SOHBET

62 9 4
                                    

Leydi Sofia Kai'nin anlattığı şeyleri düşünmekten gece boyunca uyuyamamıştı. En fantastik kitaplarda bile kurgulanamayacak şey gerçeğe dönmüştü. Müstakbel eşi bu gerçekleri duyunca ne tepki vereceğini merak ediyordu. Kendisinin ne tepki verdiğine gelince; Kai'nin hikayesini dinlediğinde şaşkınlıktan başka bir şey hissetmemişti. Anlatılanlar sürekli aklında dönüp durdukça şaşkınlığı azalmış yerine ne yapacağını bilmemenin verdiği o karmaşa gelmişti. Kai'yi İda'nın istediği gibi serbest mi bırakmalıydı, yoksa krallığa götürüp suçlu olduğunu açıklamalı mıydı? Neyi seçerse seçsin sonuç bir şekilde kötü olacaktı; birinde kralı karşısına alacaktı, diğerinde İda'yı.

Güneşin kendisi saklı kalıp önce ışıklarını dünyaya gönderdiği şafak vaktinde artık uyuma ümidini tamamen kaybetmişti. Yatağından kalkıp ipek sabahlığını üstüne geçirdi.  Bir süre pencereden doğan günü izledi. Eğer rüzgar doğru yönden esip devasa yelkenleri doldurursa bugün krallığa geri dönecekti. Ne yapmalıydı?

