Açık pencerelerden içeri dolan hava yüksek tavandan yerlere kadar inen ağır kadife tülleri hafifçe hareket ettiriyordu. Yaz gecesinin tatlı esintisi romantik insanların balkona çıkıp uzun uzun ayı izlemeleri için çok davetkardı. Ay ve yıldızlar bu daveti daha da cezbedici kılmak için ayrı bir parlamışlardı o gece sanki.
Ama insanlar başka bir davetteydi. Işıkları geceyi yaran ay ve yıldızın geceyi taçlandıran davetlerini gölgede bırakacak başka bir davet vardı onlar için. Altınların ve yakutların ışıltıları ile aydınlatılmış, birbirine gülen suratların arkasındaki nefret ile zehirlenmiş bir davet. Kimsenin bundan bir şikayeti olmamalıydı ki çeyrek asırda bir olan bu büyük davette herkes eğleniyor gibi görünüyordu. İçkiler, iltifatlar, müzikler, danslar, mücevherler ve ünvanlar her yerdeydi. Fakir insanlar bir yana orta sınıfın bile hayal edemeyeceği parıltılı şatafat o geceye özeldi. Sonuçta Sharkbite krallığında taç bir başkasının kafasına konuyor, krallık tarihinde yeni bir dönem açılıyordu.
Kimileri eğlenmeye gelmişti bu partiye, kimileri faydalı ilişkiler kurmaya, kimi adından söz ettirmeye, dedikodu yapmaya ve en, en önemlisi yeni kralın gözüne girmeye. Herkes ona toy bir delikanlı gözüyle bakıyordu. Bu demek oluyordu ki onu yönetmek kolay olacaktı. Kafasında sinsi tilkiler dolaşanlar her şeyi en yüksek dağın zirvesindeki yuvasında oturmuş izleyen kartal misali Kraliçeyi fark etmiyordu. Eski kraliçeyi... Ancak bu sadece formalitedendi. Eski kraliçe yönetimden kolay kolay el etek çekmeyecek kadar hırslı, oğlunun toyluğundan faydalanmalarına izin vermeyek kadar dişliydi. Oğlunun saf olmadığının farkındaydı elbette. Sonuçta onu kendi yetiştirmişti. Buna rağmen var olduğu sürece krallıktan vazgeçmeye niyeti yoktu. Krallığı bu güne tırnaklarını kazıyarak getirmişti. Onun kararları olmasa göbeği kadar beyni olmayan kocası çoktan ülkeyi yok oluşa sürüklemişti. Hayır, yönetimi kimseye teslim etmeye niyeti yoktu, kendi oğlu bile olsa. O ölene kadar olmazdı.
Gece yarısını geçeli saatler olmasına rağmen partinin heyecanı neredeyse ilk başta olduğu gibiydi. İnsanlar o günün hakkını sonuna kadar vermeye çalışır gibi eğleniyorlardı. Kimse gökyüzünde sürüp giden huzur dolu davetten haberdar değildi. Nöbetçiler bile ya uyukluyor ya da en büyük salonda olan partinin ihtişamını düşleyerek oradaki soylulardan biri olmayı umutsuzca hülyalamaktan etraflarını göremiyorlardı.
Genç bir adam... Gölgelerle yekvücut olmuş bir adam tırmandığı balkonun korkuluklarına asılmışken bir an durup kafasını göğe kaldırdı. Tüm krallıktaki geceyi izleyen tek kişiydi o. Tüm evrenin kurguladığı davetin tek misafiri.
Gece tüm mücevherlerini kuşanmıştı. Biraz daha dikkatli baksa uzayın kendisini bile ortaya serebilecek kadar dürüsttü gökyüzü, tek bir bulut zerresi yoktu arkasına saklanacağı.
Yumuşak esen rüzgar ensesinde topladığı saçlarından kurtulan birkaç tel saçı usulca sallarken aya bakan genç adam orada sevdiği kızı görüyordu. Bir keresinde, yine bir gece vakti, kızla beraberken böyle bir gece görmediği için üzülmüştü o güzeller güzeli. Neredeyse bir ay kadar önceydi. O günden sonra yıldızların göründüğü geceler olmuştu ama hiç beraber çıkıp izleyecek fırsatları olmamıştı.
