Unknown Failure

169 21 36
                                    

:))

Selam!

Yine uzun bir bölümle karşınızdayım! Umarım beğenirsiniz.

Unutmayın, oy ve yorumlarınız benim için çok değerli :)

----


O soğuk binanın önünde öylece dikiliyordum.

İstediğim an geri dönebilirdim.

Bu aydınlık ve karanlık savaşını saçmalık olarak adlandırıp, burdan çok uzaklara gidebilirdim.

Ama bunu yaparsam, onurumdan geriye ne kalırdı ki?

Uğruna yıllarca savaştığım şeyden kaçarsam ne kadar öz saygım kalırdı geriye?

Doğup büyüdüğüm malikane artık bana yabancı ve uzak gelmeye başlamışken, kucağıma ulaşan gök gürültüleri acilen bir karar vermem gerektiğini bana hatırlatıyordu.

Kaçıp gidecek miydim?

Yoksa kalıp savaşacak mıydım?

Bir süre daha malikaneye baktım ve arkamı dönüp gitmeye hazırlandım. Fakat attığım bir kaç adımdan sonra gözlerimi kapadım ve ayağım ile yanımdaki ağaca sertçe tekme atıp bağırdım:

- Lanet olsun!

Hızla arkama döndüm ve malikaneye doğru ilerlemeye başladım. Onun huzurlu bir yaşam yaşaması için yapacaktım bunu. Yapmalıydım.

Kapıya yaklaştıkça içimi saran korku benim geri dönmemi sağlayamazken, yağmurun yağmaya başlamasıyla adımlarımı daha da hızlandırdım. Büyük kapıya geldiğimde derin bir nefes aldım. Elimi kapının kulbuna uzattım ve uzun bir süre düşündükten sonra kendimi hızla içeri attım.

Hayır, bu sefer o korkaklık ve acizlikten oluşan küçük çocuk olmayacaktım. Aydınlık için kanımın son damlasına kadar savaşacaktım.

Kasvetli hava beni içine çekmek için uğraşıyor, beni tereddüte sürüklüyordu. Koridorun sonuna geldiğimde ne olacağını düşünmeden kendimi sola attım. Tam karşımda beni gördüğü gibi neşeyle çığlık atan Bellatrix'i farkettiğimde, çok büyük bir hata yaptığımı farketmiştim.

Bella yamuk asasını bana doğrultmuş ve çığlıklar atarak konuşmaya başlamıştı:

- Hain'i yakaladım! Onu ben yakaladım! Lordum beni ödüllendirecek!

Ardından kulak tırmalayıcı kahkahalarından birini daha attığında, bu işin iyiye gitmeyeceğini anlamıştım.

***

Güneş doğar, Hogwarts yeni günü karşılarken, bu sefer yüzlerde gülümseme yoktu. Kan ve gözyaşı geceyi boğmuşken, sabahleyin dışarda oluşmuş ağır havanın ve ilan edilmiş savaşın çağırdığı ölüm, Hogwarts öğrencilerinin çocuksu suratlarına oturmuştu.

Ben ise hissizce yarattığımız enkaza bakıyordum. 

Yerde öylece yığılmış bedenler, etrafta bir oraya bir buraya koşturup yaralılara büyüleri çok geç olmadan yetiştirmeye çalışan Madam Pomfrey ve sinir krizi geçiren Curcio laneti kurbanlarına iksir içiren profesörler bu tabloyu gerçeğe kavuşturuyordu.

Yere yığılmış turuncu saçlar dikkatimi çektiğinde hızla oraya koştum. Önüme çıkan herkesi iteklerken bunun başıma gelmiş olmasından korkuyordum.

Sonunda turuncu saçları yere saçılmış, yüzüstü yatan çocuğun yanına geldiğimde, yanına oturdum ve endişeyle çocuğu sırtüstü çevirdim.

Contradiction // DramioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin