"RUNU EFSANESİ"

57 11 34
                                    

"Sen fenrir binicisin!" gözlerimi açtığımda bu cümle beynimin içinde anlamsız dolanırken üzerimde belirgin bir korku vardı. Ama bu korku kafa karıştırıcı bir korkuydu. Gözlerimi ovuşturarak nerede olduğumu idrak etmeye çalıştım. Tanıdık geliyordu ama çıkaramadım. Aklıma dün geceden bir kaç kesit gelmişti  ama yapbozun parçalarını bir türlü yerine  oturtamazken üzerimde ki battaniyeyi kenara attım ve ayaklarımın soğuk zeminde irkilmesine izin verdim. Kendime gelmek istiyordum ki başım dönmüştü, ellerimi yatağın iki kenarına koyarak gözlerimi bir kaç defa sıkıca açıp kapadım ve etrafta gezdirdim. Şimdi tanımıştım,  burası  Nekta'nın odasıydı. Duvarda ki göze çarpan tablolar ilk gördüğüm günkü gibi ürkütücüydü ve  size doğru baktığını düşündüğünüz o hükmeden bakışlar arasında bunların kime ait olduğunu anlamanız uzun sürmezdi. Ama neden? Nasıl ve neden bu odaya gelmiştim? İçimde kabaran merak duygusu beynimde alarm çalmaya başlarken kapıdan içeriye giren Soren gergin bakışlarıyla beni süzdü.

"Burada ne işim var?" kuruyan boğazımı tükürükle ıslatırken gözlerimi kıstım. "Nekta yine ne işin peşinde de bu odaya geldim ben?" Sorenden hesap sormam saçmaydı ama konu Nekta olunca kimseye güvenemiyordum hele de dün geceden sonra.

"Sakin ol Luna." elinde ki kese kağıdını köşede ki masaya bıraktı ve baş ucumda duran koltuğa oturdu. "Yorgun olmalısın." Nasıl göründüğümü bilmesem de Soren dağılmış saçları ve ortaya çıkan göz torbalarıyla  bence benden daha yorgun gözüktüğüne emindim.

"Yorgun değilim." göz ucuyla açılan kapıdan baktığımda aynı yüz ifadesine sahip Sari ve Nekta girdi. Onların bu gergin yüz ifadesi beni de germişti. "Bana ne olduğunu anlatacak mısınız ? Bu odada ne işim var?" 

"Tamam." Soren nefesini verirken arkasına yaslandığı sırada Sari görüş alanıma girerken ellerini yanlarına bıraktı. "Luna, sana Kirayet mağarasından dönerken anlattığımız efsaneyi hatırlıyor musun ?"

"Emin değilim?!" şaşırarak büyüyen gözlerim Sari ve Soren arasında gidip geldi. Ne demek istediklerini kestirmemiştim.

"Runu Efsanesi." dedi Soren dikkati üzerine çekerek. "İzin verirsen sana bu hikayeyi anlatacağım."

"Benimle bir alakası var mı?" dedim oflayarak.

"Dinle, anlayacaksın." koltuğa biraz daha yerleşerek derin nefes aldı. "Zamanında Runu adında bir kız ve  hayvanları güden bir babası yüz hanelik bir köyde beraber yaşıyorlarmış. Bir gün kızın babası hayvanlarını güttüğü sırada  ormanın derinliklerinde hayvanları uçuracak derecede güçlü bir fırtına çıkmış. Adam ne yapacağını bilemeden fırtına arasında telef olmasın diye hayvanlarının bacağına yapışıp onları çekmeye çalışmış ama fırtına galip gelmiş ve  tüm  hayvanları havaya doğru uçurmaya başlamış. Kızın babası bu duruma üzülse de doğal afete bir şey yapamamış ve kendine en yakın saklanabileceği bir yer aramaya başlamış ama ağaçlardan başka bir şey yokmuş etrafta. Ağaç kovuklarından birine girmeyi düşürürken birden tipi oluşmuş. Hem fırtına hem de kar göz gözü görmeyecek bir durum meydana getirmiş. Ağaç kavuğunda ısınmayı başaramayan adam çıkmış ve yürümeye başlamış, ısınması için başka şansı yokmuş çünkü. Biraz daha ormanın derinliğinde ilerlerken uzaktan bir karaltı görmüş. Ne olduğunu en başta anlayamamış ama kapıya vardığında kapının üzerinde karın katman oluşturduğu kabartmadan anlamış.  Burası aforoz edilen cadının kaldığı kulübenin ta kendisiymiş. Öncelerinde sadece söylenti olsa da kızın babası onu, aforoz edilen cadının gizli sığınağını bulmuştu. İçinde ki son hayatta kalma iç güdüsüyle düşünmeden içeri girmiş. 


Titreyen bedenini önce köşede kendine sarınarak geçirmiş ve titremesi azalınca etrafına göz gezdirmiş. Yarı aydınlık odanın içine göz  gezdirdiğinde her yerde kitaplar, şeffaf kavanozlar içinde garip şeyler ve bitkiler dolu olduğunu fark etmiş. Aforoz edilmiş eski çağ büyücüsünün olduğuna ve onun gerçekten bir söylenti değil de var olduğuna kanaat getirince ayağa kalkmış ve kitaplardan bir kaçını almak için doğrulmuş. O zaman tekrar üşüyünce kitapların sayfalarını yakmak aklına gelmiş. Önce bir kaç kitaptaki sayfaları parçalamış ve örümcek bağlayan boş kazanlardan birinin içine kopardığı kitabın sayfalarını da atarak ateşini  yakmış. Ateş'in yanı başına da oturarak eline bir kitap alıp onu okumaya başlamış ama her çevirdiği sayfada şaşırmaya ve içten içe  merak uyandırmaya başlamış. Diriltme büyüsü, öldürme büyüsü, ve dahası. Şaşkınlıktan ağzı açık kalan adam bunları okusa da inanmamış. Böyle bir kaç kalın kitabı okuyup  bitirdikten sonra zaman ilerlemiş ve fırtına dinmiş. Runu'nun babası dışarı çıktığında fırtınanın telef ettiği bir kaç hayvanın buraya ölü olarak savrulduğunu gördüğünde içini korku kaplamış çünkü tüm köy ahalisinin hayvanları bu adama emanetmiş. Bu yüzden köye döndüğünde hepsinin hayvanlarına ne olduğu konusunda hesap soracağını biliyormuş. Acı içinde ne yapacağını, ne söyleyeceğini düşünürken aklına bir şey gelmiş. Aforoz edilen cadının evinde okuduğu kitaplar... Hızla kulübeye girmiş ve okuduğu kitaplardan birinde olan diriltme büyüsü yazan kabartmalı kitabı almış ve telef olan hayvanlarının yanına gelmiş. Kitapta yazan her şeyi yapan adamın gözleri önünde bir kaç saniye canlanan hayvanlar karşısında dili tutulmuş. Cadı da bu kitapta gerçek olduğuna o an daha da inanmış. İçi içine sığmayan bir şekilde hayvanları ve o kitabı da alarak köye gitmiş. Gece yarısı herkesi başına toplamış ve yavru bir yılanın boynunu kırarak onu öldürdüğünde tüm köylü ona bunu neden yaptın der gibi bakıyormuş. Ama adam bunlara aldırmadan devam etmiş ve kendi hayvanlarına yaptığı gibi boynunu kırdığı yılana da yapmış ve yılan tüm gözler önünde canlanarak en yakın deliğe kaçıp canını kurtarmış. 

KISTASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin