***
Bir efsaneye göre insanın ruhu dünyaya ayak basarsa bir daha geri dönemeyecek şekilde yeminlenir. Bazen bir kelebeğin bir günlük ömrüne saklanır, bezen de küçük bir çocuğun kalbine hapsolur. Yıllar geçer, ömür biter ve ruh bir başka bedende hayat bulmak için tekrar havalanır semaya. Uçar, yepyeni bir sayfanın dizelerinde kaybolup gitmek için heyecanlanır. Garip olan şey de, yeni bir hayata yelken açar açmaz bir önceki hayatını unutmasıdır.
Fakat bazen öyle bir şey olur ki o ruh, önceki hayatında yaşadığı şeyleri tek bir uyartıyla anımsar. Bu uyartı; kimi zaman aşktır, kimi zaman ölümdür, kimi zaman da kalbi delip geçebilecek bir şarapnele gizlenmiş acıdır.
Bir ormandayım. Uçsuz bucaksız ağaçların çevrelediği bu yer klasik bir ormana göre fazla gürültülü. Kuş sesleri ve ağaç hışırtılarının yanı sıra farklı sesler de duyuyorum. Üzerimde beyaz, uzun bir elbise var. Turuncuya çalan saçlarım, sırtımı kaplarken hafif esen rüzgarla bazen dalgalanıyor. Hafızamın hiç bir şeyi saklı tutmadığını fark edeli çok olmuyor. Sanki uzun bir uykudan uyanmış gibiyim. Kafamı gökyüzüne çevirdiğimde metrelerce uzanmış ağaçların tepelerinin ardından parlayan güneş, gözlerimi kamaştırmayı sürdürüyor.
Yalın ayak yürümeye başlıyorum, nereye yürüdüğümü ise gayet iyi biliyorum. Ağaç hışırtıları ve kuş cıvıltılarının ardındaki o sese doğru yürüyorum. Bir tür uğultu, derinlerden gelen bir çarpıntı...
Yerdeki taşlar ayaklarımı acıtmıyor. Bu durumun mümkünsüzlüğü ise beni asla rahatsız etmiyor. Kararlılıkla ağaçların arasından ilerlerken birden uzun beyaz elbisemin eteğine takılıp düşüyorum. Dizlerimin üstüne yığıldığımda tepkisizce doğrulmaya çalışıyorum fakat gördüğüm manzara beni durduruyor ve göğsümün tam ortasında bir şimşek çakıyor. Beyaz elbisemi kirleten çamur ve çimen izlerinin yanı sıra gelen kırmızı izler beni bir fırtınanın ortasına itekliyor gibiydi. Dehşetle ayağa kalktığımda hiç bir acı hissetmememe rağmen dizlerimden akan kırmızı sıvı dur durak bilmiyordu. O an ilk kez korktuğumu hissettim. Yürüyüşümü koşuşturmayla değiştirip yönümü dosdoğru o sese ilerletmeye devam ettim.
Nefesim daralırken kafamı sürekli etrafa çeviriyordum. Sesler giderek çoğalıyor, beni ürkütmenin ötesine geçiyordu. Saniyeler sonra adımlarımı durdurmanın nedeni, sesin kaynağını bulmam oldu. Hırçın mı hırçın, küpüklü ve azgın suların dövdüğü bir falezin tam ucuydu burası. Dakikalardır duyduğum ses ve uğultular buradan yankı yapıyordu. Öylece dikilip maviliklerin ardına saklanmış suları seyrederken göğsümün ortasında bir şimşek daha çaktığını hissettim. Acımasız bir şimşek...
Can havliyle elimi bastırdığımda kasılan bedenimi rahatlatmaya çalıştım fakat bu çok zordu. Dizlerime denk gelen kısmından yayılan kırmızı renk neredeyse tüm bedenimi kaplamıştı. Acıyla bir adım atmayı denedim fakat attığım gibi geri çekilmem bir oldu. Tam adımımı attığım yerdeki büyük bir delik uçuruma açılıyordu, deniz ise onu sarmalıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOR MENEKŞE
Literatura FemininaDilara, yıllar önce hastane koridorunda Deren'e verdiği sözü tutmak için çabalamaktadır. Bu zorlu yolda, bir falezin kıyısında dalgalara yakalanır. Dalgaların ise onun gözlerindeki emaneti almaya ihtiyacı vardır. Anlamsız intiharlar ya da kanıtsız c...