XI - Zaaf

3.3K 416 26
                                    

Solum aynı gece üst üste iki şok, ki ikincisinin yanında birincisi sönük kalıyordu, yaşamayı kaldıramadığı için ilk defa koltuğuna oturdu ve Quae'yi de kapıda dikilmeye mahkum etti. Salondaki şaşkınlığın ve sessizliğin etkisinin hiç geçmeyeceğini düşündüğüm bir anda Amor'un güçlü sesi salonda yankılandı.

"Bu gece sizden bir şeyler öğrenebilecek miyiz docet? Eğer öyle değilse hazır acıkmışken burada boş boş oturmak yerine Quem'le yemeğe gitmeyi tercih ederim." Amentes üçlüsü ve kendisinin en yakın arkadaşım olduğunu tam da şu an belirtmek istediğim Cura kıkırdarken Aliud ve Album kahkahalar atmaya başladı ve salondaki tedirginlik yerini bana sadece utanç veren tatlı bir sıcaklığa bıraktı. Quae gülmüyordu ve tabii ki ben de... Docet ise neyse ki Amor'un sözlerini hakaret ya da saygısızlık olarak algılamamıştı ve maalesef yüzüne 'ah şu gençler' ifadesi takınan bir tebessüm yerleştirmişti. Amor'un aksine Quae'nin sesi salonda bir kez daha mutlak sessizlik oluşmasını sağladı ve docetin onun söylediklerini saygısızlık olarak algılamamasına imkan yoktu.

"Eğlenceniz bittiyse yerime geçebilir miyim?" Solum çoğu docetin aksine sert gözükse de sakin ve tatlı bir adamdı.

"Evet, Quae. Tabii ki yerine geçebilirsin. Bu gerçekten etkileyici bir dönem... ve Amor, yemek yemek ve sevgilinin elini tutmak için biraz daha beklemelisin. Eğitime başlıyoruz."

Quae beni öldürecekmiş gibi bakmıyor olsaydı docetin sözlerine utanabilir hatta kızarabilirdim. Fakat daha çok ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Gözlerimi, zehir gibi bakan gözlerinden ayıramıyordum. Sanki başka bir yöne bakarsam yanıma gelip kafamı tutup zorla gözlerimin içine bakacakmış gibi hissediyordum. Sanki ona bakmazsam alev alacakmışım ya da bir buzun yakıcı soğukluğunu tadacakmışım gibi... Bu, çok yıkıcıydı. Ne kadar süre bakışlarımızın öylece kenetli kaldığını bilmiyordum ama Amor'un endişeli sesini duyabildiğimde çok uzun bir süre olduğunu anlamıştım.

"Quem!"

"Efendim." Quae'nin zehirli, yeşil gözlerinin yerine Amor'un endişeli yüzü görüş alanıma girdiğinde rahatlamıştım.

"Diyorum ki eğitim çok sıkıcı vakit geçirmek için bir şeyler yapalım mı? Ayrıca haberin olsun bunu yaklaşık on kere daha söyledim."

"Özür dilerim. Ben, duymadım. Ne yapalım?" Az kişiydik ve ne yaparsak yapalım göze batardık. Buna şu an ki gibi fısır fısır konuşmamız da dahildi. Docet sesini biraz daha yükseltti ve imalı bir tınıyla konuşmaya başladı.

"Sanırım Amor daha fazla dayanamıyor. Bu gecelik bu kadar gençler dağılabilirsiniz."

Quae'nin hızlıca kalkıp bir iki adımda yanıma gelmesi beni ve herkesi şaşırtmıştı. Quae'den başka kimse hareket etmiyor herkes bizi izliyordu. O böyle ani tepkiler vermezdi. Eğer veriyorsa ya sağlam bir olay olmalıydı ya da fazlasıyla canı sıkılmış olmalıydı. Canını sıkmayı başarabilen tek kişi de genelde ben olurdum.

Elimden tutup beni hızlıca eğitim salonundan çıkarırken herkes hala bizi izliyordu. Amor bir an için itiraz edecekmiş gibi olsa da Quae'nin kararlı bakışlarını fark etmiş olmalıydı ki tepki vermedi. Nereye gittiğimizi bilmiyordum fakat bir şekilde Quae'nin hızlı adımlarına ayak uydurabiliyordum. Uzunca bir süre beni böyle peşinden sürükledi ve art arda birçok merdiven çıktık. Bütün üst dönemlerin katlarını sırasıyla geçtiğimizi söyleyebilirdim. Yorulmaya başladığımı hissederken Quae durdu ve ben de sonunda nereye geldiğimizi inceleyebildim. Sadece büyük bir kapı vardı. Evet, başka hiçbir şey yoktu. Quae cebinden gümüş renkte bir anahtar çıkardı ve rahatlıkla kapıyı açıp geçmem için kenara çekildi. İsteği açıktı. İçeri girecektim. İçeriye girer girmez hafif bir rüzgar yüzüme çarpıp saçlarımı savurdu. Büyük bir terastaydık.

