Sadece hüzünden mi ağlardı insan? Göz yaşlarının kaynağı yalnız acı mıydı? Hayattaki en güzel haberi almıştı belki de Semih. O an gözlerinin içi gülmüştü ama göz yaşlarını tutamamıştı. Yaşamaya tek umudu olan Sevdasını kaybetmekten çok korkmuştu. Ancak telefonda aldığı haber onu dünyanın en güçlü insanı yapmıştı bir anda. Hastaneye soluk soluğa varmıştı. Sevda’nın annesi onu kapıda karşılamıştı. “Annecim Sevda nasıl iyi mi?” Semih’in sorusuna tebessüm ederek cevap verdi. “Elbette iyi. O hamile”. O anda duyduğu haber ile hastanenin dört bir yanında çılgınmışçasına bağırdı Semih “Baba oluyorum... Baba oluyorum...” Sevdayı gördüğünde ona sımsıkı sarılarak teşekkür etti. “İyi ki varsın”. Bu Semih’in en mutlu günüydü yıllar sonra ilk kez mutlu hissetmişti.
Melih beye haber vererek işe gelemeyeceğini onu idare etmesini söyledi.
Her gün istediği ne varsa aldı Sevda’nın. Ona çok iyi baktı. Yedirdi, içirdi, nereyi gezmek isterse gezdirdi. Evin işlerini dahi Semih yaptı. Ta ki çocuk doğana kadar...
Çocuk doğduğunda adını Ömer koymuşlardı. Ömer’in doğmasından bir hafta sonra Semih’i yine kabusları yakaladı. Üstelik bu sefer sanki her gün o anı yaşıyor, babasını öldürdüğü o evde kalıyordu. Durumu fark eden Sevda asla vazgeçmedi Semihten. Hep yanında oldu ne zaman acısı olsa sardı onu.
Sevda ev işinin yorgunluğundan halsiz düşmüştü. Bebek Ömer ağladıkça kimse onla ilgilenmiyor, aradan biraz vakit geçtikçe ağlamasını daha çok arttırıyordu. Ev işini bitiren Sevda yorgunlukla Ömer’i kızarak kucağına aldı. Samimi olmayan sözlerle “Bir kez de sussan ne olur sanki ille senle uğraşmak zorunda mıyım...” derken içeri Semih girdi. Yine kabuslar sarmıştı oysa ki Semih’i. Sevda’nın Ömer’e olan sert davranışını gördüğünde daha çok kızdı Semih. Sanki o an karşısında hülyayı ve ona bağırmasını gördü. Ceketini bir tarafa atarak hızla Sevda’nın yakasına yapıştı ve yüzüne bir tokat atarak, “Bakma sen çocuğuma, ne halin varsa gör!” dedi. Sevda ağlayarak Semih’e sarıldı, özür diledi ama Semih’in öfkesi öyle çoktu ki, karşısında Hülya’yı görüyor gibiydi. Sert tavırlarıyla baş başa kalan Sevda çırpınarak Semih’i eski haline getirmeye çalışıyordu. Ömer daha bebek yaşında kavgalara şahit oluyordu. En sonunda Sevda dayanamayarak bağırdı. “Semih, kendine gel!”. Yalvarırcasına ses tonu Semih’i sarstı. O an ağlamaya başladı. Kendini çok çaresiz hissetmişti ve bir kez daha kendinden nefret etmişti Semih.
Sevdadan çokça özür diledi ama nafileydi. Günlerce kez tekrar tekrar kırdı Sevdayı. Yine acılarıyla acımasızlaşmış Semih vardı. Kimi zaman eve sarhoş gelip Sevdayı ölesiye dövmüştü. Kimi zamansa eve hiç gelmez kendini babasının katili olmakla suçlayarak gecesini dışarıda geçirirdi.
Gözlerini sabaha kabusla açtı Semih. Bu sefer gördüğü rüya farklıydı. Onu uçurumdan aşağı düşerken hiç kimse tutmuyordu. Sevda yoktu. O bakışlarında cenneti bulduğu insan, yaralarını saran insan yoktu. Hemen evin dört bir yanına baktı. İçeriden gelen Ömer bebeğin ağlama sesini duydu. “Sevda, canım neredesin? Sevda...” Rüyası gerçek olmuştu, Sevda gitmişti. Onca acıya ve dayaklara dayanamayarak Semih’i terk etmişti.
Ağlayarak içeri Ömer’in yanına geçti. Sonra baş ucunda yazılı bir kağıt buldu ve okumaya başladı;
“Ben her zaman senin acını sarmak için varım Semih’im. Ancak dün beni öyle kötü dövdün ki yüzümdeki morluğu görüp kendini suçlamanı istemedim. Ben inanıyorum ki, bunları yapan kişi gerçek Semih değil ama sen düzelene kadar gelmeyeceğim. Affet beni Semih, yaranı saramadım affet!
Ömer’e benim için iyi bak,
Uçurumdan düşmek üzere yaralarını sarmak için yarana sarılan SEVDA...”
Semih okudukça göz yaşlarına engel olamamıştı. Sadece sıkıca Ömer’e sarılmıştı. Kendisini hiç bir zaman affetmeyecekti. O bu hayatta acılarıyla acımasızlaşmış, herkesi kaybeden, en acınası insandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen de Ö(z)lüyor musun?
RomanceYanan bir odunun ateşi tekrar geri sönemez, Asla aynı yağmur damlası aynı yere inemez, Dert dertsizle giderilmez. Korku kaçtıkların kadardır. Cesaret yüzleştiklerin. Vicdan karakterin. Hayatı yaşadığın kadar mısın? Yoksa acısı kadar mı? Tebes...