"NEDEN?!" diye bağırdı gulyabani. "KENDİNİ NEDEN ÖLDÜRDÜN?!"
Lupi hala ne olduğunu anlayabilmiş değildi. Kendisine sorulan soruyla şu an içinde olduğu durum birbiriyle çakışmıyor muydu? O da kendini öldürdüğünü hatırlıyordu ama gayet canlıydı. Evan onun kendine gelip cevap vermesini beklemeden araya girdi. Gözleri yaşlarla dolu bir şekilde güldü ve "Bu müthiş bir şeydi Lupi. Aranızdaki bağın bu denli güçlü olduğunu bilmiyordum!" dedi. Gulyabani onun ensesine soktuğu parmaklarını bir şeyi avuçlarmış gibi sıktı ve "SESSİZ OL!!" diye bağırdı. Evan acı dolu bir çığlık attı. Buna daha fazla dayanamıyormuş gibi gözüküyordu. Bayılırmış gibi başı düştü ve kolları boşaldı. Bunu gören Lupi ayaklandı, "Evan!" diye haykırarak kılıcına davrandı. Daha bir adım bile atamamıştı ki boynuna bir şey yapıştı. Lupi şah damarının olduğu kısmı çok güçlü bir şekilde vakumlayan küçük ve gri yaratığın ne olduğunu anlamaya çalıştı. Elini avuç içi kadar olan yuvarlak mahluğa attı ki o küçük yaratığın dişleri hafifçe boynuna battı.
"HAYATININ KIYMETİ VARSA YERİNE OTUR!!"
Lupi kadını birkaç saniye süzdü. Onun şirret bakışları ve alçak kıkırdaması tanıdık gelmişti. Elinde kesin bir kanıt olmasa da bu benzerliğin oluşturduğu ihtimale dayanarak az evvel savaştığı gulyabanin bu kadın olduğu çıkarımını yaptı. "Kıymeti olmadığını biliyorsun!" deyip kılıcının sapını kavradı.
"Dur Lupi!" dedi Evan. İçi kanlanmış gözleri ve ter içinde kalmış vücudu aksini ifade etse de "Ben iyiyim!" diyerek arkadaşını sakinleştirmeye çalıştı. Değildi. Başı daha önce hiç tecrübe etmediği şekilde ağrıyor, kafası içindeki parmaklar kıpırdadıkça sanki beynine iğneler saplanıyordu. Ne kollarını kıpırdatacak ne de nefes alacak mecali kalmamış, boğazı da kupkuru kesilmişti ama dayanıyordu. Dayanmalıydı. Gulyabaniyi yenmenin bir yolunu bulana kadar pes edemezdi. Bir yolu olmalıydı bunu biliyordu ama neydi?
"HER NEYSE!" dedi Sera. "KILINI KIPIRDATACAK OLURSAN BOYNUNDAKİ GİBİ ONLARCASINI SURATINI KEMİRİRKEN BULURSUN!!"
Derin bir nefes aldı ve "BİZ İŞİMİZE DEVAM EDELİM TATLIM!" dedi.
"Sırt sırta verelim!" diye bağırdı Jakaranda. Her an vücudundaki onlarca büyü taşını kullanmak üzere tetikte bekliyordu. Az önceki renk cümbüşü onu biraz ürpertse de düşmanı ne kadar güçlü olursa olsun burada ölüp gideceğini düşünmüyordu. Kafasında her daim bir kaçış yolu belirleyen, yapacağı saldırıyı kurmadan önce planı başarısız olursa ne yapacağını belirleyen birisiydi o. Korkak değildi, ama sağlamcı bir savaş anlayışı vardı. Düşmanını yenip yenemeyeceği konusunda asla kesin konuşmaz ama bu sağlamcı yaklaşımına dayanarak kolay kolay öleceğini asla düşünmezdi. Birazdan çetin bir savaşa gireceklerini biliyor en azından sayıca üstünlükleri üzerine avantajda olacaklarını düşünüyordu. Lulu'nun zehirli okları işlerine yarayabilirdi. Normalde Lupi'nin önden saldırdığı, kendisinin ise sürpriz bir atak yaptığı bir strateji iyi giderdi ama şu anki zihinsel durumu göz önüne alındığında Lupi üzerine bir plan kurmak riskli olabilirdi. Bunlar kılıcını doğrultmuş bir şekilde gözlerini dört açmış beklerken aklından geçen ilk düşüncelerdi.
"OHH DEMEK KARŞIMDA BİR PRENS VAR!"
Jakaranda konuşan kadının nefesinin ensesine değdiğini hissetmiş, korkunun verdiği atiklikle belki de bugüne kadar hiç ulaşamadığı bir hızda hareket büyüsü kullanmıştı. On beş metre kadar uzağa ışınlanıp arkasını döndü. Ekipten kimse yoktu. Ne Lulu'dan ne de Lupi'den eser vardı. Onlar yerine uzun boylu, alımlı bir kadın ona doğru bakıyordu. Diğerlerine ne olmuştu? Yenilmişler miydi? Bu mümkün olamazdı. Daha birkaç saniye önce arkasında dikiliyorlardı. Hiçbir ses çıkarmadan ve arkalarında hiçbir iz bırakmadan nereye gitmiş olabilirlerdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEMİR BAĞLAR - SİS (tamamlandı)
Fantasy"Sana hep ağlamamanı söylüyordum ya, hepsini unut gitsin. Neyi fark ettim biliyor musun Ugo? Bu bizi biz yapan şey galiba. O böcekler değil, yaratıklar değil, cadılar değil!! SADECE İNSANLAR AĞLIYOR!" IRON BONDS macerası ikinci kitabı -SİS- ile kald...