Yağmur; tüm sertliğiyle camda izler bırakıyor, yalnızlığı resmediyordu. Soğuk hava, sert mizaçlı insanların içinde ki sıcaklığı saklamak için korunduğu kusursuz bir yoldu. En çok da yalnızlığın üzerine giydiği bir mevsimdi sonbahar. Bir yorgan kalıbında hayatımıza girer, biz yalnızların üzerini örterdi. Yalnızlığı en çok anlayanlardandım ben, Yüsra Uslu. Ailemi daha iki yaşında, en savunmasız yanımla kaybetmiş, ilk kez o zaman tatmıştım bu yakıcı lezzeti. Boğazlarımdan yaka yaka inmiş, kalbimde yerleşim kurmuştu. Geçmeyecek bir yangın bırakmıştı geriye. Sevmezdim ben soğuğu. Bana yalnızlığımı en çıplak haliyle gösterirdi. Ama yağmur, o iyiydi. Temizlerdi, saftı.
Çocukluğum, büyük annemin yanında, İzmir'de geçmişti. İç sesleri duymak gibi bir yeteneğe, yada beni insanlardan soyutlayan bir lanete sahiptim. Hayatın en acı darbesi, büyük annemi kaybetmemle başladı. Bütün dünya yerle bir olmuş, büyük bir enkazın altında kalmıştım. Tıklım tıklım yalnızdım. Koskoca şehirde sığınabileceğim bir tek kişi vardı Gökay, çocukluk aşkım. Çocuk aklı işte. Beni yurda vermesinler diye ona sığınmıştım. İç sesleri duyduğumu söylediğim an bir darbede ondan gelmişti. Yağmur, ilk kez o gün yaktı bedenimi. Kimsesizliğim yüzüme tokat gibi indi. Asfalt ayaklarımın altından kaydı sanki. Ilk kez kendimi o gün ucube gibi hissettim. Gökay'ın arkasına bile bakmadan gittiği o yağmurlu gün, bir daha iç sesleri duyabildiğimi kimseye söylememeye yemin ettim.
Bugün İstanbul'da hayata yeniden başlamış, adeta yeniden doğmuştum. On sekiz yaşında çocuk esirgeme kurumundan çıkmış, oradakilerin yardımıyla bir kafede işe başlamıştım. Kendi başıma dimdik ayakta durabilmek için hayat bana bir şans tanımıştı. Kimsenin beni tanımadığı bu şehir, bana iyi gelecekti. Buna inanıyordum. Ama asıl olayların yeni baş göstereceğini kimse bilemezdi. En çok da ben...
-Yüsra saat 3 yönün de senin ki var.
Alp'in aşina olduğum o alaycı sesini duyunca ister istemez ona bakmak zorunda kaldım. Dudaklarının kenarı belli olacak bir şekilde yana kıvrılmıştı ve bu onu olduğundan daha serseri gösteriyordu. Gerçekten, bu kadar gıcık olmasaydı yine ne zırvalıyor bu diye düşünmezdim. Gözleri bana bir şey göstermek isterce sağa kaydığın da, bende aynı yöne baktım.
Evet işte yine başlıyorduk.
İnsanların iç seslerini duymam yetmiyormuş gibi birde bu adamla uğraşıyordum. Her gün çalıştığım kafeye gelip beni izliyor, sadece benim hizmet etmemi istiyor, yaptığım hiçbir şeyi beğenmiyordu.
Peki ama neden onun iç sesini duyamıyordum?
İşte bu beni ürpertiyordu.
Derin bir nefes alıp yanına doğru ilerlemeye başladım. Kulağımın arkasında ki kalemi çıkarıp soğuk mavi gözlerin esi olmamak için defterden gözümü ayırmadan; "ne alırdınız?" Diye sordum. Hiçbir ses gelmeyince gözlerimi ister istemez ona çevirdim ve anında odak noktası olmamla baygın bir bakış attım.
lanet olsun ne düşünüyordu, duyamıyordum!
Tekrardan, sabırla ne içmek istediğini sordum. Düz bir şekilde suratıma bakıp -Çay dedi ve buz gibi sesiyle bana bakmayı sürdürdü.
Ah tabi çay içecekti, bunu zaten biliyordum. Ama bilmem onu duyduğum anlamına gelmiyordu tabii ki. Onu hala duyamıyordum ama her gün aynı şeyleri yaşıyordum. Çay istiyor, bir yudum almadan dikkatle bana bakıyor sonra sinirlenip kalkıp gidiyordu. Akli dengesi bozuk olabilir miydi? Sinirle topuklarımın üzerinde döndüm ve sinirlenip yanlış bir şey yapmamak için sabır topladım. Bu işe ihtiyacım vardı. Çayını doldurup geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sesler - Karanlık Mavi ♣
Teen FictionTamamlandı ✔️ Demir & Yüsra ▶▶ Kaybolmuş Sesler Arasın Da Ki; Sessizliğin Hikayesi ▶▶ Yıkılmaz duvarlarının arkasında ki, Güçlü adam.. Doğru bildiği yoldan ayrılmayan, inatçı bir kız. İç sesleri duyması yüzünden onları bir araya getiren, kusursu...