Daniel derin bir nefes çekti ve kana bulanmış eliyle saçlarını arkaya attı. Kılıcını iki eliyle tuttu ve omzundan akan kana bakıp artık savaşamayacağını düşünen rakiplerine göz gezdirdi. "Gelin bakalım süt çocukları! Size ölmeden önce gerçek bir savaşçı nasıl olurmuş göstereceğim!" diye bağırdı ve daracık yolda arka arkaya dizilmiş, ne kadar oldukları bile gözükmeyen muhafızların üzerine doğru koşmaya başladı. Arkalardan aynı şekilde birkaç mızrak daha gelmişti ama bu sefer hazırlıklıydı Daniel. Altlarından geçti ve adamların içine daldı. Gözü hiçbir şey görmüyor, kestiği kafa mı kol mu bacak mı diye düşünmeden kılıcını savuruyordu. Boşta olan elini suratına indirip burnunu kırdığı ya da tekmesiyle boşluğa uçurduğu adam da çok oluyordu. Etrafındakiler de boş durmuyor ama yine de Daniel, üzerine savrulan kılıç ve mızrakların çoğundan kurtuluyordu. Tam olarak kurtulmayı başaramadığı saldırılar da oluyor, kol ve bacaklarında çok derin olmayan kesikler meydana geliyordu. Yine de üzerindeki kanın neredeyse tamamı düşmanlarınındı. Yuvalarından çıkacakmış gibi koca koca açtığı gözleriyle ve sürekli "Geberin!", "Geber!" gibi şeyler bağırdığı için insandan çok bir yaratığı andırıyordu. Parlak zırhı ve saçları kana bulanmış, sarılığından eser kalmamış olsa da hala bir şeytandı.
Kargaşanın içinde vaktinde sezemediği bir yerden gelen mızraktan kurtulmak için kenara çekildi ama vaktinde başaramamış, karnının kenarını fena bir şekilde yarıp geçen saldırı onu dizleri üzerine çöktürmüştü. Bunu onu öldürmek için fırsat bilip atılan bir adamın açık ağzından soktuğu kılıcını yanağını parçalayarak kafası kenarından çıkarttı ve bir savaş narası daha patlattı. Öldü sanılırken yine ileri atılmış, şaşkına dönen muhafızlardan korkuyla aşağıya atlayanlar bile olmuştu. Tek güvendikleri şey olan sayıca üstünlüklerinin onun üzerinde hiçbir işe yaramıyor oluşu tüm cesaretlerini kırıyor, savaşmak bir yana içlerinden arkalarını dönüp kaçmak geliyordu. Kılıcını her sallayışında en az bir adamı öldüren bu adamın insan olmadığına her şeyleri üzerine yemin edebilirlerdi. Yine de kan kaybı ve karnındaki yaranın omzuna göre daha kritik oluşu onun gittikçe yavaşlamasına sebep oluyordu. Bunu fark etmişlerdi ve son nefesini vermek üzere olan bir adamın başı üstünde uçuşan akbabalar gibi bekleşiyorlardı. Beş altı adım daha gidebilmiş ama kafasını uçuracak bir kılıç saldırısından son anda kurtulunca sınırına dayandığını anlayıp topallayarak geri çekilmişti. Yaraları devam etmesine izin vermeyecek gibiydi. Kılıcı hala havadaydı ama bir mızrak daha gelirse ne yapardı bilmiyordu.
Tam o esnada aşağılardan gelen ve muhafızların içine giren açık mavi bir ışık gördü. Adamlardan birisinin acı dolu sesi gelmişti ama olay bu değildi. Birkaç saniye sonra yaşanan patlamayla etrafa uçuşan muhafızlar köprünün sağından ve solundan aşağıya düştüler. Şu an kafası çok yerinde olmayan Daniel ne olduğunu aşağıdan gelen sesle anlayabildi. "Daniel!! İyi misin?!" diye bağıran bu kişi Almas'tı. Patlama büyüsü yüklü bir okla ona destek olmuştu. Daniel başını çevirdiğinde onu gördü. Kendinden biraz aşağıdaki bir köprüdeydi ve iki taraftan kendi üzerine gelen askerleri attığı oklarla uzak tutmaya çalışıyordu. Göz kapakları fişek gibi açılan Civciv omzunu da karnını da unutmuş, her adımda ona daha da yaklaşan askerleri görünce beynine kan sıçramıştı. Yapacağı aklının ucundan bile geçmeyen o fikre sarıldı ve "Bu köprüyü havaya uçur Almas!" diye bağırdı. Duyduğu şeye inanamayan Ejder Avcısı başını ona çevirdiğinde Daniel'in boşluğa doğru atladığını gördü. Yükseklik korkusunu hiçe saymış ve iki köprü arasında sallanan, zincirle yukarılardan bir yere bağlı paslı bir kafesin üzerine düşmüştü. Tepesinden onu vurmak için mızraklarını hazırlayan askerleri gören Almas, hemen çıkarttığı iki turkuaz büyü taşını özümsedi ve köprüye nişan aldı. Okunu atmış, tabii bu sırada kendine doğru koşan askerlerle ilgilenemediği için tehlikeye girmişti. Hemen yanında patlayan bir savaş narasıyla başını çevirdi. Dibine kadar girmiş bir muhafız kılıcını kaldırmıştı ve indirmek, onu öldürmek üzereydi. Eli ayağına dolaşmış Almas, bir anda kafası uçan muhafızdan gelen kanın suratına sıçramasıyla ürperdi. Birkaç saniye önce kafesin üzerinde sallanan Daniel çoktan yanına atlamıştı. Kafasız bedeni eliyle ittirip arkasındakinin göğsüne de bir tekme attı. O sırada Almas'a doğru gelen bir mızrağı havada yakalayıp bir tur çevirdi ve diğer yönden gelmekte olan adamı göğsünden vurdu. Dönünce Almas'la gözleri buluşmuş, tam o esnada patlayan köprünün gümbürtüsü bile bu bakışmayı bölememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)
Fantasy"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapan şey galiba. O böcekler değil, yaratıklar değil, cadılar değil!! SADECE İNSANLAR AĞLIYOR!" IRON BONDS macerası ikinci kitabı -SİS- ile kald...