Düzeltiyorum. İnanılmaz manzarası olan epeyce büyük bir terastaydık. Mane, uçurumlar, buradan küçücük gözüken yapıların ışıkları, uzunca bir karanlık ve Nil'in tamamı, hepsi ayaklarımızın altındaydı. Saatlerce burada durabilirdim hatta yaşamımın geri kalanını burada sürdürebilirdim. Çok güzeldi. Yavaş yavaş manzaranın güzelliğine alışırken neden terasın anahtarının Quae'de olduğunu merak etmeye başladım. Quae sessizce arkamda duruyordu ve sanırım manzaranın tadını çıkarmama izin veriyordu. Yanıma geldiğinde ise ona dönüp yüzündeki ifadeyi anlamaya çalıştım. Eğitim salonundaki kadar kızgın görünmüyordu ama yakın ve sıcak da değildi. Ne bekliyordum ki? Biz hiç yakın ve sıcak olmadık.

"Demek sen de A'sın." Bunu aşağılayıcı bir şekilde söylemese de cümlenin kendisi bile sinirimi bozmuştu. Cevap vermedim. Şu an moralimi kolay kolay bozamazdı. Sonuçta karşımda mükemmel bir manzara duruyordu. Ya da ben bozamayacağını düşünüp sevgili Quae'yi küçümseyecek kadar sersemdim.

"Gücünü gözünde büyütme Quem. İnsanların sana gücün yüzünden yaklaşmasına izin verme. Çabuk kandırılıyorsun. Düşünmeden hareket ediyor, herkese güveniyorsun. Senin yüzünden başımın belaya girmesini istemiyorum. Sönüktün ve karanlık bir köşedeydin. Bu arma sana biraz ışık tutmuş olabilir fakat sakın onun gibi parladığını düşünme. Aslında benim için sen hala o karanlık köşede duran; sönük, kıskanç ve güçsüz olduğu için ağlayan küçük bir çocuksun. O kadar aptal gözüküyorsun ki. Özellikle o armayı takıp kendini bir şey sandığında..." Bir şey söyleyemiyordum. Gözlerime yaşlar dolmaya başladığında ona, hala ağlayan o kıskanç, küçük çocuğu gösterdiğimi biliyordum. Fakat ben hep o küçük çocuk olacaktım değil mi? Quae var olduğu sürece ve onun gibi göz kamaştıran bir ışığın yanında durduğum sürece gölgesi bile olamayacak kadar değersizdim ve o bana bunu hatırlatmaktan asla vazgeçmeyecekti. Hiçbir zaman bana gerçekten değer veren birilerinin varlığına inanmayacaktı. Asla güçlü olduğumu düşünmeyecek, her şeyden önemlisi beni hiç bir zaman bir baş belasından daha fazlası olarak görmeyecekti.

Koşmaya başladım. Uzaklaşmalıydım. Ondan mümkün olduğunca uzağa gitmeliydim.

Odama geldiğimi fark ettiğimde aramızda sadece kısa bir hol ve iki kapı olduğunu düşündüm. İşte ondan sadece bu kadar uzakta olabilirdim. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda nefes alışım gittikçe düzensizleşmeye başladı. Pelerinimdeki armayı çekip çıkardım ve tüm gücümle odanın taş duvarına fırlattım. Birçok tiz ses geldiği için kırıldığını anlamıştım. Ben o arma olmadan parlamalıydım! Onun getirdiği güce, arkadaşlara ihtiyacım yoktu. Quae'nin söylediklerini hak etmiyordum. Hayır. Ben hiçbir zaman bir armanın ışıltısının arkasına saklanmadım. Bunca senedir bu arma yanımda yokken ben onun ışığının yok ediciliğiyle savaşıyordum! Güçlüydüm ve bunu biliyordu. Sadece kabul etmek istemiyordu. Ben, onun gözünde bu kadar pasif, bu kadar basit olamazdım. Olmamalıydım. Lütfen.

Yere oturup sırtımı taş duvara yasladım ve ağlamaya devam ettim. Soğuk iyi geliyordu ama ağlamamı durduramıyordum. Zaten Quae olmadan şu lanet olası gözyaşları durmazdı ki!

"Gerçekten en büyük zaafın Quae, değil mi?" Alea'ydı. Benimle mi konuşuyordu? İnanılmaz. Bu nasıl bir geceydi böyle? Fakat armamı atıp ağlamamla Quae'yi nasıl özleştirebilirdi ki? Konuştuklarımızı duymuş olamazdı çünkü terasta bizden başka kimse yoktu. Odaya girdiğimden beri de tek kelime etmemiştim.

"Zaafları ve zayıf noktaları görebiliyorum. Sana baktığımda ise derin bir şekilde Quae boşluğu görüyorum. Her şekilde o senin zayıf noktan."

Yasa XIX: Ulcus'ların verdiği kararlar Nil tarafından sorgulanamaz.

Yasa XX: Nil'de yaşanan herhangi bir olay sonucu hiçbir nulla Sacra'ya sığınamaz.


MixtaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin