Sofia kendisine tahsis edilen odaya geldiğinde gece yarısını geçeli epey olmuştu. Yemek masasında öyle çok vakit harcamıştı ki masada oturup insanlarla konuşurken bundan daha değerli şeyler yapabileceğini düşünmeden edemedi. Bir an önce odasına gitmek istiyordu. Bunda bir haftalık gemi yolculuğunun yorgunluğu ve kaçak yolcunun stresi büyük katkı sağlamıştı.
Gemiden ayrılırken her ne kadar Kai'yi - yada Adi, hala ona nasıl hitap edeceğini bilemiyordu- gemiden ayrılmaması konusunda defalarca tenbihlese de işini garantiye almak için odasına bir haftalık kurutulmuş yiyecek ve su koyup kapıyı kilitlenmesini emretmişti. Kai'nin - yada Adi - bundan hiç hoşlanmayacağını biliyordu ama onu ipi kesik kuduz köpek gibi bırakırsa aklı sürekli onda kalırdı. Bir kilidin onu tutacağına çok güvenmediği için aynı zamanda kapıya sürekli orada duracak iki nöbetçi yerleştirmiş, askerleri de onun hakkında uyarmıştı. Eğer Kai'nin ellerini ve ayaklarını zincirle bağlamak bir seçenek değilse alabildiği her önlemi almıştı. Bundan daha fazla yapabileceği tek şey Kai'nin bela olmaması içi tanrıya dua etmekti.
Yemek boyunca aklı sürekli Kai'de olduğu için muhabbetlere çok odaklanamamış daha çok konuşmalar esnasında krala eşlik etmişti. Yemek sonunda bitti derken kral odasına gelmesi için ısrar etmişti. Onun nazik öpücükleri gayet ikna edici olsalar da Sofia bu teklifi red etmek zorunda kaldı. Yorgun olmasa bile bu teklifi kabul edemezdi. Nişanlı olduklarını ikisinden başka kimse bilmezken yabancı bir sarayda aynı odada uyudukları haberi yayılırsa bu hiç iyi olmazdı. Kral bunun için birkaç gün daha sabretmeliydi.
Odasına vardığında üstündeki kıyafetleri çıkaran yardımcılara sahip olduğu için çok şanslı hissediyordu. Eğer onlar olmasa onca bağcığı bu yorgunlukla çözmez uyurken sıkı korse yüzünden boğularak ölmeyi göze alarak üstündekiler ile yatağa girerdi. Yardımcılar Sofia'yı kat kat kumaşların altından kurtarıp incecik ipek kumaştan dikilmiş geceliğini giydirdikten sonra odadan çıktılar. Sofia sonunda yalnız kalmasını uyuyarak kutlayacaktı.
Yatağına girip o ipek kumaşların arasına kıvrılarak inledi. Bir kaç saat sonra uyanacak ve taç giyme töreni için hazırlanacaktı. Uykusunun her dakikası önemliydi, eğer, kapı, çalmasaydı.
Sofia kapının ilk çalışında yerinden kalkmadı. İkincisinde de. Kapıyı çalan her kimse gideceğini umuyordu, önemli bir şey olmadığını. Üçüncü çalışında ise sanki hiç yorgun değilmiş gibi yerinden fırlayıp kapıya koştu. Kapıyı açarken göreceği kişinin Kai olmaması için dua ediyordu. Şanslıydı ki duası kabul oldu, gelen Kai değildi, prensesti. Onun için de ayrı bir dua gerekliydi.
" Sofia, raharsız ettiğimi biliyorum ama, girebilir miyim?"
İda'nın yüzündeki endişeli ifadenin sebebi olan adam şimdi Sofia'nın gemisindeydi. Sofia kapıdan geri çekilip İda'nın geçmesi için yer açtı. Bu anın geleceğini biliyordu ancak hala ne söyleyeceğine, nasıl bir açıklama yapacağına karar vermemişti. İda yemek masasında izin isteyip erken ayrıldığında Sofia o gün açıklama yapmayacağını sanarak rahatlamıştı. Ama yorgunluğu teninin her yerinden görünen bu kız şimdi odasındaydı. Ona ne diyecekti?
" Sofia..." dedi İda odaya girdikten sonra.
" Geç oldu biliyorum ama inan daha fazla bekleyemedim. Ben..." İçinde kendiyle çelişiyordu.
Sofia onun içindeki kavgaları gördüğünde buna kayıtsız kalamadı. Onu kolundan tutup şöminenin karşısına bakacak şekilde yerleştirilmiş koltuğa götürdü.
" Endişenizi anlıyorum, prenses."
" Aptal gibi görünüyorum öyle değil mi? Beni kaçıran adamı kurtarmaya çalışıyorum."
" Hiç de, öyle düşünmedim."
İda Sofia'nın dediklerinin doğruluğundan emin olmak için göz bebeklerine baktı. Sofia'nın etrafını yeşil bir halka kaplayan siyah göz bebekleri gayet netti.
" Onun kim olduğunu anladın değil mi?''
Kurtardın mı diye sormamıştı bile. Böylece Sofia ne diyeceğini düşünmek zorunda kalmamıştı.
" Evet."
İda derin bir nefes verdi.
"Onu ilk gördüğümde hayalet görmüş gibi oldum. Yıllar öncesinden gelen bir ziyaretçi."
İda ilk defa bu konu hakkında biriyle konuşuyordu. Konuşmak zor gelir sanmıştı ama sözcükler birbiri ardına sıralanıyor cümleler bir sonrakinin yerini hazırlıyordu.
" Beni Kai olduğuna inandırmaya çalıştı. Ona inanmadım, gerçekler bu kadar ortadayken inanmadım. Sadece inanmış gibi yaptım. Buna rağmen onun aslında kim olduğunu anladığımda..." Adi diyemiyordu. Yasaklı kelime gibiydi, söylerse büyük bir ceza yiyeceği.
" Şok oldum. Ondan nefret ettim. Tüm acılarım, tüm o göz yaşlarım boşunaydı, bir yalanladı. Geçmişim bir ilizyondan ibaret oldu. Yaşadığına sevinemedim bile. Beni kurtarmaya gelmemişti, beni bulmaya, hayır. O sanki geçmişte onun için yeterince acı çekmemişim gibi yaralarımı deşmeye, benden bir yalanın intikamını almaya gelmişti."
Sofia tek kelime etmeden kendisine içini döken prensesi dinliyordu. Kendisinden nefret ettiğini sandığı bu kızın günün birinde kendisi ile mahremini paylaşacağı hiç aklına gelmezdi.
" Biliyor musun, ben hep o güne, sarayın baskına uğradığı güne geri dönmek isterdim, o kılıcın üstüme indiği ana dönmek. O beni kılıç darbesinden kurtarmaya çalışırken onu itmek ve kılıcın hedefini bulmasına izin vermek."
Tüm konuşma boyunca sakin kalmayı başarmışken şimdi sesi titriyordu.
" Ama onun Adi olduğu öğrendiğimde ne dedim biliyor musun? Ona... Ona keşke... Keşke ölseydin dedim. O anki yüz ifadesini görmeliydin. Korkmuştu, üzülmüştü, ürkmüştü. Ama o zaman umrumda değildi bu sadece kırılsın istedim, canı acısın. Bu da benim intikamım olsun."
Gözünden akan bir damla yaşı aceleyle sildi. Daha ne kadar daha canını acıtacaktı bu adam? Ölüyken üzmüştü, hayattayken üzmüştü. Ne zaman bitecekti bu? Nasıl bitecekti?
" Sonrada beni bıraktı. Tabi önce kendisi kaçtı aynı yıllar önceki gibi..."
Gözleri bir an uzağa daldı. Dedikleri içindekilerin sadece bir kısmıydı. Bir deniz kenarına gitse konuşmaktan başı dönüp boğazı şişene kadar içindekileri anlatırdı. Ancak Sofia için bu kadarı yeterliydi.
" Üzgünüm Sofia, bu saatte seni rahatsız ettim bir sürü de dert döktüm. Aslında sadece onun iyi olup olmadığını öğrenmeye gelmiştim. Aslında umrumda olmaması lazım ama tutamadım kendimi işte. Özür dilerim."
" Özür dilemenize gerek yok prenses. Siz yanlış bir şey yapmadınız. Size destek olmak benim için bir onurdur."
Gerçek bir aile olma yolunda olduklarını söylememek için kendini tutmak zorunda kaldı.
" Kai'ye gelince, o iyi. Korsanların elinden onu kurtardık. Yaralarını tedavi edip onu bir adaya bıraktık. Gemisine haber göndermişti. Yakın zamanda gemisine kavuşur hatta belki kavuşmuştur bile."
İda'nın gözlerinde rahatlama ve hüzün aynı anda göründü. Sofia onu anlayabiliyordu; iyi olduğu için rahatlamıştı ancak bundan sonra bir daha görüşemeyeceklerini bildiği için de üzülmüştü. Adi'yi yine toprağın altına gömmek zorunda kalacaktı, bu sefer Kai olarak.
" Teşekkür ederim Sofia. Bu çok büyük bir iyilikti. Sana şuan karşılığını veremem. Ancak ne zaman yardıma ihtiyacın olursa senin için hazır olacağım."
" Prenses, bir karşılığa ihtiyacım yok. Siz benim prensesimsiniz, sizin ricanız benim için emirdir."
" Sofia çok naziksin. Yine de ihtiyacın olduğunda yanında olacağımı bil."
" Teşekkür ederim prenses."İda koltuktan kalkınca Sofia'da onunla beraber kalktı. Prensesin gitme vakti gelmişti. İda'yı yolculayıp odada tekrar yalnız kaldığında daha yorgun hissediyordu. Kai hakkında yalan söylemişti. Çünkü eğer İda'ya onun gemisinde, kendisinin çok yakınında olduğunu söylerse İda'nın onu görmek isteyeceğinden korkuyordu. İstemese bile içi içini yerdi. Bu kararının onun iyiliği için olduğunu söyledi kendine. Yatağına giderken bunun doğru bir karar olduğunu umuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~ FIRTINANIN ŞARKISI~
Roman pour Adolescents10 yıl önce küçük bir çocuk öldürüldü. Cesedi bulunamadı. Bir prenses gemiye bindiği ilk gün kaçırıldı. Saraydan biri var. Çok hırslı, çok zalim. Bir prens... Dışı yakışıklı, içi kaos. Krallar ve kraliçeler. Hepsinin kendi hesabı var. Ve yalan... Sa...