Jungkook sabahın erken saatlerinde eş zamanlı olarak çalan telefon ve kapıyla gözlerini araladı uykulu bir şekilde. Telefonu susturup tek gözünü aralayarak gittiği kapıyı açtı. Hava tam aydınlanmamıştı bile kim gelmiş olabilirdi ki bu saatte?Yüzüne çarpan soğuk havayla biraz daha ayılırken gördüğü bedenle gözlerini ovuşturdu. "Jimin?" Sarışın olan sanki saat sabah altı değilmiş gibi enerjik bir gülümsemeyle kendine bakıyordu. "Günaydıın!" Jungkook hala olayın gerçekliğini kavrayamasa da rüya bileyse harika bir rüya olduğuna kanaat getirerek içeri geçen Jimin'in peşinden gidip kendini koltuğa atmıştı tekrar. "Hişt, uyuma ya. Sabah oldu kalk." Jungkook aldrış etmeyip mırıltı çıkarırken Jimin umutsuzca kafasını sallayıp yanındaki yastığı ona fırlattı.
"Jungkook ben kahvaltı ve yürüyüş bile yaptım. Hadi ama, kalk artık." Jungkook başka biri atsa kavga edeceği yastığı oflayarak yüzünden çekip gözlerini açtı. "Hayatı bu kadar seviyor musun cidden?" Omuz silkti Jimin. "Her gün salak gibi beşte kalkıp bunları yapmıyorum ben de zaten. Uyku tutmadı sadece, SEN DE BENİ BEŞ GÜNDÜR EKTİĞİN İÇİN en son bu saatte zorla geleyim bari dedim." Uzun olan boş gözlerle tavanı izleyip hala ayılmaya çalışırken konuştu hala boğuk çıkan sesiyle. "Ekmedim işim vardı."
"Hyungwon'a sordum iki gün kursa bile gitmemişsin. Ne işi?" Bakışlarını sonunda diğerine çevirdi yavaşça. "Yalnız kalıp düşünmem gerekiyordu." İlk önce üzüntüyle alt dudağını sarkıtsa da daha sonra birden ciddileşip kaşlarını çatmıştı Jimin. "Canını her ne sıkıyorsa nefret ediyorum." Öylesine söylememişti bunu. Cidden onu üzen bir şeylerin olduğu düşüncesi içini sıkıyordu. Onu üzen kimse olmamalıydı, varsa da savaşırdı sonuna kadar.
O sırada Jungkook'u güldürmüştü son duyduğu cümle. "Etme," ama daha sonra buruk bir tebessüm almıştı neşeli gülüşünün yerini. "ben çok seviyorum."
"Nasıl yani?" Sarışın kafası karışmış bir şekilde ona bakarken Jungkook ayaklandı bir cevap vermek yerine. "Ben duş alayım, sen de takıl. İstersen yukarı da gelebilirsin." "Tamaam, git sen."
O yukarı çıktıktan sonra Jimin koltukta iyice yayılıp gözlerini etrafta gezdirdi öylesine. Jungkook ailesiyle yaşadığı için eşyalar kendi zevki olmasa da annesinin oldukça zevkli biri olduğuna kanaat getirmişti. Sportif ve şık gözüken ev ayrıca ferahtı da.
O sırada gözüne duvardaki fotoğraflar çarpınca güldü. Jungkook'un küçüklük fotoğraflarıydı bazıları. Ayrıca annesiyle olanları görünce kaşları havalandı. Benzemelerinin yanı sıra çok da güzel bir kadındı. Jungkook'un ona olan düşkünlüğünü bildiği için zaten merak eden Jimin daha da merak etmişti nasıl biri olduğunu. Hatta Jungkook gibi birini yetiştirdiği için bile tanımasa da büyük bir saygı duyuyordu.
Düşüncelerini bölen şey masanın üzerinde titremeye başlayan telefon olmuştu. Eğilip aldığında babasının aradığını görüp ayaklandı götürmek için. Duştan çıkmış olmasını temenni ederek merdivenleri çıktı hızlıca.
"Jungkookie!!" Zaten kapısı açık olan odaya girdiğinde odayı boş bulunca telefonu koltuğa atıp sürekli dikkatini çeken masaya ilerledi. Orada duran birkaç bileklikten gümüş olanı kendi bileğine taktı. Büyük olmasına gülerek başka şeylere bakarken boş ve karton kahve bardağını aldı çöpe atmak için.
Bardağı bırakacakken çöpte gördüğü fotoğraflar dikkatini çekince kaşları çatıldı. Çöp poşetinin henüz yeni ve içinde birkaç kağıt dışında sadece fotoğraf olması sayesinde uzanıp aldığı fotoğraflara baktı merakla. Gördüğü yüzün nereden tanıdık geldiğini bulmaya çalışırken geçen gün defterin arasında gördüğü fotoğraftaki kız olduğunu anımsamıştı.