Gecenin karanlığı çökmüşken koca bir gezegene bir diğer yarımın hala aydınlık olduğunu düşündü. Hava biraz soğuktu fakat çocuk, hissedebileceğinden çok daha fazla üşüyordu. Günlerdir uykusuz kalmasının sonucu olarak mı yoksa ruhsal çöküşünün getirdiği bir hediye miydi bu, kestiremiyordu. Belki de hayatında ilk kez çenesi titriyor, dişleri birbirine çarpıyordu. Kendi bedeninin yarattığı bu ses, ona güçsüz olduğunu hissettiriyormuş gibi sinirine dokunuyordu. Böyle alışılmışın dışında senaryolara alışkındı aslında. Hatta bizzat kendi bu gibi durumlara yol açacak seçimlerde bulunurdu. Yine de kendini bile şaşırtmak, her seferinde bile bile kendine tuzaklar kurmak tuhafına gidiyordu. Sanki kendine yara açıyor, kendini tedavi ediyor ve aynı yaranın üstüne tekrar tekrar bir diğerini açıyordu. Fakat çocuk, bu siyahlıktan kurtarmak için herkesi, her şeyi gerekirse her şeyi kanıyla boyaması gerektiğini biliyordu.
Derin ve anlaşılmaz rüzgar ağaçların sesini getiriyordu. Kat ettiği yol gittikçe büyük taşlarla kaplanıyor, engebeli bir hal alıyordu. Çocuk artık büyük bir beyni ve kalbi taşıyan küçük ayaklara sahip değildi. Artık elleri ve bedeni de büyümüştü. Bu yüzden ne yolundaki büyük taşlar ne de içine işleyen acı soğuk, onu yapması gereken şeyden alıkoyamayacaktı. Zaten böyle bir sonuç için yeterince oyuncaya kendi senaryosunda yer vermiş, onları da kullanmıştı ve şimdi elde ettiği, istediği sonucu başarıya çevirmek kalmıştı. Başka türlüsü onlara da ihanet olacaktı. Aslında bütün olasılıklar yarı yarıyaydı ve belki bir yerde bir virgül hatası yapmıştır diye çocuk, defalarca kez hesaplamıştı. Hiç kurban vermeden kazanmak mümkün müydü? Kimseyi acı geçmişe boğmadan, bir şekilde süregelen hayatların düzenini bozmadan ve ağlatmadan en değer verdiklerini, onların içine nefret, kin yerleştirmeden olabilir miydi? Çocuk, bunları yapmadan başarıya ulaşmanın yolunu bulamıyordu. Fakat bunları yaparak kazanılan bir başarı da kendisini ne kadar tatmin edecekti, işte bu hesabın sonucunu kestiremiyordu.
Üflediği nefesi buhar olup süzülürken havada çocuk kendi küçük evreninde büyük bulutlarını yaratmıştı ve aslında her şeyin istediği gibi şekilleneceğine inanmıştı. Ne yazık ki onun gibi dahi bir çocuk bile kendindeki gücü gözünde fazla büyütmüş, evrene kafa tutabileceğini sanmıştı. Bu işin kolay olacağını düşünürken tıpkı diğerleri gibi o da yanılmıştı.
Sonunda vardığı yer, hayatını bir kere daha dönüm noktasına sürüklüyordu. Büyük, haddinden fazlaca büyük, bembeyaz olmasına rağmen karanlıkla gölgelenmiş heybetli binaya ve hemen ardında kalan büyük arenaya bakarken çocuk, hiç hata yapamayacağı ve yaparsa evrenin kaderini değiştireceği noktada durduğunu biliyordu. Quae'nin söylediği gibi taşları oynatma vakti gelmişti. Fakat onlar kuralları hiçe saymış, ellerini bile sürmezlerken piyonlara hayatlarını vezire yatırmışlardı.
Çocuk, heybetli binada yolunu bulmakta hiç zorlanmıyordu. Aksine aklına kazınmış bir haritada istediği noktayı işaretleyip ne kadar sürede oraya varacağını hesaplayabiliyor, hatta orada kimlerle karşılaşacağını bile görebiliyordu. Bu yüzden gitmesi gereken yere, gitmesi gereken süreden bir saniye bile şaşmadan ulaşabiliyordu. Uzun yolları kat etmeye devam ederken çocuk, yaşlı adamın telaşlı yüzünü zihninde gördü. Elindeki kağıdı yakıyordu. Fakat soğukkanlılığından birazcık ödün verse titreyecekmiş gibi duruyordu. Sahne açıktı. Dört koruyucu ve Legis kaskatı kesilmişti. Odada bulunan nobilenin onlar üzerindeki etkisi çok net bir şekilde görülüyordu.
Çocuk son merdivenleri de çıkıp koridorun sonundaki salona ilerlerken yoğun baskıyı hissetmeye başladı. Senelerce nobilelerle yaşadığı için bu duygunun nasıl bir şey olduğunu diğer herkesten daha iyi biliyordu. Yakıcı bir acı sahipsiz bir şekilde içinde, damarlarında ve kanında dolaşıyordu. Beyni bulunduğu yerden uzaklaşmasını, kaçmasını haykırıyordu ve onu dinlememek için büyük bir irade gerekiyordu. Fakat çocuk, Sacra'da yaşarken bir kez bile kaçmamıştı. Çünkü bu hataya sadece bir kere düşmesi bile sürgün edilmesi için yeterliydi. Bu yüzden zaafını hafifletmek için doğduğu andan beri adaptasyon göstermeye çalışıyordu. Mixtaların hesaba katılmadığı bir olasılık takviminde, nobilelerin baskısına karşı en duyarsız nulla olduğu açıktı. Fakat en duyarsız nulla bile daha gözleriyle görmeden bir ulcusun varlığını hissederek korkmaya başlıyordu. Ruhuna işlemiş bu içgüdüden kurtulamıyordu. Neredeyse titremesini bile zor durduruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mixta
FantasyBu evrende varlığın bir şekilde kabul edilir. Mixta olduğunu herkesten sakla.