Olanları nereye gittiğimi Usal'a anlatmadan önce baş ucumdaki çekmeceye terk ettiğim telefonu çıkardım. Uzun bir aranın ardından açtığım telefon, elektronik aletlerin izlendiği bu yerde işlevsiz bir araçtı. Elime geçtiğinden bu yana sadece birkaç kez kullanmış, taşıdığı potansiyeli değerlendirememiştim. Aradığım numarayı bulduğumda usulca kulağıma götürdüm. Telefon uzun bir çalışın ardından açıldığında, kulaklarımı annemin şen sesi doldurdu. Eskisi kadar şakımamasına rağmen uzun zamandır duyduğum en neşeli seslerden biriydi bu."Güneş." diye seslendi telefonun diğer ucundan. "Ne oldu, kötü bir şey mi var?" Annemi aramam için bir tür felaketin içerisinde olmam mı gerekliydi? Durumumun vahameti karşısında, gözlerim yandı. Bir an için hem ona hem kendime acıdım.
"Seni özledim." dedim, olabildiğince makul. "Görev için organizasyon dışına çıkıyoruz. Acaba diyorum yine yanıma uğrayabilir misin? Yüzünü görmüş olurum." Telefonda yapılan, böyle bir istek. Annem durumu çoktan anlamış olmalıydı. Geçen sefer yanıma geldiğinde, tüm korumalar onu görmüştü. Üst birimlerin bu durumdan haberi olduğunu biliyor, bahsederken çekinmiyordum ve bu tutumumum ilgi çekmemesini ummaktan başka çarem yoktu.
"Elbette gelirim." dedi, gereğinden fazla şakıyan sesi. Adeta bana anladığını ima ediyordu. Ona telefonda söyleyemeyeceğim şeyler vardı. Toplantılara gelmeyişinden ötürü biriktirdiğim sorular, ona ihtiyacım olan anlarda vardı fakat şu an öncelikli olan bambaşka bir meseleydi. Öncesine göre ulaşması oldukça güç olan Asaf Hoca'ya ulaşmalı, akıl hocamın neler planladığını görmeliydim. Bülent'in fikirlerini dinlemiş, küçük bir ihtimal dahi olsa, Asaf Hoca'nın hedeften şaşmasına engel olmayı dilemiştim. Ama şimdi o adamın etki alanından, ağdalı sesinden kurtulduğumda, bu ihtimal bir kez daha imkânsız geliyordu. Asaf Hoca, hedeften şaşacak biri değildi. O tanıdığım en kuvvetli, mental gücü yerinde olan askerlerden biriydi. Tüm bu varsayımlar ihtimal vermediğim, hayali kuruntulardan ibaretti. Onu görmeli ve tüm bu suçlamaları düşürmeliydim. Bülent'in gözünde de kendi şüpheci hastalıklı zihnimde de.
Usal'a tüm bunları uzun bir süreçte anlattım. Sohbetin uzun sürüşünün bir nedeni de onun bu konu hakkında uzun yorumları oluşuydu. Gözüm kapalı güvendiğim arkadaşım benim gibi bunun imkansızlığına inanıyordu. Özellikle Asaf Hoca'nın aldığı sert eğitimleri göz önüne aldığımızda. Onun beni desteklemek için yetiştirildiğinden bahsettiğimde. Bu çeşit koruyucu eğitimlerinin, bir çeşit hayatta kalma oyunu, psikolojik bir sınav olduğunu anlatmıştı. Asaf Hoca benim gelişim için çocukluktan eğitilen, belki de işkence edilen bir askerdi. Onu beni korumak için büyükbabamın gönderdiğini söyleyişi, henüz dün gibi aklımdaydı. Böyle bir adanmışlık hissi.... Belki de benim hiç hissedemeyeceğim, edinemeyeceğim bir histi.
Yatağıma geçmeden önce Lydia'nın getirdiği not defterini, kitap yığının üzerinden aldım. Çoğunu incelediğim birçok kitap, yatağımın çevresine istiflenmiş şekilde duruyordu. Onları fazla ilgi çekmeden yerine teslim etmem ya da raflara aralıklarla yerleştirmem gerektiğini zihnime not ettim. Nilüfer Hoca'nın bulduğu tüm detayların onu diğer parçası olan bir kilitkıran arayışına götürmesi gerekirdi fakat tarihte böyle bir örneğe rastlanmamıştı. Bir kilitkıranın başka bir bedende uyanan diğer parçası... Bu rastlanmamış bir olaydı.
Bunun yerine başka bir alternatif çözüm aranmıştı. Babamın deneylerinde geçen bu alternatif çözüm not defterinde üstü kapalı bir biçimde geçiyordu. Bunu araştırmak için bana sabahı getiren bir sürece girdim. Bu gece odaya taşıdığım kitapları ahşap zemine yaydım ve kitap çemberinin ortasına yerleştim.
Gün ışığı batan gözlerimi yakmadan önce yerimde doğrulmuş, esneyerek geriniyordum. Yüzümde parlak bir sırıtış, tatmin olmuş bir ifade vardı. Elimdeki kahve not defterini koltuğumun altına sıkıştırdım ve geride kalan kitapları, gelişigüzel toparladım. Dokunulmamış yatağımı öylece bırakıp çıkmadan önce derin bir uykuda olan Usal'a göz attım. Hızla dönmesiyle birlikte, yataktan sarkıttığı kolu baş ucundaki komidine çarptı ve inleyerek uykusuna kaldığı yerden devam etti. Gözlerini perdeleyen saçları, uyanıp uyanmadığı hakkında bir bilgi vermiyordu. Bu yüzdendir ki meşakkatle açtığım kapıdan, sessizce çıkmayı kendime görev edindim. Usulca kapadığım kapıdan ayrılmadan önce bir adım ilerledim ve ahşap korkulukların vermesi gereken batma hissiyatından uzak olmanın getirdiği bir şaşkınlıkla doldum. Sırtımın değdiği sert zemin korkuluklara göre oldukça uzun ve düzdü.
![](https://img.wattpad.com/cover/166638092-288-k906580.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH OKUYUCULAR -3-
FantasyDeğişen dengeler, yeni durumları ortaya çıkarmıştır. Akıntıyla birlikte sürüklenen Güneş ise artık oyunun içindedir. Peki bu dengeye müdahale etmek onun lehine olacak mıdır? Ruh Okuyucular serisinin üçüncü ve son kitabıdır. İlk iki kitap Ruh Okuyu...