Kaşlarım çatılırken istemsizce gözlerimi kırpıştırdım.
Yağmur’a döndüğümde yüzünde benimkinin yansıması bir ifade olduğunu görmüştüm.
Gözlerini o taraftan çekip tekrardan bana yöneltti.
“Şu karşıdan gelen amcan değil mi?”Eh, o diğerlerini tanımıyordu tabi.
Başımı onaylarcasına sallayıp şaşkınlıkla tekrardan karşıya baktım.
Melih Yağmur’la beni fark etmiş gevşek gevşek sırıtıyor, amcamınsa gözleri Yağmur’u baştan aşağı -sanki hâlâ bıraktığı gibi olduğundan, bir yerine bir zarar gelmediğinden emin olmak ister gibi- tarıyordu.
Bu sırada babamın da gözleri beni buldu ve ,o her zamanki, bir türlü adını koyamadığım ifadesini takındı.
Ortada buluşmuştuk.
Ve bir anlığına herkes ne diyeceğini bilemeyerek sustu.
Sonra babam her zaman olduğu gibi önden hareket etmiş, “Savaş,” diye söze girmişti.
“Baba?” dedim ben de.
Bu sefer amcam, “Savaş,” demişti.
“Amca?”
“Yağmur?” Bu ses tabi ki Melih'e aitti. Sonra düzeni bozduğunu fark etmiş olacak ki, “Yani Savaş,” diye ekledi.
Herkes de aynı saf tonla soruyordu. Sanki normalde onlar burada kalıyorlardı da ben habersiz gelmiştim.
En son durumu saçmalığından kurtarmak adına, “Adımı mı ezberliyoruz?” diye sorabilmiştim.
Herkes cevap vermeden yüzüme bakmaya devam ediyordu.
“Ne oluyor herkes gelmiş?” diye sordum bu sefer.
Melih gözleri Yağmur’dayken, “Böyle mi hoş geldin diyorsun kardeşim?” diye sormuştu. “Ayrıca yüzüne n’oldu?” Ancak cümlesi biterken bana bakabilmişti.
“Düştüm. Ayrıca hoş geldiniz evet ama hâlâ bir açıklama bekliyorum.”
Yine cevap alamamamın ardından Melih’le sıkıca sarılmıştık. Bu sırada kulağıma, “Yenge de fenaymış yalnız...” diye mırıldanmayı ihmal etmemişti.
Sırtına birkaç defa bilerek canını acıtacak kadar sertçe vurup ondan uzaklaşmıştım. Ona -ben sana göstereceğim birazdan fenayı- bakışımı atıp bu sefer amcama doğru döndüm.
“Amca,” dedim kulağa neşeli gelen bir sesle. İsteyerek yapmamıştım. Amcamı görmek içimde iyi bir his oluşturuyordu.
Yüzümü incelerken “Bu nasıl bir düşmek lan?” demişti, çatık kaşlarını ihmal etmeden tabi.
“Ne bileyim düştüm işte...” diye mırıldanmakla yetindim.
Bana salak olduğumu hissettiren bir bakış atmasının ardından hafifçe gülümseyerek o da bana sarılmıştı. Beni bıraktığındaysa direkt Yağmur’a yöneldiğini gördüm.
Öz yeğenini önemsediğinden çok önemsiyor ulan resmen...
Her ne kadar istemesem de sonunda babama da yaklaşmak zorunda kalmıştım. Ama ne yapacağıma karar veremeyip öylece karşısında dikilmeye devam ettim.
Araba için hâlâ kızgın mıdır ki bu?
Neyse ki beni tereddütten kurtarıp kollarını açmıştı. “Oğlum,”
Gülümsemişti bir de üzerine.
Ne oluyor lan burada?
Cevap vermeden onu taklit ederek ben de çekingence kollarımı ona sardım. Fazla “cana yakın” sarılmamızın ardından, neden burada olduklarını öğrenme amacıyla, “Gelin bir yere oturalım. Ayakta dikildik böyle...” diye teklif sunmuştum. Neyse ki konuşma oruçlarına son vererek beni onayladılar ve hep beraber kafeye doğru yürümeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ // (TAMAMLANDI)
Teen FictionSadece biz vardık. Neyi, nasıl yaptığımızın bir önemi yoktu. Elini tutup yanına yaklaştım. Sanırım durduktan sonra elini bırakmamı bekliyordu ama ani bir cesaretle ellerimizi kenetledim ve diğer elimle belinden tutup onu kendime yapıştırdım. Gülüm...