Genç adam o gökyüzünü kızla beraber izlemek istiyordu. O gece. Yıldızların sihrini onunla beraber hissetmek istiyordu. Kız aya ışıldayan gözlerle bakarken genç de onu aşık aşık izlemek istiyordu. Onu, onu istiyordu. Yüreğindeki tüm korkulara rağmen, önüne serilmiş imkansızlıklara rağmen, suçluluğuna ve affedilmeme ihtimaline rağmen o gece, onu görmeliydi. Mecburdu buna. Bu yüzden bileklerini kanamasına aldırmadan ellerindeki bağlardan kurtulmuş, odasındaki camı kırarak denize atlamış, iyileşmemiş yaralarının her harekette bıçak gibi batan sancılarına katlanarak askerlerin görmeyeceği bir yere kadar yüzerek karaya çıkmıştı. Ondan sonrası kaçmaktan da zor olmuştu. Bir hizmetçi kıyafeti bulmak, saraya sızmak ve kimin nerede kaldığına dair hizmetçileri konuşturmak ve bu sırada yakalanmamak için iki kişiyi bayıltıp bağlamak ve dedikoducu, gevşek bir kadınla flört etmek zorunda kalmıştı. O gün son bir ayda yaşadığı tüm maceraların tek güne sığdırılmış halini yaşamış gibiydi. Ama bundan şikayetçi değildi. Katlandığı tüm şeyler ulaşacağı şeyin yanında önemsiz kalıyordu.
Birazdan balkonuna tırmandığı odaya girecek ve yatakta uzanmış uyuyan meleğini görecekti. Onu ay ışığı ile aydınlanan silüetini izlemek için açık kapıda biraz duracak sonra yanına yaklaşıp parmaklarını yanaklarında, çene hattında gezdirecekti. Onu korkutmadan, usulca uyandıracaktı.
Onu karşısında görünce ne tepki verirdi acaba? Sevinçle boynuna mı atlardı? Dudaklarına mı yapışırdı? Yoksa "muhafızlar!" diye çığlık mı atardı? Yada yastığının altından çıkardığı hançeri onun göğsüne saplardı? Tam kalbine.
Bu durumda bile genç adamın karşılık verecek cesareti olmazdı. Kalbine doğru yaklaşan hançeri engelleyebilecek güçlü refleksileri olsa bile o hançerin hedefini bulmasını beklerdi hareketsizce. Suçluydu ve bunu kabul ediyordu. Hançerin kalbine saplanması onun için gayet adil bir ceza olurdu. Sadece merak ediyordu; kız onun arkasından ağlar mıydı? En azından tek göz yaşı? Yoksa hizmetçileri çağırıp sanki herhangi bir çöpten bahsediyormuş gibi leşi temizlemelerini mi söylerdi? Eğer ölürse, tek pişmanlığı kızın arkasından ne yaptığını bilememek olurdu.
Hayır, tek pişmanlığı değil, bu koca bir yalan olurdu. Söz konusu kız olunca yaptığı her şey, ama her şey, pişmanlıktı onun için. Onu sevmek dışında yaptığı her şey. Belki birazdan yapacağı şey de o pişmanlık listesine atılan yeni bir başlık olacaktı. Bunun için gideceği neredeyse kesin olan cehennemde azap çekmesi gerekecekti. Ama onu seviyordu. Ve bu lanet ona bu riski almaktan başka çare bırakmıyordu.
Genç başını gökyüzünden indirip korkuluklarına asılı durduğu balkona tek hamlede atladı. O gece özel bir gece olduğu için normalden sıkı olan güvenlik onu zorlar sanıyordu ama partinin rehaveti askerlerin üstüne de çökmüştü. Öyle ki nöbet yerlerinde duran askerler ya uyukluyor yada sarhoştu. Nöbet yerlerini boş bırakıp bir köşede arkadaşları ile kart oynayan askerler bile vardı. Bu yüzden adamın işi sandığından kolay olmuştu. Gölgeler ile konuşmayı bilen biri için sarhoş askerleri atlatmak çocukların saklambaç oynaması kadar kolaydır. Asıl zorluk odaya girince başlayacaktı.
Genç adam odanın kapısına yaklaşıp kapının kolunu indirdi. Kilitsiz kapı sessizce açıldı. Adam rüzgarın kapıyı aralamasına izin verdi. Böylece ay ışığı odaya girip yatağı aydınlatacak ve genç kapının kenarına yaslanıp yatakta-
Sessizlik... Ani ve derin bir sessizlik... Öyle derindi ki düşünceler bile susmuştu... Rüzgar bile nefesini tutmuştu sanki... Böcekler, ışıklar, ay, gece, insanalar... Susmuştu. Genç adamın kalbi de bu suskunluğa katılmaya çalışır gibi tekliyordu. Gencin nefes sesi olmasa dünyadaki seslerin yok olduğu sanılabilirdi. Ancak birkaç saniye sonra, genç adam olan biteni iyice kavrayınca sesler geri döndü. Gecenin sessiz partisi devam ediyor, rüzgar ıslık çalarak esiyordu. Ama oda da tek soluk sesi vardı. Ay ışığının vurduğu yatak boştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~ FIRTINANIN ŞARKISI~
Novela Juvenil10 yıl önce küçük bir çocuk öldürüldü. Cesedi bulunamadı. Bir prenses gemiye bindiği ilk gün kaçırıldı. Saraydan biri var. Çok hırslı, çok zalim. Bir prens... Dışı yakışıklı, içi kaos. Krallar ve kraliçeler. Hepsinin kendi hesabı var. Ve yalan... Sa...