^_^
Kafamı bezgince kitabın üstüne bıraktım. Saatlerdir kütüphanedeydim ve Profesör Binns'in verdiği, 6 sayfa olması gereken Goblin Tarihi araştırma ödevini yapmıştım.
Kolumu kaldırıp saatime baktığımda gözlerim pörtlemişti. Malfoy ile buluşacaktım ama 30 dakika gecikmiştim. Astronomi Kulesine çıkmam gerekiyordu. Yavaşça masadan kalktım ve ödevimi çantama koydum.
Pelerinimin kapüşonunu yüzüme indirdiğimde tanınmayacağıma emindim. Hızlı ama sessiz adımlar ile kütüphaneden çıktım ve boş koridorlarda yürümeye başladım.
Karanlığı yararak ilerliyordum. Boş koridorlarda hiç ses yoktu benim adım seslerimden başka.
Fakat bir kaç koridor ilerledikten sonra çok uzaktan sakin fısıldamalar duydum. Yaklaştıkça netleşiyordu ve ben içimde büyüyen merakı hissediyordum. İlerledikçe netleşti ve en sonunda konuşan kişilerin tam karşımda durduğunu gördüm.
Dumbledore biriyle konuşuyordu ve o adamı hayatım boyunca hiç görmemiştim. Uzun turuncu saçları birbirine girmiş ve sakalları uzamıştı. Uzaktan bile parlayan, çok açık mavi gözleri vardı. Uzun boylu ve orta yaşlıydı.
Kendimi hemen sütunun arkasına attım ve onları dinlemeye başladım:
- Bilmiyorum... Zihni çok karmaşık, ulaşamıyorum. Ulaştıklarımı gösteriyorum ama maalesef sonuç hala aynı... O değişmeyecek. Yani bu kadarıyla... Daha fazla anı lazım daha fazla görmem lazım ki Dumbledore, bunun bile onu değiştirip değiştirmeyeceğinden emin değilim.
Dumbledore bu sözlerin üzerine düşünmeye başladı. Düşünceli ve kederli görünüyordu. Bir süre sonra konuştu:
-Sen denemeye devam et Frederick. Ben bir çözüm yolu düşüneceğim. O... Öyle biri değil. Bunu zamanla kendisi de keşfedecektir. Fakat elimizi çabuk tutmalıyız Frederick. Savaş yaklaşıyor ve eğer o yanlış tarafta olursa... O da kendini kaybeder.
Dumbledore bu sözleri söylediği zaman Frederick denilen adamın gözünden yaşlar süzüldü ve sesindeki yoğun hüzün ile konuştu:
- Onun da Bellatrix gibi olmasına izin vermeyeceğim
***
Bu lafın ardından Frederick denen adam merdivenlerden inerek oradan uzaklaştı. O giderken Dumbledore'un iç çektiğini duydum ve o da uzun koridorlarda gözden kayboldu. Onlar dağıldıklarında konuşmalarını düşündüm.
Bahsettikleri kişinin kim olduğunu anlayamamıştım ama karanlık taraftaki biri olduğuna emindim. Fakat bu kişinin onlar için önemini anlayamamıştım.
Birden gözüm saatime kaydığında buluşmaya çok geç kaldığımı farkettim. Hızla Astronomi Kulesine doğru yol aldım.
Uzun koridorlar bitip de kapıya geldiğimde içeriden hıçkırık sesleri duyuluyordu. Kaşlarım çatıldı ve kendimi merakla içeri girerken buldum. Draco yere oturup sırtını duvara dayamış ağlıyordu.
Onun ağladığını görünce içimde, çok derinlerde bir yerde bir ağrı hissettim. O her hıçkırdığında o ağrı daha çok saplanıyordu kalbime. Dayanamıyordum. Hemen yanına oturdum ve kafası bana döndü ve ona bakışlarıma karşın çatlak bir sesle sordu:
- Ne var Granger?
Ben ise soruya cevap vermemiştim. Onun yerine elimi uzattım ve yanağındaki ay ışığında parlayan göz yaşını sildim. Hareketimle irkilmişti. Ona baktım ve şefkatli bir sesle konuştum:
- Ağlama.
Bana şok ile bakıyordu fakat bir süre sonra onun da bakışları yumuşamıştı ve ben bundan cesaret alarak kafamı omzuna yasladım. Nefes alıp verişini hissedebiliyordum ve bu çok huzur vericiydi. Bir süre öylece pencereden dışarı baktık ve sonunda sessizliği bozan o oldu:
- Küçükken bana kanımın üstün olduğu ve bu-
Bir süre duraksadı ve ardından devam etti:
- Muggle doğumluların değersiz olduğu öğretilmişti.
Ben ise Bulanık dememesinin şokunu yaşıyordum. Devam etti:
- Babam Hogwarts'a gelirken bana sadece şu cümleyi kurdu: "Muggle doğumlularla arkadaş olma, onlara zulüm et. Biz onlardan üstünüz". Annem ise hiçbir zaman babam kadar kan takıntılı olmadı. Annem eve melez arkadaşlarını çağırırdı ve her seferinde akşam evde kavga çıkardı. Küçükken ailecek tatile gitmiştik ve muggle bir arkadaş edinmiştim. Adı Mike idi. Beraber çok eğlenmiştik. Fakat bu eğlencemiz uzun sürmedi. Babam öğrendiği anda tatilimizi sonlandırdı ve bizi malikaneye geri götürdü. O soğuk malikanede günler boyunca bana işkence etti. Tehditlerinin ardı arkası gelmedi.
Bunları anlatırken gözlerinden yaşlar akıyordu. Konuşmasına titrek bir sesle devam etti:
- Herkes Malfoy olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünüyor. Fakat hepsi yanılıyor. Mutsuz bir çocukluk, kontrol altında geçen bir hayat. Şimdi ise...
Konuşmasının devamını biliyordum. Ölüm yiyen olmasından söz ediyordu. Malfoy gözüme artık duygusuz ve şımarık bir çocuk olarak görünmüyordu. Aksine hepsine karşın ayakta durmayı başarabilmiş güçlü bir gençti o. Yavaşça konuştum:
- Kimsenin seni üzmesine izin verme Draco. Sen mutlu olmayı hak ediyorsun...
Yavaşça dudaklarına doğru uzanırken ne yaptığımın farkında bile değildim. Dudaklarımız birbirine değdiğinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
Ya o beni aydınlığına sürükleyecekti, ya da ben onu karanlığımda boğacaktım...
<3 <3 <3 <3 <3 <3 <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Contradiction // Dramione
Fiksi PenggemarYa o beni aydınlığına sürükleyecekti, ya da ben onu karanlığımda boğacaktım. Fakat biliyordum ki, günün sonunda yine onun mavi gözlerinde kaybolacak, her şeyi unutacaktım.