Bir kadın,
saçları omuzlarından aşırıydı,
Yaşanmışlığın kırıklıkları vardı uçlarında.
Gözleri,
çiçeği burnunda bir sancıya gebeydi.
Kadere olan inancı mı,
Bilemedim...
Neydi acaba,
Ona saç kırıklıklarını umursatmayan,
Dudaklarını kemirten kahır dolu acı!
Ağaçtan yapılma bir bavul vardı yanında,
üç beş kağıt,
Birde puankiyeli bez parçası.
Kalıcı bir vedaydı anlaşılan...
Titreyen elleri ve seğiren gözleri vardı
Puankiyeli fların üzerinde.
Kim bilir,
belki de...
bavul da yadigardı...
İçi boştu yani.
Uzun bir yol vardı ömründe,
Cihana inat,
Ay ile sevişir gibi...
Küfür vardı gözlerinde!
Herşeye rağmen,
Savurmamıştı anıları ardına.
Şiir gibiydi...
heyecanla başlamıştı serüveni,
Şimdilerde acemi bir resital.
Yüreğinde beslediği adanmışlıktan,
Küçücük bir parça arıyordu,
Yaşamının geri kalanı için.
Bi başınalıktı bize görünen
Oysa onun dünyasında,
Bir kendine yer yoktu.
Bir sigara götürdü,
Kemirilmiş dudaklarına;
Uzun süre baktı yanmayan sigarasına...
Yaktı,
Ve ilk sancı boşaldı gözlerinden.
Titreyen elleri fları iyice sıkıyordu,
Kim bilir,
belki de...
ardına savurabileceği anısı bile yoktu;
Üç beş kağıt,
Ağaçtan bozma bavul
Ve puankiyeli flardan başka...
Hasrete razı gibiydi,
DUdaktan dökülmek istenen kelimeler.
"Yeter ki nefret olmasın"
dercesine susuyordu dudaklar.
Bir kendime baktım
Birde ömrüne esir olan kadına.
Dalıp gitmişim o an dönülmezlere,
Bir güvercin tünemiş yanı başıma,
Ürpererek geldim kendime.
Etrafıma baktım,
Ne kadın vardı...
ne de,
Arta kalan bir iz.
O vakit anladım esaretimin lisanını.
Hür olmak için Hürriyete gerek yoktu,
Bir iz bırakabiliyorsan hürsün..
Hepsi bu.