Bu sorunun cevabını gece boyunca kendisinde aramış ama bulamamıştı. Bu yüzden cevabı başkasında aramaya karar verdi. Seher vaktindeki geminin ıssızlığından yararlanıp Kai'ye özel olarak tahsis ettiği odasına girdi. Odada ki tek yatakta uzanan adamın ayakları hareketsiz uzanıyordu. Kapıyı kapatıp yatağa yaklaşınca tetikte bir kaplan gibi açılmış gözleri gördü, beklediği gibi uyanıktı.
" Leydi Sofia?"
Şimdi gözlerinde şaşkınlık vardı.
" Sizi bu saatte beklemiyordum."
" Sen de mi uyuyamadın?" dedi kadın onu duymazdan gelerek.
" Hayır."
Sofia yatağın karşısına yerleştirilmiş sandalyeye oturdu.
" Bugün krallığa dönüyoruz." Direk konuya girmişti. " Seni ne yapmalıyım?"
" Buna cevap vermeyi hak etmiyorum."
" Kesinlikle hak etmiyorsun."
Kai suçluluk hissiyle doldu, gözlerini leydiden kaçırıp tavana dikti. Ona kalsa dünyanın en kötü adamı kendisinden başkası değildi.
" İda benden ne istedi biliyor musun? Seni bırakmamı. Mektupta sadece Fransuva'nın gemisini almamı ve esirleri serbest bırakmamı istedi. Senden hiç bahsetmedi ama bu isteğinin senin için olduğu çok açık. Hem de onca şeyden sonra..."
Kai tepkisizce onu dinliyordu.
" İda beni hiç sevmez. Bana bunu açık açık hiç söylemedi ama bakışlarını hiç sakınmayan bir kız o. Ne hissederse o gözlerinden taşar. Bana her baktığında nefret vardı o gözlerde."
Leydi İda'nın kendisine attığı bakışları hatırlayınca güldü.
" Onu anlıyorum, tek ailesi babası kaldı. Annesi..."
Bu kelime ilginç bir şekilde Sofia'nın kalbini acıyordu. Kral bir daha kimseyi İda'nın annesi gibi sevmeyeceğini hissediyordu, kendisini bile. O kadını kıskanmamak elinde değildi.
" Annesi küçükken öldü. Babasını hep onun anısını severken gördü. Sonra ben çıkıp o anıyı kalbinde bir rafa kaldırmasına sebep oldum. Bana olan bu nefretli bakışları da babası ile aramda bir şey olduğunu fark ettiğinde başladı. Ondan önce her insana baktığı gibi bakardı bana, ne düşündüğünü gizleyen bulanık bakışlarla."
Kai'de İda'ya hak veriyordu. O bile kralın Alison'dan başkasını sevebileceğini hiç düşünmemişken İda'nın bunu görmesi onun için zor olmalıydı.
" O ilginç bir kız." dedi leydi konuyu değiştirerek. " Pek çok prenses ve soylu kız gördüm. Çok güzellerinden, en akıllılarına... Ama İda'da hep başka bir şey vardı. Hep daha akıllı hep daha güzel hep daha nazikti. Onu gözlerken bunu görüyordum. Hiçbir zaman çözemedim böyle olmasının sırrını. O sanki bizden farklı bir kalple doğmuştu. Daha naif bir kalple. Kolay kırılan ama bir o kadar da güçlü bir kalple."
Leydi Kai'nin canını acıtmak için özellikle yapıyordu bunu sanki.
" Sen şimdiye kadar anlamışsındır zaten."
Bir süre sustu. Kai'nin gözleri hala tavandaydı.
" Krallık saldırıya uğradığı günü dün gibi hatırlıyorum; çok korkmuştum, krala ve prensese bir şey olacak diye. Saraya geldiğimde kralı kucağında kendine sıkı sıkı sarılan kızını sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da güçlü bir irade ile emir verdiğini gördüğümde rahatlamıştım ancak. Ve ona orada aşık olmuştum."
Sofia bunu ilk defa birine anlatıyordu. Neden anlattığı konusunda hiçbir fikri yoktu, kendiliğinden gelmişti konu buralara.
" Sonraki günler kral hep İda'nın yanındaydı. Tek başına hem ailesini hem krallığı idare etmek... Düşünmesi bile zor. Ama kral başarmıştı. Bir kaç ay geçmeden kendisi de ülke de toparlanmıştı. Ama İda'nın toparlanması daha uzun sürdü."
Kai bunu dinlemek istemiyordu ama suskunca tavana bakmaya devam etti.
" Ne zaman onu görsem gözlerinin altı şişti, gülmüyordu, zorunda olmadıkça konuşmuyordu. Yemek yemiyor, dışarı çıkmıyor, derslerini dinlemiyordu. Yaşamayan bir hayat yaşıyordu. Kral o zamanlar onun için çok endişeliydi ama ne yaptıysa İda'yı eski haline döndürememişti. Ne zaman gözümüzü üstünden ayırsak ya muhafızların raporlarını bakmak için gizlice babasının odasına giriyor yada ormana kaçıyordu. Neden biliyor musun?"
Biliyordu.
" Seni arıyordu. Ölü yada canlı hala bir yerlerde olduğunu biliyordu. Herkes senden ümidini kestiğinde bile aramaya devam etti. Sonra bir gün kalktı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya başladı, hayatında hiç olmamışsın gibi. Hiçbirimiz ne olduğunu anlamadık sadece atlattığını düşünerek sevindik. Sadece onun için değil bizim için de yok olmuş gibiydin. Yıllar boyunca o sarayda isminin anıldığını duymadım, kuma yazılmış yazıymış gibi silindin saraydan. Şimdi ise karşımıza çıktın, hem de bir ton yalanla."
Kai tavana diktiği gözlerini yumdu. Leydi başına Ölüm meleği kesilmiş günahlarını ortaya döküyordu.
" Sen tam bir aptalsın. Bunu sana söylemek bir leydi için uygunsuz konuşmak değil doğruları söylemek olur. İda'yla hiçbir zaman yakın bir bağ kuramadım. Ama hiçbir zaman onu incitecek bir şey yapmadım hem de benden nefret ettiği halde. Sense elinden bir hazine kaybetmişsin. Seni daha önce hiç sevilmediğin ve bundan sonra sevilemeyeceğin kadar seven bir kızı kendinden nefret ettirmişsin. Üzgünüm ama sen gerçek bir aptalsın."
Kai bunu biliyordu. Defalarca söylemişti bunu kendine.
" Seni krallığa götürmesem bile bu aptallık sana ceza olarak ömür boyu yeter."
" Bunu düzeltmek istiyorum." dedi hiç olmadığı kadar zayıf bir sesle.
" Nasıl yapacaksın bunu?"
" İda'yı görmem gerek." 
" Bunu nasıl yapacaksın?"
" Sana İda'nın yerini söyleyeceğim."
" Sana neden güveneyim?"
" Sana neden yalan söyleyeyim."
" Ne yani, İda'yı öylece geri mi vereceksin?"
" Evet, ama tek bir şartla; bana istediğinizi yapabilirsiniz ama mürettebatıma dokunmayacaksınız. Onlar sadece benim emirlerine itaat ettiler."
" Hür iradeleri ile itaat etmeyi seçtiler. Onlarda suçlu."
" Ben bir kaptanım mürettebatımı korumak benim görevim. Eğer bu şartımı kabul etmezseniz size onun yerini söylemem ."
Kadın düşünceli görünüyordu. Kai'nin onu ikna etmek için kullanacağı bir kozu daha vardı.
" İda tehlikede."
" Bunu biliyorum."
" Hayır bilmiyorsun, bizden bahsetmiyorum. İda'nın peşinde olan başka birileri de var. Ve onlar İda'yı sadece kaçırmak istemiyorlar."
" Sen nereden biliyorsun bunu?"
" Bize saldırdılar. Üç kere neredeyse İda'yı öldürüyorlardı."
" Kim onlar?"
" Bilmiyorum. Ama tahmin edecek olsam o gruplardan birinin sizden biri tarafından gönderildiğini söylerdim."
" Bunu nereden çıkardın?"
" Ben Wolfwalker krallığında, askerlerin içinde büyüdüm. Onları nerede görsem tanırım, yüz şekilleri, ten renkleri, dövüş taktikleri. Onlar benim küçükken hayran olarak eğitimlerini izlediğim özel birlik askerlerindendi."
" Bundan emin misin?"
" Evet."
" O zaman bu büyük bir sorun demektir. Ya diğer grup?"
" Onlar korsandı. Kimin gönderdiğini bulamadım."
" Ben biliyorum."
" Kim?"
Sofia bunu söylemekte tereddüt ediyordu.
" Kim söyle lütfen?"
" Prens Auron."
" Sharkbite prensi mi? Ama neden İda'yı öldürmek istesin."
" Bize gelen habere göre onu kurtarmak için korsanlar ile anlaşma yapmış."
" O aptallar onu kurtarmanın yanından bile geçmedi. Az kalsın..."

Benim için ölüyordu.

" Bunu krala bildirmem gerek."
" Benim için geldiğini biliyor mu?"
" İşte başka bir sorunda bu, bilmiyor. İda benden bunu tek başıma halletmemi istedi."
" O zaman beni İda'ya götürecek misin?"

Güneş iyice yükselmiş odayı sabah olduğunu müjdeleyen ışığı ile aydınlatmıştı. Gemi derin bir uykudan uyanan ejderhanın gerilmesi gibi hareketlenmişti. Leydinin vermesi gerek bir karar, yönetmesi gereken bir gemi vardı.
" Bunu düşüneceğim." dedikten sonra odadan çıktı.
Kai'nin onun karar vermesini bekleyecek vakti yoktu. Gemiden ayrılırken bunu düşünememişti ama İda gerçek bir tehlikenin içinde olabilirdi. Yaraları hala acıyordu, iyileşmesi için gerekli olan vakit Kai'de yoktu. Kendini zorlayarak oturur pozisyona geçti. Zaten acıyan kaburgaları şimdi bıçak gibi batıyordu. Ayağa kalmadan önce biraz öyle durup acının dinmesini bekledi.

Ayağa kalkmak için yatağın kenarından destek aldı. İlk denemesi başarısız, ikinci denemesi acı verici oldu. Son denemesinde ayağa kalksa da tek başına ayakta duramayacak kadar zayıftı. Elini destek aldığı yerden çektiği gibi yere yuvarlanır ve bir daha ayaklanmak için bir hafta daha yatmak zorunda kalırdı.

Kendini adım atmaya zorladı. Ayaklarını sürüyerek yatağın kenarında bir ileri bir geri gidiyordu. Bu haliyle değil İda'yı kendini bile koruyamazdı.

Kapı birden açıldığında Kai yatağa geri oturmaya çalışıyordu. Gelen Sofia'ydı. Odan çıkmasının üstünden bir kaç dakika geçmişti oysa. Üstünde hala sabahlığı, elinde bir mektup vardı.
" Bir şey mi oldu leydim?"
" Evet, İda kurtarılmış."
" Nasıl?"
" Mürettebatın onu geri vermiş."
Plana bağlı kalmak için her şeyi yapan Evan'ın bunu yapacağını tahmin bile etmezdi.
" İda hala tehlikede." dedi Kai. " Onu ilk defa öldürmeye çalıştıklarında gemiyi ele geçirmemiştik bile. Onu kurtaran bizdik."
" Krala bunları söylemen lazım, her şey için geç olmadan."
" O zaman beni İda'ya götürüyor musunuz?"
" Seni Sharkbite krallığına götürüyorum."

~ FIRTINANIN ŞARKISI~ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin