Bölüm 19

1.1K 82 3
                                    

Sanal Savaş 2.Kısım:

Keşke Deniz de burada olsaydı diye geçiriyordum içimden, her şeyden çok istiyordu bunu. Programı çalıştırdığımız zaman Amerika'nın bunu fark edip etmediğini anlamamız uzun sürmedi, tabii ki fark etmemişlerdi. İlk olarak MsCo'nun ne alemde olduğunu görmek istedim, Kemal ise yerinde uyukluyordu. MsCo'nun merkezinin bulunduğu bölgedeki kameralar parazitliydi fakat program bunun üstesinden gelerek görüntüyü 4K'ye terfi etti. 

Şirketteki çalışanlar sanki hiçbir şey olmamış gibi geziniyorlardı. İçeride hiçbir kamera bulunmuyordu, bunun sebebi güvenlik önlemleriydi. Aslında benim için her yerde kamera vardı, sadece programı biraz daha kurcalamalıydım. Tam deneyeceğim sırada yapay zeka bana seslendi: "Eğer yanlış bir şey yaparsanız, ben hariç tüm dünyayı yerle bir edebilirsiniz. İsterseniz yardımcı olabilirim". Haklıydı, yanlış bir şey yaparsam dünyanın her yerine atılacak bir atom bombasından daha fazla hasar verirdim. 

O yüzden yapmak istediklerimi teker teker yapay zekaya söyledim, o gerçekleştirirken de adım adım ne yaptığını izledim. İlk olarak silahı geliştirdikleri odadaki bir video kamerasını ele geçirdik, bu kamera silah test edilirken çektikleri videoları taşıyordu. İçinde Deniz'in annesinin kansere yakalandığı görüntüler de vardı, bu kadar olaydan sonra hâlâ silmemişlerdi. Şu anda kayıtta değildi kamera fakat açıktı. 

Bunun sayesinde etrafı izleyebiliyordum. Etrafta bir gezinince içeride kimsenin olmadığını fark ettim. Bina içinde bulabildiğim tüm cihazların kameralarına bağlandım fakat sonuç aynıydı, kimse yoktu. Sonra dışarıdaki kameralara baktım, çalışanlar yerindeydi. Garip olan, onlar dışında çalışan kimsenin olmamasıydı, biraz dikkatli bakınca içeri girmediklerini aslında girmek istemediklerini gördüm. Telefonlarına girip iyice inceledim, sonra şu mesajlaşmalara ulaştım:

- Patron, görev DA321 tamam.

- Durum nedir?

- Yaralı veya ölü yok, Amerika'ya silah satışlarımız 2 gün sonra başlayacak. MsCo için gerekli araçları da en kısa zamanda temin edeceğim.

- Güzel, araçlar hazır olunca teknoloji kayıtlarıyla beraber araçların orada olacağım.

MsCo'yu yok etmek için bir neden daha çıkmıştı: VATAN HAİNLİĞİ! Amerika hem sanaldan hem de fiziksel olarak Türkiye'ye savaş ilan edecekmiş meğersem. Ben de ibret olsun diye Türkiye içindeki tüm telefonlara bu mesajları ve kimi dövmeleri gerektiğini gönderdim. Muhtemelen 2 dakika sürmeden cehennemi boylayacaklardı. Bunu yaptıktan sonra mesajları atan adamın telefonuna bir bildirim attım: "Birazdan öleceksin hazır ol, HAİN!". Mesaj aynen bu şekildeydi. 

Bir nöroloji uzmanı olarak yaptığım şeyle gurur duyuyordum, sırada patron denen o adam vardı, koordinat bilgisi yoktu fakat telefon numarası vardı. Telefon numarasından telefonu çaldırdım, çalan telefondan da yer tespiti yaptım. Tamı tamına 900 kilometre uzaktaki bir şehirde güvenlikli bir yer altı sığınağından çalmıştı telefon. Üst düzey güvenlikli olmasına rağmen teknoloji harikası bir yerdi, yani ulaşılabilirdi. 

Sığınağın ana kapısını ve ana kapıyı açabilecekleri tüm aletlerin bulunduğu odanın kapısını kapattım, sonra da sığınağa kayıtlı olan tüm yetkileri sildim. Artık isteseler de hiçbir şey yapamazlardı. Sığınakta aynı zamanda sinyal engelleyici de vardı, bunu açarsam hiçbir şekilde dışarıyla iletişim kuramazlardı ama aynı zamanda ben de içeriyi kontrol edemezdim. İçeride patron da dahil 21 personel vardı, bunların sanırım birkaçı olaydan habersizdi. Yani masum insanlardı. 

Bu sorunu çözmek için yapay zekanın bir önerisi vardı, bu çözümün adı "Pandora'nın Kutusu" idi. Bu özellik ile herhangi bir cihazı seçebiliyor ve bu cihazı bağlantı koptuğunda aktif ederek kaldığımız yerden devam ediyorduk. Yani sinyal engelleyici açık olsa bile içeriyi gözetleyebilirdik. Bunu sığınağın ana bilgisayarı olarak seçtim, ne de olsa sinirlendiklerinde kır(a)mayacakları tek şey buydu. Trojanı yükledikten sonra sinyal engelleyiciyi sınırsız süreliğine açtım. Sonra da ana bilgisayarı kontrol ettim, çalışıyordu. 

Patron işini hallettikten sonra binanın yanındaki haine baktım. Çoktan ölmüştü, yanında da protesto eden yaklaşık 2300 kişi binaya girmeye çalışıyordu. Bu kadar kişiye dayanamayan ana kapı da kırılarak içeriyi bu 2300 kişilik dev ordu talan etmeye başladı. Herkes silahın bulunduğu yeri arıyordu, buldular da. İçlerinden yirmisi silah uzmanıydı ve MsCo'nun bu çalışmasını yakından takip ediyorlardı. Silahları alarak dışarı çıktılar, çıkarken de değerli her şeyi çaldılar. 

Bunların hepsini mahalle kamerasından ve içerideki video kamerasından izleyebiliyordum. Video kamerasındaki tüm videoları çoktan ana bilgisayarımıza yüklemiştim. Kalabalık gittikten sonra da çipi imha ettim. MsCo artık resmi olarak bitmişti, Deniz geldiğinde bunu duyunca çok sevinecekti. Bu sırada hem beklediğim hem de beklemediğim bir şey oldu: Silah uzmanları silahla beraber sınıra gidiyorlardı. MsCo'nun silahıyla Amerika'nın ajanlarını vuracaklardı. Eğer başarısız olurlarsa MsCo'nun parayla satacağı silahları bedavaya vermiş olurlardı. 

Bu yüzden silah uzmanlarına bir mesaj attım ve içine de aynen düşündüğüm şeyi yazdım. Telefonlarının kameralarından vazgeçtiklerini anlayabiliyordum. Mesajın devamına da silahları TSK'nin kullanması için TSK'ye götürmelerini istediğimi yazdım. Sıra büyük lokmadaydı, bu büyük lokmayı sık sık ama hafif hafif çiğneyecektim. Yani bir anda tüm ülkeyi havaya uçurmak yerine, yavaş yavaş bize yaşattıklarının aynısını onlara yaşatacaktım. 

İlk olarak Amerika'da mahkumların tutuldukları akıllı hapishanelerin tüm kapılarını açacaktım ama bunu yaparsam masum insanlar ölebilirdi. O yüzden vazgeçtim, daha etkili bir şey bulmalıydım. Bundan önce Türkiye'de kaç Amerika askeri veya ajanı olduğunu hesaplamalıydım. 

Bunu yapay zekaya söyledim ve o da telsizlerden yola çıkarak tam 120 gizli ajan, 200 asker ve 100 ajan olduğunu tespit etti. Bunun yanında 40 tane de kaşif vardı, gizli ajanlar ve kaşifler bizi arayanlardı. Diğerleri ise savaşı ayakta tutanlardı. İlk önce bizi arayanları halletmemiz ve süreyi uzatmamız lazımdı. Bu arada yine bir sinir tuttu beni, nedeni ne Amerika ne de başka bir şeydi. TAM da yanımda horlamaya başlamış olan Kemal'in ta kendisiydi. Birden bir tufan koptu içimde:

- KEMAAAAAAL!

- Ay ne oldu Melis, yüreğim ağzıma geldi.

- Ulan ben burda kaç kişiyi etkisiz hale getirdim sen burada 40 saattir uyuyorsun. Bari bir işe yara da projeyi geliştirmeye devam et!

- Tamam sakin Melis, geçiyorum bilgisayarın başına.

Az da olsa rahatladım, ben bunları hallederken Kemal de proje üzerinde çalışacaktı. Bizi arayan 160 kişiye bir mesaj attım: "Eğer bizi aramayı bırakmazsanız hepiniz gebereceksiniz, hepinizin yerlerini biliyorum!". Bu mesaj herkesin telefonuna gitti ve hiçbiri de dikkate almadı. Hatta aramayı biraz daha hızlandırdılar, ben de çılgına döndüm. 

Bir anlık sinirle hepsinin telefon ve telsizlerini kiminin cebinde kiminin de kulağındayken patlattım. Çoğu öldü, ölmeyenlere de son bir şans verdim. Ama kimi elindekileri folyoya sardı, kimi de parçaladı. Folyoya saranlar için çözüm basitti fakat parçalayanlar için tek bir çözüm vardı. O bölgedeki duyuru hoparlörlerini en yüksek frekansa ayarlayarak onların kafalarını patlatacaktım. Her ne kadar canice gelse de onları uyarmıştım değil mi?

VeriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin