"Bu saçmalık kimin!" diye bağırdı karşımızdaki kurbağa suratlı kadın. Bu kesinlikle doğru tasvirdi. Bunu Harry Potter kitabında okumuştum ve o kadın kitabımı bulmuştu. Ölmeyi tercih ederdim diye düşündüm. Zaten birazdan beni öldürecekler onların elinde değilde kendi kendime ölmek isterdim. Sadece 13 yaşındaydım.
Sınıftaki kimseden ses çıkmamıştı. 'Benim kitabım' diyemiyordum. Bir şey buna engel oluyordu. Korkuyordum. Beni yine döecekler ve yerin altında olduğunu tahmin ettiğim bodruma kilitleyeceklerdi.
"Pekala" dedi kurbağa surat. "O zaman cezayı hepinize paylaştırırım." O anda bir güç gelmişti. Eğer benim demezsem ben dahil diğerleri de cezayı çekecekti ki tek suçlu bendim. Aslında bu suç bile değildi. fantastik kitap okumak bir çocuğun en doğal hakkıydı. Bu suç olamazdı!
Kadın adlarımızın bulunduğu listeyi eline aldı. Güç gelmiş demiştim ama ağzımı açamıyordum. Dilim kilitlenmiş gibiydi.
" Mike Thomson" dedi kadın. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Ama Mike burada değildi. İmkansız! Buradan kaçamazdı. Ayrıca hasta olsa bile burada olmalıydı.Ben bunları düşünürken kadın çıldırmış gibiydi.
"Mike Thomson!" diye bağırdı tekrar sonra tek tek erkeklere tokat atmaya başladı. "Hanginiz! Hanginiz Mike olduğunu saklıyor! Sizi öldürürüm anladınız mı?"
Matthew'da Tom'da Harry'de bu tokatlara sessiz kalarak cevap verdiler. Kadın bir anda çocukları bıraktı ve hışımla odadan çıktı. Gözümden bir damla yaş akmıştı. Silecek gücüm bile yoktu. Benim yüzümden olmuştu. Kadın geri geldi. Kağıda gözünü gezdirdi.
"Mike! Burada değil. Nereye gitmiş olabilir?" müdür yardımcımız tamamıyla çıldırmıştı. Derken bir adam girdi. Bu adamı daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. Oysaki 7 senedir buradaydım.
"Onu banyoda buldum. İntihar etmiş." dedi adam. Sesi gayet düzdü. Ölüme karşı sesi gayet düzdü. Ben başta algılayamamıştım. Bu olamazdı. O çok güçlüydü dedim kendi kendime. Sessiz olanımız olabilir ne bileyim neşesiz olabilir ama bunu yapmaz. Bunu güçsüzler yapar. Erkekler yapmaz. Mike yapmaz. İçimde çığlıklar atıyordum. Kadının korkuyla gözleri büyüdü. Bizim buradan tek çıkış yolumuz ölümdü. Bunu ne kadar basitleştirip yapabileceğimizi anlamışlardı. Korkma sırası onlardaydı. Yinede bunun için birimizin ölmesi gerekmezdi.
O gün bize Mike'ın cansız bedenini göstemişlerdi. Bizi korkutmak için. Onlar korkuyorsa bizim daha fazla korkmamız için. O gün biz çıkışımızın olmayacağını anlamış ve ciddi ciddi tek çıkış yolumuz olan ölümü düşünmüştük. Mike bize çıkış yolunu göstermişti.
Annem beni bırakmıyordu dakikalarca orada beklemiştik. Sonra babamın neşeli sesini duymuştum. Sanırım değişmeyen tek şey babamın bu neşeli sesiydi.
"Derya! Kız kim geldi saatlerdir. Haciz memurları mı yoksa?" dedi gülerek. Sonra bir an bizi farketti. Annem ne yazık ki kızını bırakak zorunda kaldı.
"Derya?" dedi babam şaşkınlıkla. Sonra bana döndü. "B-bu mavi gözlü kız! Derya bu bizim kızımız. Derya bu Deniz!" dedi ve bu sefer o da boynuma sarıldı.
"Her gün ayrı bir cehennem. Her gün 1 Ekim 2000 günü. Seni onlara verdiğim gün. Benim deniz gözlüm." dedi babam. Şiddetli bir şekilde ağlıyordum. Bu aslında bir haykırıştı. Bir kaybın hikayesi. Neler yaşadın Blue diye düşündüm. Hepsi ama hepsi geçti. Artık her şey normale dönüyor bak evine döndün. Ama içimde bir boşluk vardı. Doldurulamayacak bir boşluk. 13 yaşında ki bir çocuğu intihara teşvik eden bir boşluk. Dayak atan, bodrumlara kilitleyen, demirle, kabloyla dövüldüğüm bir boşluk. Şimdi hepsi bitmişti. Kaçış bundan sonra ölüm olmayacak Blue dedim. Sen kaçtın, başardın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızların Dansı
Teen Fiction"Adın ne?" diye sordu kadın sert bir sesle. Kız bir süre düşündü hangi adını söylemeliydi. Gerçek adını mı? Yoksa okulda ona zorla koydurdukları o ad mı? Kız ismini unutmuş olamaz ya diye düşündü kadın. Acaba beni duymadı mı diye düşündü. Aslında İn...