29.BÖLÜM

2.1K 147 11
                                    

Geçmek bilmeyen bir ay....
Bitmeyen delil arama çabaları...
Yiğit'in özlemi... nadiren olan kısa görüşmeler.

Atlattık sayılırdı çok şükür. Bir ay geçmiş sayılabilirdi. Davaya bir hafta vardı.
Hepimizin yüreğinde heyecan ve umut kırıntıları peyda olmuştu.

Burak, Bade ve Laurent ellerinden geleni yapıyorlardı. Ve ben de. Saliha ve Ayşe teyzem ise benim sığındığım limanlarımdı.
Karanlık gecelerde Ayşe teyzem ile dua edip güzel günlerin hayalini kurup, yüzümüzde ki ümitli gülümsemelerle neşelenmeye çalışıyorduk.

Saliha'nın yavaş yavaş büyüyen karnıyla bol bol muhabbet edip içeride ki sevimli bebekle neşelenmeye çalışıyorduk.

Veya Yiğit'i ziyarete gittiğimde moralimizi yüksek tutmak için yaptığımız keyifli kitap veya film sohbetleriyle neşelenmeye çalışıyorduk.
Her görüş sonrası beni sevdiğini dile getirip veda etmesi ise gülümsemek için bir sebep dahaydı.
Değerini bilemediğim zamanların acısını şu bir ay iyi çıkartmıştı.
Şimdi diyorum ki "bir eve dönse, bir çıksa oradan." Günlerim böyle umut edip, dua etmekle geçmişti.

Birde delil toplama çalışmaları.
Yeterli deliller toplanamasa da şahitlerimiz vardı.
Mesela Alper bir şahitti. Pierre'de.
Kamera kayıtları, bir kaç ses kaydı, diğer şüpheli şahıslar... birşeyler vardı yani. Ve bunların hepsinin yedeklerini Bade savcıya vermişti.
Kaya'yı ise Laurent halletmişti. Şu an o da Arslan Cihan cinayeti yüzünden yargılanıyordu.
Yani suçsuz değil suçlu olan sonunda içeriye girebilmişti. Bizim delillerimiz onun davasına da ışık tutmuştu. Arslan Cihan cinayetinde üç büyük dava vardı.
Birincisi babamın ki. İkincisi Yiğit'in ki ve üçüncüsü en nihayetinde asıl katil olan Kaya'nın kiydi. Kaya'nın davası da Yiğit'inkinden bir gün önce. Belki de o davada herşey açığa çıkacaktı da bizim çok savunmamıza gerek kalmadan Yiğit beraat edecekti.
İnşallah....
Orada zor günler geçirmişti muhakkak. Bir insanın özgürlüğünün kısıtlanması kötü birşeydi. İnsanı yıpratır ve yorardı. Kaldı ki televizyon haberlerinde, sosyal medyada, manşetlerde Yiğit'e atılan iftira bir güzel göze çarpıyor ve çok okunup tıklanıyordu.

"Başarılarıyla ünlü iş adamı Yiğit Buğra Akadoğlu, Arslan Cihan'ın katili çıktı. Volkan Karan ise hala aranıyor"

Ama zamanında "Arslan Cihan, Volkan Karan'ın eşini öldürdü" diye bir haber yapılmamış. Dahası "Volkan Karan'ın eşi feci bir trafik kazasına kurban gitti. Cenazeye ortakları Arslan ve Alev Cihan çiftide katıldı. Volkan Karan'ı yalnız bırakmayan Arslan Cihan dostuna destek oluyor" gibi manşetler o yıllarda epey gündemde kalmış.

Sinirden ve üzüntüden gözümden bir damla yaş süzüldü. Elimin tersiyle akan yaşı silip boğazı izlediğim camın önünden ayrıldım.

Bu bir ay hepimiz için meşakkatli geçmişti.
Okuldakilerin acıyan bakışları arasında bulunmak tahammül edilmesi zor birşeydi. Ya da "Eşinin bir katil olduğuna inanamadık. Eğer kendini seviyorsan o adamdan ayrıl. Sonuçta bir katilin ne yapacağı belli olmaz" gibi yorumlara maruz kalmakta öyleydi.

Peki önceden Yiğit okula geldiğinde ne kadar şanslı olduğumu söyleyen kızlar neredeydi!

Bırakın iftiraya uğrayan biri hakkında böyle ithamlarda bulunmak, Yiğit gibi bir adam için bunların söylenmesi mide bulandırıcıydı.
Madem inandın, benimlede muhattap olma.
Ama insanlar işte değişikler. Anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar.
Biz ne yaptık gülüp geçtik. Savunma da yapmadık.
Ne de olsa öğrenecekler.
Kötü haber tez yayılırmış yayıldı da. Ama iyi haber de yayılır elbette.
O zaman gelip "pardon eşin iftiraya uğramış. Sakın onu bırakma. O iyi bir adam. İyi şeyler yapar" diye mi öğüt verecekler.
Neyse ki biz buna da gülüp geçmesini iyi biliriz.

HAZEN (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin