İda'nın Kai mi Adi mi diyeceğini bilmediği adamı en son görüşü üstünden yirmi dört saatten biraz fazla zaman geçmişti. O zaman boyunca yatağından çıkmamış, yemek yememiş, su içmemiş sadece usul usul ağlamıştı. O sabah uyandığından beri de ateşi vardı. Sebebi önceki gün soğuk okyanusa düştükten sonra ıslak kalması değil üzüntüden kendisini harap etmesiydi. Sabah yemeğini getirip yemesi için kendisine ısrar eden Marco ateşi düşsün için ona bir karışım hazırlayıp başına ıslak havlu koymak istemişti ama İda ikisini de kaba bir şekilde red etmişti. Marco'nun bunu hak etmediğinin farkındaydı, böyle davrandığı için kendisini suçlamıştı daha sonra ama daha iyi davranacak bir ruh halinde değildi.
Gece boyu o bildiği kabusları gördüğü için düzgün uyuyamamıştı. Birisinde kalkan kılıcın hedefinde babası vardı, birinde kılıç kendi ellerindeydi ve küçük Adi'yi hedef almıştı, bir diğerinde de Kai diye tanıdığı adamı. Gece boyunca topu topu iki saat anca uyumuştu şimdi de ateşler içerisinde kıvransa da uyuyamıyordu. Ne zaman gözlerini kapatsa Adi ve Kai gözlerinin önüne geliyordu. Adi ile oynadığı oyunlar, Kai ile paylaştığı samimi anlar. Kai ile yaşadıkları İda'nın küçükken Adi hakkında hayal ettiklerinden daha güzeldi ama elinde kalan tek şey acı olmuştu. Şimdi Kai'nin ona dokunduğu her anı düşündüğünde tiksinti hissediyordu. Bedeninin özeli bir yalancı tarafından ihlal edilmişti. En kötüsü de kalbinin mahreminin ihlal edilmesiydi. Ruhuna kadar sızmıştı o yalancı, çıkarması kolay olmayacak ve büyük ihtimalle arkasında iz bırakacaktı. Sadece ruhunda da değil, elinin üstünde de. Bir gün önceye kadar şimdi kabuk tutmuş yaraya bakarken hatıra olduğunu düşündüğü şey şimdi tüm gerçekliği ile görünüyordu, çirkin bir yara. İda'nın elinin derisini sıyırıp atmasını isteyeceği türden bir yara. Bu düşünceler artık bittiğini sandığı gözyaşlarını tekrar ortaya çıkarıyordu. Sormak istediği tek bir soru vardı; neden? Neden o gün ölmediyse saraya geri dönmemişti? Neden yaşadığını söylemek için haber göndermemişti? Neden yıllar sonra böyle karşısına çıkmıştı? Neden baştan beri bariz olan bir şeyi gizlemişti? Neden yapmıştı? Neden? Neden!
İçindeki sesin sürekli haykırdığı soru buydu. Ama cevap Kai ile birlikte gitmişti ve bir daha bilme şansı olmayacaktı.
Sargısı çıkarılmış elindeki yaraya baktı. Derin yara kabuk başlamıştı, iyileşiyordu ama izi kalacaktı. Bir lanet gibi her baktığında Kai'yi hatırlatacaktı. En azından ona karşı olan borcunu ödemişti, ona bir minnet duymasına gerek kalmamıştı rahatça ondan nefret edebilirdi. Kai şanslıydı ki yara izi sırtındaydı, onu bir ayna olmadan göremezdi. Zaman geçtikçe yaranın sebebini unutacaktı bile. İda bunu düşünse de inanmadı, yıllar boyunca İda'yı düşünmeseydi onu kaçırmak gibi aptalca bir şey yapmazdı, bundan sonra da unutmayacaktı aynı İda'nın onu unutmayacağı gibi.
İda bunu düşünürken gözleri yine yaşardı. Artık ağlamak istemiyordu ama gözünden düşen damlayı tutacak gücü yoktu, o da akıp gitmesine mecburen izin verdi.
Kapının açıldığını ve içeri giren adım seslerini duyunca elinin tersi ile yanağına ulaşmış damlayı sildi. İçindeki Kai'yi görmek isteyen hain umudu görmezden gelip gelenin kim olduğuna baktı, ikinci kaptan teşrif etmişlerdi. İda yattığı yerden toparlanmaya tenezzül bile etmedi ki denese de belini bile doğrultamadan hücum eden baş dönmesi onu geri yatırırdı.
Evan İda'nın baş ucuna gelip bir şey demeden önce onu süzdü. Hastalık güzelliğini görünmez yapmış gibiydi, berbat görünüyordu. Saçları birbirine girmiş soluk teni hastalıklı bir griye bürünmüş, kırmızı dudakları morarmıştı. Bir prenses bile hasta olunca dağılabiliyordu.
" Hiç bir şey yememişsiniz prenses."
"..."
" Böyle giderse daha çok hasta olacaksınız."
Bu gerçek İda'nın umrunda değildi.
" En azından Marco'nun size hazırladığı ilaçları için."
Evan İda'yı böyle ikna edemeyeceğini görünce taktik değiştirdi.
" Eğer rahatsızlığınız Kai ile alakalıysa merak etmeyin o gemide değil. Dün sizinle konuştuktan sonra gemiyi terk etti."
İda bir an "nereye?" diyecek oldu. Son anda kendini durdurup bir öksürükle bunu gizlemeye çalıştı. Evan ne yaptığını anlasa da bu konuda bir şey demedi. Yine de İda'nın sormadığı sorusunu cevaplama nezaketini gösterdi.
" Dün demirlediğimiz adaya geri döndü. Giderken bana sizi en kısa sürede ülkenize ulaştırma emri verdi. Bende onun dediğini yapacağım. Siz de lütfen bu arada kendinizi toparlayın."
" Aramızda geçen şeyleri biliyor musunuz?" İda'nın sesi çatlak çıkmıştı. Kuru boğazını temizleyerek sesini düzeltip tekrar sordu.
" Aranızda geçen her şeyi biliyorum. Kai ile aramızda gizli bir şey yok."
İda her Kai ismini duyduğunda kulaklarının tırmalanmasına aldırmamaya çalıştı.
" Peki yıllar öncesini?"
" Tüm hayatını."
" O zaman söyler misiniz; neden yaptı bunu?"
" Sizi neden kaçırdığını mı merak ediyorsunuz?"
" Her şeyi."
" Bunu söylemek bana düşmez."
" Eğer siz söylemezseniz bundan sonra bir daha asla öğrenemem."
Evan hasta yatan kıza baktı. İlk günkü kibrinden eser yoktu. O prenses İda gitmiş yerine sadece İda gelmişti, diğer insanlar gibi kırılabilen ve yorulduğunda birinin yardımına ihtiyaç duyan bir kız. Evan ona acıkmaktan kendini alamadı. Ve bir konuda haklıydı; gerçekleri bir daha asla öğrenmeyebilirdi. Kai bir şekilde onu tekrar görmeye çalışsa bile İda'nın onun yüzüne bakacağını zannetmiyordu. Kai'nin ismini her duyduğunda kasılan çenesi bunun apaçık bir deliliydi.
" Size anlatacağım ama siz de ilaçlarınızı içeceksiniz?"
Soru İda'ya seçim şansı vermiyordu.
" Anlaştık."
Evan izin alarak yatağın kenarına oturdu. İda'da arkasındaki yastığı düzeltip baş dönmesinin izin verdiği ölçüde doğruldu.
" Kai ve ben beraber büyüdük. Ben Nevras adında bir adam tarafından büyütüldüm. Beni yetimhaneden aldı ve bildiğim her şeyi bana öğretti, savaşmak, gemi sürmek, harita okumak, her şeyi."
" Nevras mı?" diye araya girdi İda.
" Evet."
" Onu tanıyorum ben."
" Siz o zamanlar küçüktünüz hatırlayacağınızı düşünmemiştim."
" Tabiki de hatırlıyorum. Ares'ten önceki ordu kumandanı oydu. Anlamadığım şey şu, Kai'yle ne bağlantısı var?"
" Sizi kurtardığı gün bir asker sizi alıp uzaklaştıktan sonra Kai'yi bulan ve kurtaran oymuş. Onu yaşadığımız kayalık adaya getirdi ve iyileşene kadar orada baktı."
" İyileştikten sonra neden geri dönmedi?"
" Bunu sormanız çok tuhaf."
" Neden böyle söylüyorsunuz?"
" Kim babasının hain olarak anıldığı bir krallığa dönmek ister ki?"
" Ne?"
İda gerçekten bunu bilmiyormuş gibi bakıyordu Evan'a. İda Evan'ın dediklerine şaşırdığı gibi Evan'da onun bu şaşkınlığına şaşırmıştı.
" Bunu düşünmediniz mi gerçekten?" diyerek şaşkınlığını dile getirdi Evan.
" Hayır böyle bir şeyi nasıl düşünebilirim? Apol bir hain değildi ki!"
Şimdi şaşırma sırası Evan'daydı.
" Apol hain değil mi? Bunu siz mi söylüyorsunuz? Saray darbesinde suçlu bulup babanız tarafından yargılanmadan öldürülen adam değil mi o?"
" Siz neler diyorsunuz? Nereden duydunuz bunu?"
Evan İda'nın yalan söylediğini sandı ama yüzündeki ifade samimi bir şaşkınlıktı. Ne kadar sinir bozucu bir kız da olsa gayet açık sözlü ve dürüst olduğunu ilk elden görmüştü Evan.
" Tüm halk bunu konuşuyordu."
" Hangi halk?"
" Sizin halkınız. Kai iyileştikten sonra sizi görmeye gelmediğini geri dönmek istemediğini mi sandınız? Gizlenerek ülkeye girdi ama neyle karşılaştı dersiniz? Hain olarak anılan bir babanın öldüğü için sevinen bir halkla. İnanmak istemedi, sizi görmek, kralın karşısına çıkmak babasının bir hain olmadığı söylemek istedi. Eğer Nevras onu durdurmasaydı göz göre göre kendini öldürtmek için saraya gelecekti."
" O geri geldi mi?"
" Evet, kimse onu durduramadı. Ama kendisininde bir hain olarak arandığını duyunca bundan vazgeçti ve bizimle adaya geri döndü. O zaman ne kadar kırıldığını tahmin bile edemezsiniz. Günlerce tek bir kelime bile konuşmadı. Nevras kendini öldürmeye çalışacağından korkarak sürekli etrafında durdu, onu bir an bile gözünün önünden ayırmadı. Bir gün yanımıza geldi ve babasının intikamını alacağını söyledi. O günden beri de her gün bunun için hazırladı kendini."
" Bir dakika, bir dakika, babasının intikamı mı? Babası hain mi? Nevras yaşıyor mu? Ne saçmalıyorsunuz siz?"
Evan konuşmaya başladığından beri İda'nın her söylediğine böyle tepki vermesi Evan'ı şüphelendiriyordu artık. Bu kızın neden böyle tepki verdiğini çözemiyodu. İda'nın tepkileri Evan'a bu hikayede kaçırdığı bir yer varmış gibi hissettiriyodu.
" Asıl siz ne söylemeye çalışıyorsunuz?"
" Dedikleriniz çok saçma demeye çalışıyorum." İda hasta olduğunu unutmuş gibi canlı konuşuyordu.
" Adi'nin babası hain değil ki!"
Evan İda'nın dalga geçtiğini düşündü. Ama genç kız çok ciddi görünüyordu.
" Bunu nereden duydunuz? Babam asla Apol'ün hain olduğunu söylemedi yada öldürmedi. Apol babamı kurtarmaya çalışırken ölmüşken bunu nasıl söylersiniz?"
" Nevras anlattı bunu bize. Ülkenize geldiğimizde de halkınızdan bizzat duyduk. İnsanlar sokaklarda bile bunu konuşuyordu. Hatta ülkenizdeyken bir asker Kai'yi fark edince yakalamaya ve öldürmeye çalıştı. Onu kurtaran Nevras'tı."
" Bu mümkün değil! Askerlere onu öldürme emri vermedi babam, onu bulmalarını emretti! Yaralandığını görsem bile cesedini bulamamıştık, yaşıyor olduğunu düşünerek ülkenin altını üstüne getirerek onu aradı babam. Asla onu öldürmez, kendi oğlu gibiydi! O asker öyle bir şey yaptıysa, bilin ki bizim askerimiz değildir."
" Göğsünde taşıdığı armayı hala çok net hatırlıyorum, o adam sizin askerinizdi."
" Adi'ye öyle bir şey yapacak olan adam bizim askerimiz değildir."
" Bizim gördüklerimiz ve duyduklarımız böyle değildi ama."
" Bir hainin dediklerine mi inandınız?"
Evan kendisini büyüten adamın hain diye yaftalanmasını sakince karşılayamazdı.
" O hain dediğin adam bizim hayatımızı kurtardı, bizi büyüttü."
" Buradan bakınca görülen şey o adamın sizi kandırdığı."
" Nasıl kandırmış bizi?"
" Babam asla Apol'ü hain olarak ilan etmedi. Halk arasında dedikodular döndüğü doğru, babam bunların önünü alabilmek için söylentiyi yayanlara ceza bile verdi. İnsanların bunu düşünmesinin tek sebebi Apol'ün donanmanın başında olmasıydı. İsyan çıkaran askerler onun emrinde olan askerlerdi. Ama asıl hainin Nevras olduğu daha sonra ortaya çıktı. Babam onu bulup tüm halkın önünde cezasını kesmek istedi ama hiç bir zaman onu bulamadı. Demek burnumuzun dibinde saklanıyormuş."
" Yalan söylüyorsun! Nevras hain değildi. O sizin kralın zulmünden kaçtı. Apol öldürülünce sıra kendisine geleceğini biliyordu, o yüzden kaçtı. Hain değil o!"
" Sana neden yalan söyleyeyim? Elime ne geçecek? Halime baksa, yalan söyleyecek olsam bunları uyduramam bile."
" Peki ya Apol, o niye öldü?"
" Babam onun kendi hayatını kurtardığını söyledi bana. Baskın bittiğinde babam Apol'ün cansız bedenine sarılarak ağladığını duymuştum Ares'ten. Babamı hayatım boyunca ağlarken görmedim. O zamanlar küçük olabilirim ama şunu hatırlıyorum, ne Apol babama ihanet etti ne de babam onu öldürdü. Asıl hain Nevras'tı ve onun ihanetinin bedelini biz ödedik."
Evan duyduklarına inanmak istemiyordu. Eğer inanırsa hayatı bir yalan olacaktı, hayran olduğu adam, haksızlık edildiğini düşündüğü için intikamını almak için uğraştığı adam bir hain olacaktı. Hayatı hedefini kaybetmiş bir ok gibi başı boş kalacaktı.Yataktan kalktı. " Hayır." dedi.
" Hayır bu doğru olamaz."
" Üzgünüm ama olanlar bu. Sana bunu ispat edebilirim bile. Nevrasın tüm planları, emrindeki hainlerin itirafları, haberleştikleri notlar hepsi, hepsi duruyor."
" Ne yani, her şeyler bir yalan mı o zaman?"
İda önceki gün koca bir yalana inanmanın acısını yaşamış biri olarak önündeki neye inanacağını bilmeyen adamı çok iyi anlıyordu.
" Keşke Nevras'ın anlattığı her şey doğru olsaydı da bir yalanı yaşamak zorunda kalmasaydık. Ama öyle değil işte, birinin bencilliği hepimize acı çektirdi."Eğer o adam doğruları söyleseydi Adi geri dönecekti, Evan bir yalana inanmayacaktı, İda kaçırılmayacak, Adi'nin kendisi yüzünden öldüğünü sanıp suçluluk hissetmeyecek, onu özlemeyecekti. Belki herşey bambaşka olacak, Evan donanmasında bir kaptan olacak, Adi hep istediği gibi babasının yüzüğünü onurla taşıyacak, İda yine dersleri arasında Adi'yi görmeyi heyecanla bekleyecek hatta yüzük parmağında ona ait olduğunu belli eden bir elmas olacaktı. Belki kaderlerinde ayrılık yazılmayacaktı. Şimdi ise her şey paramparçaydı. En azından artık gerçekleri biliyordu, Adi'nin neden gelmediğini ve bu saçma şeyleri yapmaya kalkıştığını biliyordu, neden donanma ve batı topraklarını istediğini biliyordu. Bunlara rağmen Adi'nin, kendilerine inanmadığını, ona böyle şeyleri asla yapmayacaklarını bilip yanlarına kadar gelmemesi İda'nın kızgınlığını sürdürüyordu.
Evan darmadağın olmuş vaziyetteydi. İda onun böyle olacağını söyleyenlere inanmazdı eğer onun bu halini kendi gözleri ile görmeseydi. İda onunda kendi gibi çökeceğini düşünüyordu. Hatta zayıf bir ümit planlarından vazgeçip İda'yı evine götüreceklerini. Ama Evan elleriyle yüzünü ovuşturduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi İda'nın yüzüne bakınca İda onun maskesine hayran olmaktan kendini alamadı.
" Size inanmıyorum." dedi tavizsiz bir sertlikle. " Eğer kral sizi istiyorsa hala istediğimiz fidyeyi ödemeli."
" Eğer bana inanmıyorsanız, bunun için yapabileceğim bir şey yok. Ama dediklerimin hala arkasındayım bunu bilin."
Evan'ın duruşu yumuşamadı.
" Lütfen dinlenin ve ilaçlarınızı için prenses. Sizi geri gönderirken hasta olmanızı istemem." dedi ve odadan çıkıp İda'yı acısıyla bıraktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
~ FIRTINANIN ŞARKISI~
Teen Fiction10 yıl önce küçük bir çocuk öldürüldü. Cesedi bulunamadı. Bir prenses gemiye bindiği ilk gün kaçırıldı. Saraydan biri var. Çok hırslı, çok zalim. Bir prens... Dışı yakışıklı, içi kaos. Krallar ve kraliçeler. Hepsinin kendi hesabı var. Ve yalan... Sa...