FARKLI HESAPLAR

292 29 6
                                    

Genç korsan geminin baş tarafındaki ileriye doğru uzanan direğe oturmuş geminin pruvasına bakıyordu. Ufukta batan güneş denizi elmas parçası gibi parlatıyor, günün son ışıkları gemi ile dans ediyordu.

Korsan yoğun bir gün geçirmişti. Tüm günü odasındaki parşömen kağıtları ve deri haritalar üstünde hesaplamalar yapmakla geçmişti. Bu son planlar çok önemliydi. Detaylar iyi ayarlanmalıydı ki sonradan istenmeyen bir şey ile karşılaşmasınlar.

Yakında kötü şeyler olacaktı. Onun için değil, güçlü insanlar için. Başı fena halde derde girecekti. Ama bunun için önlemler almıştı. Sabahtan beri bunlarla uğraşıyordu. Daha doğrusu yıllardır uğraşıyordu.

Elini baş parmağında takılı olan yüzüğe götürdü. Mavi akumarin taşından yapılan yüzük dalga motifleri ile süslenmiş, gökyüzü ile taçlandırılmıştı. Yüzüğü ona hediye eden kişi yüzüğü ona verirken, kelimesi kelimesine "Sen denizsin, bende gökyüzüyüm. Bundan sonra sen benim korumamsın. Deniz nasıl gökyüzünde bakıp yağmur yağacağını anlıyorsa sende bana yaklaşan tehlikeleri anlayacak ve beni koruyacaksın. Söz mü?" demişti tatlı sesiyle. Korsan da bir şövalye edasıyla onun karşısında diz çökerek söz vermişti. O günleri tekrar hatırlamak korsanın kalbini ısıttı. Yüzüğü parmağından çıkararak avuç içine hapsetti.

Ben sözümü tuttum. Peki , senin denizimi kaplayan gökyüzün nerede?

İçini ısıtan o ısı belirdiği hızda kayboldu ve yerini yine o ıssız soğuğa bıraktı. Korsan bir an yüzüğü sonsuza kadar denizin karanlık kalacak derinliklerine fırlatmak istedi. Ama bunun yerine yüzüğü tekrar parmağına taktı. Yüzüğü fırlatıp atmak senelerce onu hayatta.tutan intikam ateşini de fırlatıp atmak olurdu.

Denizin kabarması yakın.

Arkasından kendisine yaklaşan ayak seslerini duydu. Adım seslerinden gelenin 2. kaptan olduğunu anladı. Yalnız başına otururken onu rahatsız etmeye cüret ettiğine göre beklediği haber gelmiş olmalıydı. Oturduğu yerden kalkıp puruvaya arkasını döndü. Bu kadar duygusallık yeterdi.
" Haber geldi mi ?" diye sordu korsan.
" Evet."
" Gemi ne zaman kalkıyor?"
" 1 hafta sonra."
" Güzel. "
Korsan bir an düşünceli bir hale bürünse de hemen sıyrıldı bu ruh halinden.
" Haber gönder, yapılan hazırlıkları an be an bildirsin. Hiç bir ayrıntıyı atlanmasın. En küçük ayrıntıyı dahi bilmek istiyorum."
" Ama bu riskli olur."
" Dediğimi duydun."
2. kaptan, karşısındaki adamın bir şeye karar verdiğinde onu döndüremeyeceğini çok iyi biliyordu.
" Emredersiniz."
Korsan , 2. Kaptana arkasını dönerek tekrar ufuğa baktı.
" O zaman hazırlıklar başlasın."

.
.
.

Sonunda bekledikleri haber gelmişti. Uşak, kimse önemli bir haber taşıdığını farkına varmadan prensin sadece kendisine ayrılan sarayın sağ kanadına geldi. Prensin şuan meşgul olduğunu biliyordu. Ama ne var ki bu haber meşguliyetinden daha önemliydi. Kapıyı çaldı ve cevap beklemeden içeri girdi. Prens devasa odanın ortasında, geniş kadife koltukta yarı çıplak oturuyordu. Önünde ise sarayın hizmetçilerinden birisi tahrik edici hareketlerle kıyafetlerini çıkarıyordu. Manzara o kadar erotikti ki normal bir adam bu manzara karşısında kendini tutamazdı. Ama prens bu konuda şaşılacak kadar marifetliydi.

Uşak, prensin dikkatini çekmek için kapıyı sertçe kapattı. Prensin buna kızacağını biliyordu ama haber geldiğinde derhal kendisine ulaştırılmasını isteyen de oydu. Prens ise hiç oralı olmadı. Hala önünde dans eden çıplak kızı izliyordu.

Uşak prensin pantolonunda ki şişliğin büyüklüğüne bakmamaya çalışarak prensin yanına gitti. Yürürken adımlarını ses çıkaracak kadar yere sert basmasına rağmen yine prensin ilgisini çelemedi. Koltuğun yanına gelerek durdu. Kızın söyleyeceği şeyleri duymaması için prensin kulağına eğildi. Kimsenin bilmemesini gerektirecek kadar önemli biri haberdi dilinin ucunda taşıdığı.

Uşak haberi vermek için ağzını açmıştı ki bir anda prensin elleri uşağın boğazına dolandı. Öyle sert sıkıyordu ki uşak nefes alabilmek için debelenmeye başladı. Prens ise o debelendikçe parmaklarını daha çok sıkıyordu. Uşağın gözleri devrilip, bilincini yitirmek üzereyken prens onu mermer zemine fırlattı. Yaptığı vahşi hareketlere karşın yüzü sinirli olduğu söylenemeyecek kadar sakindi.
" Sana beni rahatsız etmemeni söylemiştim. "
Uşak cevap veremedi. Çünkü nefes almaya çalışırken öksürüklerle boğuşuyordu.

Prens uşağın yanına gelerek çömeldi. Uşak korkuyla geri çekilmek istese de onu yakasından tutarak kendine çekti.
" Seni bu yaptığından dolayı cezalandırmalıyım, biliyorsun değil mi? Emirlerimi çiğnedin. Meşgul olduğumu görmüyor musun?"

Prens ayağa kalkarak yatağının ayak ucuna yerleştirilmiş sandığa gitti. Uşak ürperdi. Çünkü içinde neler olduğunu çok iyi biliyordu. Prens sandıktan deri bir kırbaç çıkardı. Sanki işlemeli bir kılıç tutuyormuş edasıyla kırbacı başından yukarı kaldırdı ve elinde şaklatarak uşağa yaklaştı.
" Şimdi hakettiğini alacaksın."
Kırbaç son sürat inmek için başının üstüne kalkmıştı ki uşak zorlukla konuşabildi.
" Efendim, haber..."
Kırbaç hala başının üzerindeydi. Sonra prensin kırbaç tutan eli yavaş yavaş yana düştü.
" Demek haber geldi."

Sonra odanın bir köşesine korkuyla büzüşmüş olan çıplak kadına döndü. Kadın gördükleri karşısında korkudan titriyordu. Halbuki uşağın aksine bunu ilk defa görmüştü.

Prens kadını saçlarından tutup kaldırdı. Kendisine bakması için zorlayarak,
" Eğer bunları herhangi birine anlatırsan seni aylarca denizde kadın görmemiş denizcilerin arasına atarım." diye tehdit etti onu.
Kız korkuyla büyümüş gözlerle başını salladı. Ağzını açamayacak kadar korkmuştu. Prens onu saçından sürükleyerek kapıya götürdü ve çırılçıplak halde dışarı atıp kapıyı kapattı.

İçki sehpasının yanına gidip kendine bir kadeh brendi doldurdu. Camdan, gecenin örttüğü şehri izlerken, "demek geliyor?" dedi.
Uşak ayağa kalkarak," Evet efendim. Hazırlıklar başlamış. Bir hafta sonra harekete geçecekler. " diyerek cevap verdi.
Prens şeytanca güldü.

Sonunda.

Uşağa dönerek, onu odasından kovamadan önce şunu söyledi.
" O zaman hazırlıklar başlasın."

.
.
.

Yaver, dolabında asılı olan tören üniformasını ve onu süsleyen madalyaları, elinde bir bardak içkiyle inceliyordu. Üniformanın kumaşı görünmeyecek kadar çoklardı. O madalyaların hepsini haketmişti. Vücudunda ki yaralar bunun ispatıydı. Bazıları o kadar çirkindi ki becerdiği fahişeler onlara bakmak bile istemiyordu. Kral için onca fedakarlık yapmıştı. Askerlerini, silah arkadaşlarını kaybetmişti. Karşılık olarak ona verdikleri tek şey bu uydurma bir teneke parçalarıydı.

Boşalan bardağını masaya koydu. Şimdiden üç bardak içmişti. o gece için yeterliydi. Ama bir bardaktan daha zarar gelmezdi. Şişeyi eline alıp bardağa 2 parmak içki doldurdu. Bardaktan büyük bir yudum alıp tüm içkiyi tek seferde yuttu. İçkinin boğazını yakarak aşağı inmesini hissetti. Zaten rahatlamış olan vücuduna daha da sıcak bastı. Bu gece bir kadının sıcaklığını hissetmeyi ne kadar da çok istedi. Ama o gece yalnız olmalıydı. Uzun zamandır hazırladığı planları harekete geçirmek için sadece bir habere ihtiyacı vardı. Artık hak ettiklerini alma vakti gelmişti.

Kapı üç kısa tık sesiyle çaldı. Gelen yardımcısıydı. Onun geldiğini anlaması için kapıyı böyle çalardı.

Tam zamanında.

İçki bardağını bırakıp koltuktan kalktı. Hafifçe yalpalasa da son anda dengesini buldu. Ayağa kalktığında başı dönüyordu ama kapıya kadar yürümeyi başardı. Kapıyı açtı.
" Haber geldi mi?"
" Evet efendim, bir hafta sonra."

Yaverin içi daha da alevlendi. Ama içki yüzünden değil, yıllarca içinde kor olarak tutmaya çalıştığı intikam ateşi yüzünden. Artık alev alıp her şeyi yakmasına izin verebilirdi. Kapıyı kapatırken yardımcısına emir verdi.
" Hazırlıklar başlasın."

~ FIRTINANIN ŞARKISI~ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin