Yağmur'la suskunluğumuzu koruduğumuz iki günün ardından cenaze sabahına iki gündür olduğu gibi aynı evde uyandık.
Bir kere onu evine bırakmayı teklif etmiştim ama başını iki yana sallayarak istemediğini söylemişti.
Evden çıkmadığımızdan üzerinde hâlâ eve sırılsıklam döndüğümüz gün giymesi için ona verdiğim eşofmanlarım duruyordu. Üzerine kocaman gelen ve sadece bana ait olan kıyafetlerin içinde onu görmek beni mutlu etmeliydi biliyordum ama gün geçtikçe beni daha fazla endişelendiriyordu.
Çağan mevzusunu konuşmamıştık bile. Telefonuma gelen ve Yağmur'un nasıl olduğunu soran hiçbir mesaja da cevap vermemi istememişti.
Sadece ondan gizli Ekin'e cevap vermiş olabilirdim...
Çünkü saygı duyduğum bir insandı ve Yağmur'u ne kadar merak ettiğini tahmin edebiliyordum. Hem sadece iyi olduğunu, benimle kaldığını - asla onu kıskandırma amacım yoktu- ve cenaze hakkında sorduklarını söylemiştim. Bir de babasının nasıl öldüğünü.
Evet her şeyi anlatmıştım kısaca.
Ben hazırlandıktan sonra Yağmur'u uyandırmaya gittim. Amcamın hizmetçisi genelde sabahları çok erken kahvaltıyı hazırlamak ve evi düzenlemek için geliyor, öğleden sonra da diğer bütün işler için geliyordu. Bugün de erken gelmişti belli ki; her yer düzenlenmiş, kahvaltımız hazırlanmıştı.
Misafir odasının kapısını yine iki defa tıklattım. İçeriden " Uyandım." diye bir ses gelmesi için yeterli olmuştu. Önceki günlerde olduğu gibi. Sanki kapının ufacık bir tıkırtısı bile uyanması için yeterli oluyordu. Ama bunun sadece bir odada uyuduğunda olduğunu görmüştüm kucağımda derin uykuya daldığında ses çıkarsam da tepki vermemişti. Kapıdan çıkan sese hassasiyeti yıllardır kendisinde olan bir alışkanlık gibiydi.
"Gelebilir miyim?" diye sordum.
"Hı hım." dedi onaylamak için.
Kapıyı açıp içeri girdim. Yatakta oturmuş bana bakıyordu. Saçları dağılmış bir topuz halindeydi. Çok güzel göründüğünü düşündüm. Sadece... gözlerinin altındaki morluklar çok belirginleşmişti. Uyuyamadığını biliyordum ama geceleri yanına gitmeyi çok istememe rağmen bir türlü o cesareti kendimde bulamamıştım.Kapı ağzında kalakalmış olan beni izlemeye devam ediyordu. Bir anlığına sadece bize ait bir evde bizim yatağımızda beni bu şekilde karşıladığını hayal ettim. Tabii kocaman gülümsemesiyle ve morlukları olmadan.
Toparlanıp konuşmayı başarmıştım."Amcamla önce camiye cenaze namazını kılmaya gideceğiz. Seni o sırada eve bırakmamızı ister misin? Hazırlanman için yani. Ama istemiyorsan gidip istediğin eşyaları alıp getirebilirim."Başını iki yana salladı. Ama yine de ifadesi kendinden emin değildi. " Oraya er geç dönecektim zaten. Fazla uzatmanın gereği yok."
"Peki." diye mırıldandım. Ama gitmesini hiç mi hiç istemiyordum. "Kahvaltı edelim o zaman. Aşağıdayım." Başıyla onaylayıp yataktan kalktı.
Biraz sonra yanımıza geldiğinde üzerinde yine o kısa tulum ve ceketim vardı. Kahvaltıya oturduk ama iki zeytinden ve bir bardak sudan başka ağzına bir şey koymadı. Kaç gündür bu hâldeydi... Amcam normalde uyarıyordu ama bugün çok dalgın olacak ki hiçbir şey dememişti. Sadece sessizce kahvaltısını edip hemen sonra ayaklanmıştı.
Hepimizin üzerinde daha doğrusu ortamda bir yoğunluk vardı. Hava yine kapalıydı ama hava durumunda bugünün yağışlı olmadığını okumuştum. Bu havadan olabilir miydi acaba? Gerçi Yağmur'un bana böyle günleri çok sevdiğini söylediğini hatırlıyordum.
Aslında cevap o kadar da karmaşık değildi. Sadece ben bu konuda tam olarak mutsuz hissedemediğim için kulp bulmaya çalışıyordum. Bugün Yağmur'un babasının ölmüş olduğunu kesin olarak kanıtlayacak bir gündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ // (TAMAMLANDI)
Teen FictionSadece biz vardık. Neyi, nasıl yaptığımızın bir önemi yoktu. Elini tutup yanına yaklaştım. Sanırım durduktan sonra elini bırakmamı bekliyordu ama ani bir cesaretle ellerimizi kenetledim ve diğer elimle belinden tutup onu kendime yapıştırdım. Gülüm...