor. Biraz değişik bir adam" dedi.
Değişik bir adam olduğunu biliyordum.
Saliha'nın sırtımın dönük olduğu yöne bakarak yüz ifadesinin değişmesi benim de arkama dönmeme sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAZEN (Düzenleniyor)
General FictionCinayetin parçalanmış sayfaları... Aşk, hüzün, öfke, acı, feda... belki de her şey, her his, her duygu Bir adam var. Belinde silah, elinde kitap. Kalıplaşmışın dışında. Aşık, anlayışlı, bilgili, iyi kalpli... Genç bir kadın var. Yüreği özlemle dol...