Durmadan bir ileri bir geri gidiyorduk. Bir hafta içinde sabahları küsüp akşamları barışıyorduk. Bu döngü sürekli devam ediyordu. Dünya bir döngü içerisindeydi. Sabah ve akşam, gündüz ve gece, ölüm ve yaşam. Bizde bu döngülerin bir halkasıydık. Ama bizim döngümüz güven ve bağlanma probleminden oluşuyordu.
İkimizde iyi bir çocukluk geçirmemiştik. Onun neler yaşadığını bilmiyordum sadece annesinin onu terk ettiğini babasını yılda bir kez gördüğünü biliyordum. Annesi onu neden terk etmiş ya da babası neden oğluna değer vermiyor bilmiyordum. Aslında dönüp arkama bakınca ben hiçbir şey bilmiyordum. O çok kafa karıştırıcıydı. Bilgilerin derinliklerinde büyük boşluklar vardı. Belki de onun hakkında beni en çok ikileme düşüren şey buydu. Onu tanımamam.
İyi şeyler yaşamamıştım. Küçücük biriyken ailenizden alıkoyunup birde sürekli ders işleyip geri kalan zamanlarda dövüldüğünüz bir yerde yetişmek beyninizin büyük bir kısmına zarar verirdi. Belkide şu an ki ikilemlerim bu yüzdendir. Onu seviyor muyum ya da ona güvenmeli miyim? O tehlikeliydi. Zifiri karanlık. Ben karanlıktan korkardım ama karanlık bir şekilde beni bulurdu şimdi olduğu gibi. Korkuyordum ama bir şekilde onun yanımda olması bana güven veriyordu. Bu daha önce yaşadığım bir şey değildi ve beni korkutuyordu. İnsanlar bilmediği şeylerden korkarmış derdi anneannem küçükken. Ben bu duygu -ya da her neyse- bilmiyordum. Korkuyordum her şeyden çok. Ama bu korku hoşuma gidiyordu.
Onunla yaklaşık 9 ay geçirmiştim. Bir çocuğun doğma süresi yani bir mucizeye eş değer. Çok fazla şey yaşamıştım onunla ya da onsuz. Ve ben ilk defa arafta olma durumunu anlamıştım. Çok korkuyor ama onunla olmak istiyordum. Ona hiç güvenmiyor ama aslında çok güveniyordum. Bir şekilde canımı çok yakıyor ama onun kadar mutlu eden olmuyor. O cehennemdi ama bana cennetti hissettiriyordu.
Beynimde yaşadığım tüm bu ikilemler içimde çığlık çığlığa oradan oraya koşturuyordu. Sanki binlerce insan kafamın içinde konuşuyor gibiydi. Çığlık atıyordum ama o kadar sesin arasında kimse beni duymuyordu. Beni buradan kurtaracak kişiyi bekliyordum. Bu cehennemden kendi cehennemimden. Ama bu imkansızdı değil mi? İnsanların kafalarında yaşadıkları orada kalırdı. Ve kimse duyamazdı. Benim çığlıklarımı duyamadıkları gibi. Yapacak tek şey kalıyordu geriye, müziğin sesini açmak. Bu benim tek kurtuluşum olacaktı.
Dışarıda arabasına yaslanmış bir şekilde sigarasını içen Chris çok fazla çekici duruyordu. Akıllı olan her kız onu isterdi. Aslında aptal olanlarda. Bakışları 'Hey ben seksi ve kötü çocuk haydi bana bulaşın ve sizin başınızı döndüreyim!' der gibiydi. Biliyordum bir şekilde bu yıkılmaz çocuğun zayıf bir noktası vardı. Ama bir şekilde onu bulmalıydım yoksa aklımı yitirecek gibi hissediyordum. Bana yaşattığı bu şeyler kendimi deli olarak nitelendirmeme sebep oluyordu. Ve ben kendimi tanıyamıyordum.
Yanına gittiğimde sigarasını söndürmedi ama benden olabildiğince uzağa çekti. Sigarasını söndüreceğini düşünmüştüm yılbaşında bunu yapmıştı. Ama hepsinin boş bir hayal olduğunu düşündüm. Kibarca kapımı açtı ve arabaya geçtim.
"Ne yapmak istersin?" dedi Chris.
"Doğum günü çocuğu olan sensin, asıl sen ne yapmak istersin?" dedim. Güldü. Çoğu şeye gülüyordu. Gülmediği zamanlar ateş püskürüyordu. Bu çocukta da bir ikilem vardı.
"Tamam o zaman." dedi ve arabayı sola kırdı. Uzun yolculuğumuzda bize eşlik eden kısık radyo müziğiydi. Ben yolları izliyordum. Bu süre zarfında şaşırtıcı biçimde neden sinirlendiğimi sormamıştı. Belkide anlamıştı hatasını.
Geldiğimiz yer deniz kıyısında bir evdi. Çok küçük bir yerdi ve etrafında başka hiçbir şey yoktu. Sarı renkte olan evin duvarlarına kırmızı çiçekler çizilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızların Dansı
Teen Fiction"Adın ne?" diye sordu kadın sert bir sesle. Kız bir süre düşündü hangi adını söylemeliydi. Gerçek adını mı? Yoksa okulda ona zorla koydurdukları o ad mı? Kız ismini unutmuş olamaz ya diye düşündü kadın. Acaba beni duymadı mı diye düşündü. Aslında İn...