Son Umut

98 36 10
                                    

Semih kızın ellerini sıkıca tuttu. Uçuruma düşmemişti belki ama kızın ela gözlerine atmıştı hayat onu tek seferde. Kız zorlanarak Semih’i yukarı çekti. Dilini yutmuştu Semih. Öylesine bakıyordu o çift ela göze. Ardından merakla sordu. “Burada bu saatte ne işiniz var?”. Kız soruyu önceden sormasını bekler gibi cevap verdi “Bağırışlarınızı duydum. Bizim evimiz az aşağıda. Tehlikede olduğunuzu düşünerek evden çıktım.” Semih  kıza halini beyan etmek istedi ama hali göründüğü ile ayandı.
Fazla geçmemişti ki, kızın annesi aşağıdan bağırdı. “ Ne oldu kızım, kimmiş o?”. Kız mütebessim bir şekilde müsaade istedi. “Neyse, sizde iyi olduğunuza göre ben artık gideyim. Annem çağırıyor, bekletmek olmaz.” diyerek ardını döndü. Tam o sıra biraz heyecan ve günün acılarından arda kalan hüzün ile seslendi kıza “Şey... Çok teşekkür ederim”.
Teşekkürü onu hayata döndüren insanaydı.
Gözlerinin içindeki güzellik ile sanki ona rica ettiğini bildirmişti.
Semih merakla sordu. “İsminiz... Lütfederseniz isminizi öğrenebilir miyim?”.
Acılarıyla acımasızlaşmış olan Semih’ten eser kalmamıştı.  Uçurum olan hayatta yeniden bir dala tutunmuştu. Yarası o an kabuk bağlamıştı. Kız sadece ellerini değil yaralarını da sarmıştı. Yüreğine sarılmıştı.
“İsmim Sevda. Bu arada rica ederim. Kusura bakmayın geç oldu artık gitmeliyim.”
Semih Sevda’nın yolunu bakışlarıyla çizer gibi seyretti. Ardından o da eve doğru yola koyuldu. Tam kapının koluna eli uzanmıştı ki, sokağın ilerisinde duran polislerle göz göze geldi. Hülya da yanlarındaydı ve eliyle Semih’i işaret ediyordu. Koşarak duvarın üstünden atladı Semih. Nefes nefeseydi. Kalbi yerinden çıkmış gibiydi. Aklına babasının son bakışları geldikçe parçalanıyor, olanları gururuna yediremiyordu. Onca şeyin sorumlusu Hülya olduğu halde Semih’in peşine düşmüştü polisler. Belki de her gün evden atılmasa bu yaşananlar olmayacaktı. Görünürde babasını o öldürmüş, katil olmuştu ama tüm bunlara sebep olan Hülya’ydı.
Bir sağa, bir sola koşturdu Semih. Bir çok duvardan atladı ve bir çok engeli aştı. Yine de polislerden kaçamadı.

Mahkemede yanında hiç kimse olmamıştı. Şu hayatta yalnız başına kalmış, bir kişi dahi umudu olmamıştı.
7 yılını hapiste nefret ve öfkeyle geçirdi Semih. Kafasından o gün hiç çıkmamıştı. Kimi zaman göz yaşlarında boğulmuş, kimi zamansa Sevda’sının hasretiyle yanmıştı. Günlerce uyandığı kabuslarla tüm duygularını kaybetmişti.
Sonunda o gün geldi çattı. Gardiyan kapıyı açıp, “ Semih AKSOY, serbestsin!” dedi. Ne acı bir durumdu! Duvarların ardında yalnız olan Semih, gökyüzünün altında da yalnızdı. Kimse onu karşılamaya gelmemişti. Yaşamak için bir umut arıyordu. Belki imkansız ama bir umut Sevda’ya kavuşmak... Nitekim ondan başka şu dünyada  kimsesi kalmamıştı. Vakit kaybetmeden Sevdayı gördüğü tepeye çıktı. Ancak evleri yıkılmıştı. Orası artık çok ıssız bir yerdi. Biraz daha aşağıda başka bir ev vardı. Kendine inanarak kapıyı çaldı. Kapıyı açan yaşlı adam kambur bedeni ve bastonuna yaslanmış o bitkin haliyle seslendi. “ Buyur evladım kime bakmıştın?”
“Sevda’ya bakmıştım amca...” dedi Semih. “... buralarda ela gözlü, kahve rengi dalgalı saçlı orta boylu zarif bir kız gördün mü amcacığım?”
Adam zoraki beyaz sakallarını kaşıyarak “ Ha evladım sen bir zamanlar burada annesiyle kalan o kızı diyorsun. Onlar taşındılar evlerini de geçen ay yıktırdı mütait. Buralara villa yaptıracakmış. Ben de yakın zamanda taşınacağım.” dedi.
Semih teşekkür ederek evlerine doğru yola koyuldu. Başı öne eğik kalbi büklüm büklümdü. Semih’in yaşamak için son umuduydu o. Bir sevdası kalmıştı. Geriye kalan ne varsa soğumuştu. 7 yıl önceki evine vardığında Hülya evde ne var, ne yok her şeyi almış götürmüştü. Yerde kırık camları bulunan kanlı bir çerçeve yatmaktaydı. İçinde babasının resmi vardı. Semih fotoğrafa sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Damla damla süzüldü göz yaşları, fotoğrafın kırık camlarına asıldı. Sanki onlarda öpmüştü babasının resmini.
Sevda’dan başka kimsesi kalmadığı için sokak, sokak gezecekti her bir yanı. Bulacaktı Sevdayı. Sarılacaktı ona ve onun omzunda ağlayacaktı. Küçük çerçeveyi eşyalarının arasına koydu. Bir karton sererek 7 yıl önce babasının cansız bedeninin yattığı yere yattı. Sanki babasına sarılır gibi ahşap zemine sarıldı. Öylece uyuya kalmıştı.
Akşama doğru evin yeni sahibi geldi. Semih’i kapı dışarı etti. Hülya evi satmıştı. Artık sığınacak ne evi ne de dostu kalmıştı. Cadde, cadde... Sokak, sokak... Her yere baktı Semih. Sevdayı bulmalıydı. Ona çok ihtiyacı vardı. Ümitsizce en son bir otobüs durağında soluklandı. Bakışlarını durağın yanındaki telefon kulübesine çevirdiğinde gözleri kocaman olmuştu. Kendini çölde susuz kalıpta vaha görmüş gibi hissetmişti. Umutsuzluğunu hiç edip son kez umut olan insanın saçlarıydı onlar. Sevda’nın kahverengi  dalgalı saçları... Yorgunluğuna aldırış etmeyerek ayağa kalktı ve hızla yanına ilerledi. Arkasından omzuna elini attı. Oysaki hayallerinin kursağında kalması onun kaderiydi.


Sen de Ö(z)lüyor musun? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin