Su saflıktı, suyun rengi olmazdı. Onu değiştiren gökyüzüydü. Maviliğini denize yansıtır ve onu değiştirirdi. Bunu farketmek 17 yılımı almıştı ama anlamıştım.
Chris benim gökyüzümdü, ben ise deniz. Sanırım bu benim kaderimdi, Deniz olmak.
'Yaşıyor musun?' diye sorsalar 'Estağfurullah yaşamak ne haddimize' demek istiyordum ama sonuç maalesef oluyordu. Maalesef yaşıyoruz. Dıştan görünüşüm ne kadar harikaydı oysaki. 17 yaşımdaydım kimsenin sahip olmadığı bir hayata sahiptim. Şirketim bile vardı. Ama mutlu değildim, hayatımda sevgiye yer yoktu çünkü.
"1, 2, 3, 4. damla kendinden şüphe etti. 5,6.." Serumdan damlayan damlaları sayıyor ve kafamda intihar planları kuruyordum. Ölsem, kimse benim için üzülmezdi. Belki bir yıl hadi bir buçuk yıl yasım tutulur daha sonra unutulurdum belki şarkılarım mazide kalan birkaç güzel hatıra olarak kalırdı. Nazım'da bir mektubunda Piraye'ye bu şekilde seslenmemiş miydi? 'En fazla bir yıl sürer, 20. asırlarda ölüm acısı' Ailem onlara bağırdığımdan beri bir kere aradıklarını ve benim onları aramamı beklediklerini düşünürsek, hayatlarında bir değişiklik olmazdı. Peki Chris, o üzülür müydü?
Beni sevdiğini söylemişti. Yemin ederim bu sözde hiçbir art niyet ya da yalan aramamıştım. Elinden kanlar akıyordu ölmek üzereydi, çaresizdi ve belki de son sözü beni sevdiğini söylemek olacaktı. Peki, bunların hepsi bir oyunsa aslında beni hiç sevmemiş ama bir sebeple -babasının rakibim olması bile olabilir- bana oyun oynuyor olabilir miydi? Bu aklımda sona attığım en korktuğum seçenekti. Çünkü ben ondan gördüğüm sevgiyi kimsede görmemiştim ve bunun yalandan ibaret olmasını istemiyordum.
Sarışın hemşire kıvrak kalçası ve ağzındaki sakız ile tekrar girdi odaya. Kalçasını bir sağa bir sola vurarak serumun olduğu tarafa geçti. Gerçek sarışın olmadığı saçının dibindeki siyah saçlardan belliydi. Bunu daha önce nasıl fark edemediğimi anlamamıştım. Çünkü kadının siyah saçları yarım metreyi aşmıştı. Bir an önce kuaföre gitmesi gerekiyordu.
"Serumunuz bitmiş, çıkışınızı yapabiliriz." dedi. Belki hoş bir benzetme değil ama geviş getiren hayvanlar gibi konuşuyordu. Ağzı bir sağa bir sola gidiyordu. Ne kadar kibarsın Blue, yaptığın benzetmelere bak!
Serumu kolumdan çıkarmıştı. Bu çok büyük bir acı vermişti ama manevi acım bu acıya bin basardı zannediyorum.
"Ben çıkışını yapayım sen hazırlan." dedi Chris ve odadan çıktı. O çıkar çıkmaz odaya beyaz saçlı yuvarlak çerçeveli gözlüğe sahip zayıf ama uzun bir adam girdi.
"İyi günler." dedi. Bir doktora göre fazla neşeliydi.
"Teşekkürler." dedim ama temkinliydim. Bir doktor adayıydım ve doktorun nasıl neden davrandığını anlayabiliyordum.
"Sizinle bir konu hakkında görüşmek istiyorum. Biraz mühim." dedi. Korktuğum başıma gelmişti.
"Sizi dinliyorum."
"Yaptığımız testler sonucu birkaç sonuca vardık. Bundan emin olmak için birkaç test daha yapmalıyız. Uygun bir zamanınızda bu testleri yapmak için gelmelisiniz. Ama lütfen, lütfen geciktirmeyin!" dedi adam son cümleyi öyle bir söylemişti ki normalde aylar sonraya atacağım kontrolü birkaç gün sonraya almaya karar vermiştim.
"En kısa sürede gelmeye çalışırım."
"Bu kartım. Lütfen geciktirmeyin."
"Teşekkürler. En kısa zamanda." dedim adam odadan çıkarken Chris içeri girdi.
"Bir sorun mu var?" dedi kaşlarını çatarak. Adının Mark olduğunu öğrendiğim doktorun kartından kafamı kaldırıp ona baktım.
"Hayır, gidebiliriz." dedim ve kartı cebime sokarak önden önden odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızların Dansı
Genç Kurgu"Adın ne?" diye sordu kadın sert bir sesle. Kız bir süre düşündü hangi adını söylemeliydi. Gerçek adını mı? Yoksa okulda ona zorla koydurdukları o ad mı? Kız ismini unutmuş olamaz ya diye düşündü kadın. Acaba beni duymadı mı diye düşündü. Aslında İn...