25. BÖLÜM

2.4K 177 25
                                    

"İyi misin Dilara" dedim henüz gözlerini yeni açmış boş boş etrafı izleyen Dilara'ya.
Bakışlarını iki saniyeliğine bana çevirip başını salladı.

Hastaneye Yiğit ile gelmiştim. Her ne kadar Murat'tan haz etmese de önemli bir mevzu vardı ortada.
"Sen sakın üzülme. Her şey düzelecek inşallah. Güçlü ol." Dedim elini tutup.
Çökmüş yüzü, kararmış göz altları ve çelimsiz bendeni...

Binlerce genç vardı tıpkı Dilara gibi. Battıkları bataklıktan çıkmaya çalışan, çıkamayan ya da her geçen gün daha da batan.
İnsanlığın görüp görebileceği en kötü şeylerden biri değil mi bu uyuşturucu denilen şey.
Bir çok gencin hayatını söndüren, gözü yaşlı anneler bırakan, gerçekleşmeyen hayaller, bitmiş umutlar, sonu gelmeyen çaresizlikler....

"Bir  taneden birşey olmaz" diye teşvik edilip kahrolan hayatlar.
Karşımda serumlara bağlı, berbat bir durumda yatan Dilara gibi niceleri yok mu?
Kim bilir ne hayalleri var gerçekleştirmek istediği...

Ona baktıkça gözlerimin dolmasına engel olamıyordum.
Doktorlar ve polisler Dilara için ne gerekiyorsa yapacaklardı.
Hatta ona çok iyi bir psikiyatr bakacaktı.

Bir kağıda telefon numaramı yazıp komodine bıraktım.
"Buraya numaramı bırakıyorum. Dertleşmek istediğinde, ihtiyacın olduğunda ne zaman istersen arayabilirsin" dedim gülümseyip.

Yine başını salladı.
"Allah'a emanet ol" dedim ve el sallayıp çıktım.

Yiğit kapıda bekliyordu. Beni görünce telefonunu cebine koydu ve aşağı indik.
Arabaya bindiğimizde bana döndü.
"Nereye gidelim" dedi.
Kafamı kaldırıp düşündüm.
Bugün cumaydı ve cuma namazı için hala çok vaktimiz vardı.
O zaman uzun zamandır gitmediğim Sultan Ahmet'e gidip cuma namazını kılıp, Ayasofya ve Sultan Ahmet arasında otururken kestane yiyip oradan gülhane parkına yürüyebilirdik. Ee hava da güzeldi.

Yüzümde ki tebessümle Yiğit'e döndüm.
"Sultan Ahmet" dedim keyifle tebessüm edip.
"Olabilir" dedi dudağını büküp.

Yola koyulup Sultan Ahmet'in yolunu tuttuk.
En keyif aldığım şeylerden biri de Yiğit'le bir yerleri gezmekti.
Biraz trafik vardı. Camı açıp bahar havasını hissettim.

"Ağaçlar çiçek açıyor" dedim neşeyle.
"Biz böyle oldukça benimde gönlüm çiçek açıyor" dedi tek kaşını kaldırıp.
Yüzüme utangaç bir gülümseme yerleştirip başımı salladım.

Sultan Ahmet'e yaklaştığımızda arabayı müsait bir yere park ettik. Malum park yeri bulması epey zor oluyordu.
Arabadan inip yürümeye başladık.
Etraf kalabalıklaşırken baharın güzel esintisi yüzme çarpıyordu.
Yiğit'in kumral saçları rüzgarla ahenkli bir danstayken benim de başörtüm bu dansa eşlik ediyordu.

Yiğit'in koluna girip yürümeye devam ettim.
Az sonra görmek istediğim manzara ile karşılaşınca gülümsedim.

İşte karşımda, soluk pembesiyle ayasofya ve mükemmel grisi ile Sultan Ahmet camii.  Ortada özenle dizilmiş tahta oturaklar, ve hayranlıkla etrafı izleyen insanlar...
Yeşil, mavi, kırmızı, beyza, gri ve daha nice renkler bu güzel manzaraya daha da güzellik katıyordu.
"Burayı çok seviyorsun galiba" dedi Yiğit bana bakarken.
"İstanbul'un heryerini çok seviyorum. Burası da ayrı tabii" dedim.

Tahta sıralara oturduk.
"Birazdan ezan okunacak" dedim kolumda ki saate bakıp.
Başıyla onay verdi.
"Cumaya gideceğiz değil mi?" Dedim kaşlarımı kaldırıp.
Hafif güldü.
"Sende beni iyice namazsız, abdestsiz belledin" dedi.
Şaşkınlık ve gülme arası bir ses çıkartırken başımı eğdim.
"Sen de mi cumaya geliyorsun" dedi bana kaşlarını çatıp şaşkınca bakarken.

HAZEN (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin