42. bölüm

1.2K 111 17
                                    

Burak ne durumdaydı acaba. Bakmaya doyamadığım kara gözlere benim yüzümden gölge düşmeseydi. Buna dayanamazdım. Tanıştığımızdan bu yana telaşı, acelesi, anlatmak istedikleri demek şimdi içinde bulunduğumuz bu durumdan korktuğu içinmiş. Bu adamlar daha önce gördüğüm adamlar değil. Peki, bunlar kim. Dertleri yalnızca Burakları durdurmakla kalacak mı? Yoksa işler daha da karışacak mıydı? Gecenin karanlığı kirli bir yorgan gibi üzerimize örtülürken, bakarken hayaller kurduğumuz yıldızlar zifiri karanlıklarda kayboldu...

Ağlamak istiyorum. Dün sevdiğim adamdan evlilik teklifi almıştım, bugün doğum günümdü. Hayal ettiğim her şey bir anda gerçekleşirken, aklımın ucundan bile geçmeyen çetrefilli işlerin içinde bulmuştum kendimi. Gözlerim gayriihtiyari parmağımdaki yüzüğe takıldı. Tepedeki lambanın sarı ışığında bile Burak'la benim hayallerimizin gerçekleşeceğin kanıtı gibi parlıyordu. Evlenip çocuklarımız olacaktı. Kız olursa Buse koyacaktı Burak. Evvelki gün piknik dönüşü diline dolamıştı. İlk kez öpüşmemiz anısına kızımızın adı olarak o anı bir ömür yaşayacaktı. Birden bu haydut kılıklı heriflerin yüzüğüme göz koyabilecekleri endişesiyle bileklerimdeki bağın canımı acıtması pahasına, yüzüğün taşını avucumun içine çevirdim. O bana Burağımın hediyesiydi. Kimselere veremezdim. Ben onu birkaç gün beklemeyi göze alamazken şimdi o beni sancılı bir şekilde beklemeye mahkûm olmuştu.

Ya ailem... Babam, annem kardeşim kahrolmuşlardır. Burak dün gece babama gitmeden bu konudan biraz çıtlatmak istemişti. Engel olmuştum. Zamanda yoktu. Engin ortalığı karıştırmamış olsa, belki uygun bir şekilde anlatılabilirdi ama maalesef her şey birbirine girdi. Babam ne tepki vermişti acaba. Burak zor durumda kalmış mıydı?

Bedir denen adamın telefonunun sesi, kucağımda yatan, içi geçmiş Esra'yı yerinden zıplattı. Kızcağız korku dolu gözlerle beş on saniye nerede olduğunu idrak etmeye çalıştı. Bedir
kart, kaba sesiyle,

"Buyur beyin." diye açtı telefonu. Karşısında ki kim bilmiyorum ama onu dinlerken neredeyse hazır ol vaziyeti aldı. Karşı tarafın söylediklerini kafasını aşağı yukarı sallayarak, onaylayarak cevaplıyor.

"Karıların keyiflerine diyecek yok beyim. Elleri kolları bağlı, sesleri solukları çıkmıyor." dedi. Karşı taraf ne dediyse dursun denen adamın tarafına göz attı.

"Dursun burada, Tombis sizin yanınıza gitti, daha dönmedi. Arabayı dışarı park ettik. Üzerini branda ile örttük. " diye sırıtarak anlattı.

"Tamam, beyim, haber bekliyoruz. Siz nasıl emrederseniz." dedi ve telefonu kapadı. Dursun'a bakmadan cebinden bir sigara çıkarıp çakmak ararken söylendi,

"Karıların sağ olup olmadığını merak ediyorlarmış. Birazdan bunları telefonla konuşturarak video çekip, beye atacakmışız. Sen şunları bir çek hele. Artist oldular başımıza yosmalar." dedi. Tükürür gibi bir bakış attı bize doğru. Dursun başını sessizce sallayıp, cebinden çıkardığı çakmakla adamın sigarasını yaktı.

Kafamda milyonlarca fikir uçuştu. Belki çaktırmadan onların işine yarayacak bir ipucu verebilirdik. Ama bildiğim elle tutulur hiç bir bilgi yoktu. Tutup bizi Bedir ve Dursun adında adamlar alıkoyuyor diyemezdim.

Dursun bir seksen boylarında, zayıf, esmer ve oldukça kalın kaşlara sahipti. Gülmeyen yüzünde; kalın kaşlarının altındaki çukura gömülmüş küçük, kısık gözlerinin feri sönmüş, dünyayı boş vermiş, yaşamıyor havası hâkimdi. Simsiyah giysiler içinde esmerliği daha da bir öne çıkmış, göreni tedirgin ediyordu.
Bedir kısa ve biraz topluydu. Bedir tedirgin falan etmiyor, açıktan korkutuyordu karşısındakini. Kaba sesi, kullandığı kelimeler hal ve hareketleri karşı tarafa adamın doğuştan katil olabileceği hissi uyandırıyordu. Dursun,

"Tombis nerde kaldı. Gelmeyecek mi?" diye sordu. Kafenin lavabosuna üç kişi girmişti. Üçüncünün adı Tomris olsa gerek.

SEVDİM KOMUTANIM. (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin