Buraya ilk geldiğim zamanı hatırlıyordum.
Nasıl unutabilirdim ki? Herkes Gonheart Ailesi'nin kalan son varisi olduğum için gözlerini çevirip on bir yaşındaki bir çocuğa ne kadar onaylamaz bir tavırla bakabilirlerse, o kadar huzursuzlukla bakmışlardı. Kalbim sanki kulağımda atıyor o görkemli tavanı gördüğümde bayılacağımı sanıyordum.
Kimsenin o tuhaf bakışlarına aldırış etmemiştim bile. Hogwarts'taydım! Öğrenecek o kadar çok şeyim vardı ki, hem bir sürü arkadaşım olacaktı, ünlü profesörlerden ders alacaktım.
Fakat tüm bu heyecanım Seçmen Şapka, herkesin tahminin aksine Slytherin yerine, Gryffindor olarak bağırdığında bir kafa karışıklığına dönmüştü. Bir anda beni yok olmak isteyeceğim kadar ürpertici bir sessizlikle bırakmıştı.
Hmm... Cesur... Vefakar... Lider ruhlu... Biraz pervasız ama... GRYFFINDOR!
Bu cümle ile birlikte çöken sessizliği, rahatlayan ve yumuşayan bakışlar ile deli bir alkış almıştı. Zamanla daha da sevecen hale gelmiş, beni tamamen kabullenmişlerdi.
Ailemin bu konuda benden bir beklentileri yoktu. İkisi de zamanında Slytherin için seçilmiş olsalar dahi kabul edileceğim binanın hiçbir öneminin olmadığını biliyorlardı. Artık zamanın Muggle-safkan ya da binalar arasındaki tartışmalar için çok ileride olduğunun farkındaydılar.
Bu yüzden Gryffindor'a girdiğimde kopan şaşkınlık ve sevinç dolu çığlıkların anlamını önceleri çözememiştim.
Diana Maria Gonheart'tan beklenileni karşılamamıştım anlaşılan. Ailem bu durumu umursamasa da, büyükbabam elbette pek hoşnut olmamıştı.
O farklı bir... dönemden geliyordu. Slytherin olmak, safkanını korumak özellikle onun için önemliydi. Bu yüzden ne zaman aile yemeklerinde bize katılsalar, babamın beni yetiştirmesi gerektiği şekilde yetiştirmediğinden dolayı utanç kaynağı olmasından başka hiçbir şey söylemiyordu.
Oysa haksızdı. Babam beni olabilecek en iyi şekilde yetiştirmişti. Becerikli, cesur ve akıllı bir cadı olmam için elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Birinci sınıfların teker teker isimleri söylenip, binalarına yerleştirilirken yüzlerindeki o heyecanı görmek beni mutlu ediyordu. Yedi sene önce bugün ben de onlardan biriydim. Tabii girişim biraz daha dramatik olmuştu sanırsam.
Son seneme kadar herkesi şaşırtarak bir belaya bulaşmadan sabırla gelebilmiştim. Kimin ne düşündüğünün bir önemi yoktu. İyi bir öğrenci olacağıma, gerçek bir Gryffindor olduğumu kanıtlayacağıma ve babamı utandırmayacağıma yemin etmiştim. Kendimi bulduğum bir yerde, mutlu ve başarılı bir öğrenci olduğum için yeterince memnundu. Tıpkı annem gibi.
Bu yeminimden vazgeçmeye de niyetim yoktu.
"Gryffindor!"
Küçük kızın kahverengi gözleri iri iri açıldı. İnsanlar onu alkışlarken önce Hufflepuff masasına yürüdü. Sonra birkaç büyük sınıf gülerek ona doğru masayı işaret etti. Biraz kaybolmuş gibi görününce ona büyük gelen pelerinini bir Gryffindor yakalayıp nazikçe oturması için çekti.
Benim gibi son sınıf olan Leo Flamewood'dan başkası değildi bu.
Adını aklımdan geçirmek bile beni öfkelendiriyordu. Leonard Alfred Flamewood.
Küçük kızın yanakları kızarırken ona güven verici bir şekilde gülümseyip yanına oturması için yer açtı. Ağabey-vari tavrı ile ona doğru eğildi. Öğrencilerin gürültüsüne ve masada bana çok yakın oturmamasına rağmen onu duyuyordum. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...