♧36♧

667 39 4
                                    

Uyandığımda bir an neler olduğunu algılayamayıp etrafıma bakındım. Hava aydınlanmıştı. Ama gün ışığının sarı rengiyle değil de donuk bir griyle aydınlanmıştı.

Hareket etmeye çalıştığımda beni engelleyen şeyi görüp hemen kıpırdanmayı kestim. Yağmur hâlâ aynı pozisyonda kucağımda uyumaya devam ediyordu. Sonra olanları hatırlayıp fazla oynamamaya dikkat ederek telefonuma uzandım. Saat tam olarak 7.30'du.

Hastaneye gitmeden önce kendine gelmesini sağlamamın lazım olduğunu fark etmiştim. Bunun için de benim yerimden kalkmam lazımdı. Bacaklarım hareket edememekten sızlıyordu.
Ne yapacağımı düşündüm. Onu uyandırmak istemiyordum.

Sessizce arkamdaki koltuktan yastığa uzandım. Saçlarının örttüğü, boynuyla kafasının birleştirdiği yeri tutup hafifçe havaya kaldırdım. Hemen başının altına yastığı yerleştirirken saçlarının elimin altındaki hissi hoşuma gitmişti.

Hızlıca oturduğum yerden yana kayıp onu kontrol ettim. Uyanmışa benzemiyordu. Hatta kıpırdamamıştı bile. Bundan cesaret alarak dikkatlice üzerine eğildim ve onun narin, sıcak bedenini kollarıma aldım. Kanepeye uzanmasına izin verirken de bir o kadar dikkatliydim.

O hafif kıpırtılarla bu sefer kanepeye yerleşirken bir an gözlerim istemsizce açıktaki bacaklarına kaymıştı. Elbisesi -ya da her ne ise- kalçasını örtemeyecek kadar açılmıştı. Yutkunup çok fazla ona değmemeye özen göstererek sıyrılan kısmı geri örttüm.

Hâlâ fazlasıyla açıktı...

Onu doğum günümdeki kıyafetiyle görünce aklıma benim de kıyafetlerimi değiştirmem gerektiği geldi. Önce hızlıca etrafı topladım. Alarm onu uyandırmasın diye telefonumu cebime koydum. Sonra yukarı kata çıkıp kıyafetlerimi aldım; hızlıca duşa girip -saçlarımı ıslatmadığımdan- beş dakika sonra geri aşağı indim. Tam o sırada da mükemmel alarmım çalınca söverek hemen telefonu susturdum.

Ağır uyuyordu belli ki, siren sesine bile -alarm siren sesiydi- uyanmamıştı.

Acele etmem gerektiğinin farkında bir şekilde koşar adım kahve yapmaya koyuldum. Zaten makine vardı. Hazırladıktan sonra sıra onu uyandırmaya gelmişti ama az da olsa çekeceği baş ağrısını düşününce hiç mi hiç uyandırasım gelmiyordu. Gerçi uyandığında onu karşılayacak tek şey baş ağrısı olmayacaktı.

El mahkum yanına yaklaşıp dizlerimin üzerine çöktüm. “Yağmur, uyan.”

Tabi ki beni duymamıştı. Tereddütle saçlarını yüzünden çekip yanağını okşadım. Daha yüksek bir sesle dediklerimi tekrar ettim. Bu sefer biçimli kaşları çatıldı. Kaşlarının yavaşça geri düzelmeye başladığını yani tekrar dalacağını anlayınca hafifçe omzunu sarstım.“Uyan hadi,”

Nefesini verip yüzünü yastığa gömdü.

“ Geç kalacağız Yağmur hadi.”

“ Neredeyim?” diye mırıldandı uyku mahmuru, aşık olunası sesiyle. Bu küçücük kelimenin bende yarattığı etkiyi ona belli etmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
“Benim evimdesin. Hadi kalk artık, geç kalacağız.”

Başını yastıktan kaldırıp gözlerini bu sefer tamamen açtı. Eliyle onları ovuştururken etrafına bakınıyordu, "Savaş?” dedi şaşkınca.

Aniden yattığı yerden kalkmaya çalışınca bir inlemeyle koltuğa tutunmuştu. “Başım zonkladı,” dedi fısıltıyla.

“Biliyorum. Hadi yavaşça kalk ve bu sefer bana tutun.”

Gözlerini bana çevirip, “ Ben neden...” dedi. Bir an dün gece burada olanları hatırlayacağını düşünüp panik oldum ama sonra bakışlarından çok daha mühim şeyleri hatırladığını anladım.

İKİ // (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin