XVIII - Ad-Hoc

3.1K 397 33
                                    

Lux da C.C.'de olduğuna göre demek ki o da örgütün bir parçasıydı. Şimdiye kadar kimleri görmüştüm ki? Sanitas, Ira -göremedim aslında ama duydum-, Fons, Quae ve Lux. Quae 'arkadaşlarına söyleme' dediğine göre de benim güzel grubumdan kimsenin bundan haberi yoktu. Gerçekten bir şeyleri keşfetmeliydim. Zaten yeterince geç kaldığımı hissediyordum.

"Kaç gün oldu ve şu an sabah mı gece mi?" Ani sorum karşısında üç çift göz şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Sen uyuyalı iki gün oldu ve bir iki saat içinde hava aydınlanacak." Cevap veren Fons'tu. Çünkü Quae ne yapacağımı anlamaya çalışıyordu. Anladığını gözlerinde fark ettiğimde ise beni durdurmasın diye harekete geçtim. Fakat yine de ondan uzun bir itiraz cümlesi bekliyordum.

"Daha tam iyileşme-"

"Özel eğitimlerde 2 gün gerideyim. Açıklarımı kapatmam lazım. Fons her şey için teşekkür ederim ve Quae benim için uykusuz kalıp başımda beklediğin için teşekkür ederim." Lux'a gülümseyerek kapıya kadar ilerlediğimde aklıma bir fikir gelmişti.

"Iıı şey diyecektim. Fazladan meşalesi olan var mı?" Lux ve Fons'un kahkahasıyla C.C. inledi diyebilirim.

Ne yapabilirdim ki o karanlık hücre, ben ölmeden ya da yaralanmadan aydınlanmıyordu.

Elimde büyük bir meşaleyle yine o gümüş kapının önündeydim. Derin bir nefes alıp yaralı elimle kapıyı açtım. Beklediğim gibi içeri adımımı atmamla birlikte gümüş kapı gürültüyle kapandı.

"Bu gece de bacağımı zehirlemeye geldim. Söylesene ışık rahatsız ediyor mu?" Herhangi bir kıpırtı veya ses beklerken hücreyi incelemeye başladım. İlk dikkatimi çeken siyah duvarların üstündeki gümüş sarmaşık desenleri oldu. C.C.'nin girişindeki desenlere benziyordu ve burası gerçekten çok büyüktü ve neden ilk gelişimde dakikalarca boş boş yürüyebildiğimi açıklıyordu. Hatta meşalenin aydınlattığı yer belirli bir alanda sınırlı kalıyordu. Duvarlara yakın zeminde küçük beyaz mumlar vardı ve bu hoşuma gitmişti. Fons'un hücresindeki gibi yerde birkaç kitap diziliydi fakat çok daha düzenliydi. Genel anlamda boştu ve otantikti. İlerledikçe duvarlara asılı kılıçlar, bıçaklar görmeye başladım ve tabii ki tavandan uzanan birkaç zincir... Kılıçlar çok hoş gözüküyordu ve onlara yaklaşırken hücreyi soğuk bir ses kapladı.

"Dokunma. Bacağını değil ama diğer elini kaybedeceksin. Duvarlarda asit var."

"Bu kılıçlar süs olsun diye mi bu hücrede duruyor? Ne yazık."

"Burada süs olarak duran tek şey sensin ve ben sadelikten yanayım. Git."

"Gitmeyeceğim Ira. Bana bir şey öğretmeye niyetin yoksa da bir iki saat burada duracağım. Buna alışsan iyi olur."

"Ad-Hoc'tan olmayanları bile buraya sokmaya başladıysalar örgüt düşündüğümden de kötü ilerliyor."

"Örgütün adı Ad-Hoc mu?"

Sessizlik. Cevap yoktu. Sanırım örgütün adını bilmediğimi bilmiyordu ya da bunu bana bilerek söylemişti. Biraz daha ilerledim ve sonunda büyük hücrede meşale, onun olduğu alanı aydınlatmaya başladı. Siyah bir koltukta oturuyordu. Kollarını bağlamış, bacak bacak üstüne atmış sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Quae gibi güzel bir yüzü yoktu. Fakat sivri hatları ve keskin bakışlarıyla korkutucu bir havası vardı. Cura onu görseydi 'yakışıklı ve havalı' derdi ama açıkçası dış görünüşü pek de umurumda değildi. Birazdan beni öldürecekmiş gibi bakan gözleri hariç tabii...

Bakışları gözlerimden elime kaydı.

"Önce kapım, sonra karanlığım şimdi de kitaplarım..." Ben de elimdeki yaraya bakıyor sanıyordum. Aslında o daha çok eşyaları için endişeleniyormuş. Bir şey söylemedim. Elimdeki meşaleyi elimi değdirmeden duvara yerleştirdim. Kitabın ilk sayfasını açıp yere oturdum çünkü kocaman hücrede onun oturduğu siyah koltuktan başka oturacak hiçbir şey yoktu. Kitabın adı 'Güçlerin Seviye Ayrımı'ydı. Diğer kitapların içinde dikkatimi ilk bu çektiği için almıştım. Genelde kitaplarla aram pekiyi sayılmasa da bu kitap sürükleyiciydi ve kendini okutuyordu.

MixtaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin