Ares ve Orlando karşılarında ki gruba ağır ağır yaklaşıyorlardı.
"Bu kesinlikle çok kötü bir fikir. Bizi öldürecekler."
"Onlar bizi bulduklarında da aynısı olmayacak mı?"
"Ne kadar geç o kadar iyi. Şu an ölüme yürüyor gibiyim."
"Tamam sus artık."
Francis kaputuna oturduğu arabadan atladıktan sonra yaylana yaylana yürüyerek onlara yaklaştı.
"Hey Orlando, how's it going ?"
(Hey Orlando, nasıl gidiyor?)
"Good."
Sesi incelmiş ve zar zor çıkmıştı Orlando'nun. Stresten buz gibi olmuştu yüzü bembeyazdı.
Gerçekten çok korkuyordu.
"Who is he?"
Elini uzatıp Ares'i tanıtmak istemişti ama kekelemekten konuşamıyordu.
"I'm Ares."
Francis kaşlarını hayretle kaldırarak omuzlarının üzerinden adamlarına baktı ve Ares'e bir adım daha yaklaştı.
"İt's you."
"Yes, it's me."
Francis gülerek sakallarını karıştırdı.
"Hey did you hear? He's Ares."
(Hey duydunuz mu? O Ares.)
Francis ve adamları gülmeye başladıklarında Orlanda kaçmaya yeltenmişti ama Francis onu yakaladı.
"Where are you going Orlando? We just get started."
(Nereye gidiyorsun Orlando? Daha yeni başladık.)
"Please don't heart me."
(Lütfen bana zarar verme.)
Ares onu kollarından tutarak Orlando'yu serbest bıraktı.
"We did nothing. Angele planned everything!"
(Biz hiçbir şey yapmadık. Her şeyi Angele planladı.)
Francis, Ares'i öfkeyle ittirdi.
"You will regret coming here! Where's Angele?!"
(Buraya geldiğiniz için pişman olacaksınız! Angele nerede ?!)
"I did nothing to her. She came here because she wanted it!"
(Ben ona hiçbir şey yapmadım. O burada çünkü bunu istiyordu.)
"Yes, yes he says right."
(Evet, evet doğru söylüyor.)
Francis, Ares'i yakasından tutarak sarstı.
"You! You stole my lover and my child! This willn't go unpunished!"
(Sen! Sen sevgilimi ve çocuğumu çaldın! Bu cezasız kalmayacak!)
"Is he your child? Are you sure? Please say!"
(O senin çocuğun mu? Emin misin? Lütfen söyle!)
"Both of them are mine!"
(İkiside benim!)
Duydukları onda akıl almaz bir mutluluğa yol açarken yüzüne inen yumrukla kulağı çınladı.
"Where are Angele?!"
Orlando onu engellemeye çalışmıştı ama asıl hedef olmaktan kurtulamamıştı.
"I will say Francis! Please don't hurt us!"
(Söyleyeceğim Francis! Lütfen bize zarar verme!)
Kulağını tutarak yediği yumruğun etkisiyle silkelenen Ares, Francis'e kafa attı.
"Aman Tanrım! Sen gerçekten de delirmiş olmalısın!"
"Are you ready guys? Fight time!"
(Hazır mısınız çocuklar? Dövüş zamanı!)
Francis yere kapaklanırken, onun düşüşüyle arkasında ki kalabalığın hepsi Ares ve Orlando'ya doğru koşmaya başladı.
"Dostum şimdi kaçmanın tam sırası! Koş hadi acele et!"
* * *
Kumsal<Arabayla şehrin içinde süren çaresiz gezintimiz ne zaman noktalanacak ya da Ares'i ne zaman bulacağız merak ediyordum.
"Çok garip sanki yer yarıldı da içine girdi."
"Koskoca şehir ve milyonlarca insan. Samanlıkta iğne arıyoruz."
"Neyse, en azından nerede olmadığını biliyoruz."
Athena bana bakıp göz kırptı.
Bu durumda Polyanacılık oynamak ne kadar doğru olabillir ki?
"Değil mi ya? Şimdi işimiz çok daha kolay."
"Yapmayın hanımlar, benim kardeşim çok zeki bir adamdır. Bize güvenebileceğini biliyor, mutlaka bir işaret verecektir.
- - -
Bir saat geçti aradan. Ares hiç aramadığı gibi, çağrılarada cevap vermiyordu.
Durum gittikçe garipleşiyordu.
Bayan Uzun Bacak'ın doğuruyor olması da ayrı bir problem. Tam da magazin muhabirlerinin arayıp da bulamadığı bir ortam.
"Çıldıracağım şimdi, nerede bu adam?!"
"Salondaki çalışanlardan biri onu uzun saçlı esmer biriyle çıkarken görmüş."-B
"Ne?!"
"Endişelenme, erkekmiş."-B
"Öyle birini tanıyor musunuz?"-A
"Hayır."
Athena derin bir nefes alıp telefonunu yeniden kontrol etti. Hala hiçbir haber yoktu.
Onu bir kez daha aradı. Telefon uzun uzun çaldı, hepimiz aynı sonuç için beklerken birden çağrıya cevap verdi.
"Ares nerdesin?! Alo? Duyuyor musun? Nerdesin bir daha söyle anlamıyorum, sesin çok az geliyor. Ares seni anlayamıyorum. İyi misin? Ne? Kim var peşinde? Beni dinle yanına geliyorum. Bana etrafında ne gördüğünü söyle! Alo, Ares!"
Çağrı sonlanmıştı. Berfu ile ben endişe içinde Athena'nın yüzüne bakıyorduk.
"Peşimde birileri var dedi. Bir marketin arkasındaymış, ışık varmış etrafında, tellerle çevriliymiş ..."
"Onu nasıl bulacağız?! Binlerce market var!"
"Tamam, hemen bir plan yapacağız. Etrafı telle çevrili kaç market olabilir ki?"
* * *
Ares<Aralıksız 20 dakikadır koşuyorum. Ciğerlerim oksijen açlığından ağlarken arkamdaki adamlar hiç yorulmuşa benzemiyor. Başka bir insan türü müsünüz nesiniz lan siz?! Sanırım sigarayı bırakmam gerekiyor...
Neyse ki Orlando'da benden. Tıslaya tıslaya koşuyor arkamdan.
"Acele et!"
"Biraz mola veremez miyiz? Ciğerlerim ağzımdan fırlayacak."
"İyi fikir, sormak ister misin?"
Arkasına bir saniyeliğine dönüp baktıktan sonra adımlarını büyültüp daha hızlı koştu.
Birkaç binanın arasından geçtik.
Koli ve çöp yığınlarıyla dolu dükkanlarının arkasından güçlükle ilerlerken iki apartmanı birbirinden ayıran parmaklıklara tırmanıp diğer tarafa geçtim.
"Hayır hayır, bu çok fazla! Oraya tırmanamam!"
"Başka seçeneğin yok! Tırman hemen!"
"Yapamam!"
Onu arkamda bırakamazdım. Öfkeyle parmaklıklar arasından yakasına yapıştım.
"Şimdi o k.çını şu parmaklıklardan atlatmazsan seni ben döveceğim!"
"Tamam! Kızma, geliyorum!"
Hızla parmaklıklara tırmandı. Dengesi bozuktu, bacakları titriyordu.
"Ares yapamayacağım!"
Artık çok yakınımızdaydılar.
Çaresizce kollarımı açıp atlaması için onu cesaretlendirmek istedim ama o, çok zor bir şeyi başardı.
Benim olduğum tarafa atlayacağı sırada pantolonu parmaklıkların sivri ucuna takıldı. Orada asılı dururken aynı örümcek ağına yapışmış bir böceğe benziyordu. Çaresizce çırpınmaktan başka yapabildiği bir şey yoktu.
"Ares beni burada bırakma."
"Sakın aklına başka bir şey gelmesin."
"Ne gibi?"
Onu bacaklarından tutup kaldırmaya çalışırken pantolonunun yırtılmasıyla serbest kaldı ve ikimizde yere düştük, maalesef Orlando üzerimde yatıyordu.
"Vay canına, yakından daha da yakışıklıymışsın."
"Kalk üzerimden!"
Birinin onu omuzlarından kavramasıyla üzerimdeki ağırlık azaldı. Yerden kalktım.
Kaçmaya fırsatım olamamıştı, ki zaten Orlando'da yakalanmıştı. Ortamdaki sessizliği cebimde ısrarla titreşen telefonum bozuyordu.
Adamlar Francis'e yol verdiler. Burnu kanıyordu ve burun delikleri, soktuğu peçeteler yüzünden kocaman görünüyordu.
"I'm tired!"
(Yoruldum!)
Neyse ki ortak bir noktamız var. Biraz soluklandıktan sonra bağırmaya devam etti.
"You're done."
(Siz bittiniz.)
Bunların hepsinin üstesinden nasıl geleceğim?
Francis'i saymazsak bizi, daha doğrusu beni bitirmeye yemin etmiş 7 öfkeli erkek tam karşımda duruyor.
"Why are you quit? Tell me something!"
(Neden susuyorsun? Bana bir şey söyle.)
Allahımmm. Şimdi karşıma geçmiş bana meydan okuyan bu herif birazdan canıma da okuyacak ama ben burnuna bakmaktan onu ciddiye alamıyorum.
Gülmeme engel olamadım. Herkes şaşkınca bana bakıyordu.
"Sorry, guys. Please leave Orlando. You can do whatever you want to me when he goes."
(Üzgünüm çocuklar. Lütfen Orlando'yu bırakın. O gittiğinde bana ne isterseniz yapabilirsiniz.)
"Ne?! Hayır böyle bir anlaşma yapamazsın."
Francis güldü, Orlando'nun arkasında ki adamına bakıp, onu bırakmasını işaret ettikten sonra yeniden aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Goodbye Orlando."
Orlando yüzüne inen yumrukla yere kapaklandığında, aslında en başından sonu belli olan eylemi gerçekleştirmek üzere harekete geçtim. Önümde kim olduğunu göremedim bile, kime gittiğini umursamadan sadece vurdum. En son hatırladığım Francis'i delirmişçesine yumrukluyor olduğumdu.
Çok sürmedi, süremezdi de zaten. Orlando baygındı, üzerimde 5 kişi vardı ve her geçen saniye biraz daha kaybediyordum.
Elimde kalan son umudum kendimi koruyabilmekti. Yere düştüğümde kollarımla vücudumu sarıp elimden geldiğince acıya katlanmaya çalıştım.
Her yerdeydiler, nefes alacak gücüm bile kalmamıştı.
Yeter artık a..na koyayım daha ne kadar tekmeleyeceksiniz!
Kaybettim...
Üzerimdeki baskı tamamen kesildi. Neremin ağrıdığını tarif edemiyorum. Tamamen ağrıdan oluşuyorum sanki. Güçlükle nefes alabiliyorum ama bir yönden de mutluyum ki bütün dayağı ben yemiştim. Orlando hala baygındı ve ona dokunmamışlardı.
Hayal mi görüyorum yoksa gerçek mi tam kestiremiyorum ama sanırım gidiyorlar...
Bir şeyler titriyor, bu ben miyim?
Sırt üstü uzanıp elimi vücudumda gezdirdim. Telefonum hala ısrarla çalıyordu. Yazan ismi okuyamıyordum.
Parmaklarımdan ne istediniz insafsızlar, hepsi birbirine girmiş. Çağrıyı yanıtlayıp telefonu göğsüme koydum.
"Ares nerdesin?!"
Etrafıma bakındım, gözlerimin önünde her şey yer değiştiriyor sanki.
"Alo? Duyuyor musun?"
"Nerdeyim bilmiyorum."
"Bir daha söyle anlamıyorum, sesin çok az geliyor."
Az önce hayatımın en temiz dayağını yedim belki ondandır abiciğim.
"Teller var burada. Işık var bir sürü..."
Yerden doğrulmaya çalıştım ama bu canımı daha fazla acıtmıştı. Telefon göğsümün üzerinden yere düştü.
"Markete benziyor."
"Ares seni anlayamıyorum. İyi misin?"
"Peşimde birileri vardı."
"Ne? Kim var peşinde? Beni dinle yanına geliyorum. Bana etrafında ne gördüğünü söyle ?...Alo, Ares!"
Athena'nın sesi benden gittikçe uzaklaşıyordu. Artık ne söylediğini duyamaz halde bilincimin kapanmasına izin vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♠️S A R M A Ş I K /2 ♠️
RomanceTamamlandı ☑️ Karadutun lekesini, sadece kendi yaprağı çıkarırmış. Eskiler, "İnsan da aynı bu ağaç gibidir." Derler. Yarasına ilacı başka yerde arayan yanılırmış. Her yaranın merhemi; kendi dalındaymış. 🖤 Kaybettiklerinin acısıyla bambaşka bir insa...