Bölüm 13: Bilardo

1.6K 50 11
                                    

Bölüm 13:
Bilardo

İspiyoncu bir kardeşimin olması benim suçum değildi. Hatta başıma gelen bir belâydı.
 
Bir keresinde aksi kadın Hayriye teyzenin camını kırmıştım. Beni kimse görmemişti. Ama yanımda kardeşimin olması beni ele vermeye yetmişti. Üstelik beş yaşındaydı! Daha beş yaşında beni ispiyonlamayı öğrenmişti. Onun yüzünden hafta sonu dışarı çıkamamıştım.
 
Tufan mutfak kapısından çıkar çıkmaz Zehre arkasından fırladı. Bende onun arkasından.
 
“Anne, ablamlar konuşurken duydum. Zehre abla çocuk yapacakmış. Hem de Asım denen o çocukla.”
 
Annemle Yasemin abla aynı anda aynı tepkiyi vererek bize döndüler. “Ne!?”
 
Zehre, “Ya anne Tufan yanlış anlamış.” diyerek bir adım attı. “Ben ileride evlenip çocuk sahibi olmak istediğimi Meyra'ya anlatıyordum. Tufan da masanın altından bizi dinliyormuş!” Dişlerini sıkarak Tufan’a döndü.
 
Tufan, Yasemin ablanın arkasına saklandı. “Yasemin teyze, Zehre abla, Asım'ı seviyormuş.”
 
Zehre dudaklarını araladı. Ama o anda Yasemin abla kaşlarını çattı. “Zehre. Duyduklarım doğru mu?”
 
“Evet.” Dedi Zehre sakince. “Ben onu seviyorum. O da bana karşı boş değil anne.” Sesini biraz yükseltti. Bunun suç olmadığını kanıtlamak istercesine. Suç değildi tabi ki! Sevmek neden suç olsun ki? “Görüşüyoruz biz.”
 
Yasemin ablanın yüzü şekilden şekile girdi. Şuan ne tepki vereceğini bilmiyorduk.
 
“Bunu abin duyarsa ne olur biliyor musun Zehre?”
 
Zehre omuzlarını düşürerek, hemen “Biliyorum.” diye çıkıştı. “Anne lütfen abime söyleme.”
 
Yasemin abla kızgın bakışlarını Zehre'nin gözlerine dikti. “Bunu sonra konuşacağız.”
 
Zehre, Yasemin ablanın dizinin dibine çöktü. “Anne lütfen. Bak derslerim de çok iyi. Yemin ediyorum asla düşük bir not almayacağım.”
 
“Eve gidince konuşacağız, dedim.”
 
Zehre, dokunsan ağlayacak durumdaydı. Ayağa kalktığında Tufan’a baktı. “Seni kara listeme yazdım çocuk. Bundan sonra bir numaralı düşmanım sensin.” İşaret parmağıyla boynunu çizdi.
 
Kolunu tuttum. “Hadi gel. Biz çay koyalım.”
 
Zehre ile içeri girdik. Mutfağa geçip çayı demledim. Tekrar su koyup, ocağın altını yaktım. Zehre'ye döndüğümde kalktığı yere oturmuştu. Karşısındaki sandalyeye geçtim.
 
Zehre aniden sırtını dikleştirdi. “Sana bir şey söyleyeyim mi? Kardeşin büyüyünce çok anasının gözü olacak.”
 
Hafifçe sırıttım. “Kibarlaştırılmış bir hakaret beklemiyordum senden.”
 
“Senin kardeşin diye. Yoksa çok pis pisleşirim.” Kaşlarını kaldırarak arkasına yaslandı. Birkaç saniye sessizlik oldu. “İnşallah Uraz, abime falan söylemez. Eve gidince tembihlemem lazım.”
 
“Ona ne ki yani? Asım iyi biri.”
 
“Aynen! Onun korumacı tavrından sıkıldım artık. Kimseyi tanımama fırsat vermiyor.” Sessizce ofladı. “Hatırlıyor musun? Geçen sene Oktay ile çıkıyordum. Çocuğa yapmadığını bırakmadı. Her gün ensemizdeydi.”
 
“Hatırladım. İyi sabretmişti çocuk.”
 
“Sonra da beni terk etmişti.” Elini çenesine yasladı. “Peki ya Ozan? Az daha dayak yiyeceklerdi. Ya Ekrem! O dayak yedi işte. Gerçi hak etmişti, sapık.”
 
Kıkırdadım. “Çok da kızmaya gerek yok diyorsun.”
 
O da güldü. “Anlıyorum. Şimdiye kadar olan ilişkilerim pek iyi gitmedi. Abim yüzünden. Ama umursamadım. Şimdi Asım’ı önemsiyorum. Anlıyor musun? Öğrenip de bozacak diye ödüm kopuyor.”
 
“Merak etme Uraz söylemez. Benim korkum Tufan.” Zehre kocaman oflayarak başını masaya koydu.
 
Yasemin ablalar hemen hemen bir saat oturup kalkmışlardı. Zehre istemeyerek eve gitti. Bense odama çekilip biraz ders çalışmaya karar verdim. Bu iki haftam da sınavlarım vardı.
 
Ne kadar ders çalıştım bilmiyorum ama telefonuma gelen mesajla kendime geldim. Ders çalışmaya başlayınca kendimi kaptırıyor saatin farkında olmuyordum.
 
Mesaj Deniz Can'dan idi.
 
“Günün nasıl geçti?”
 
Saat neredeyse on olmuştu. Gözlerimi ovaladım. Bulanık görüyordum. Burun kemerimi sıktım ve telefonu elime aldım.
 
“Evdeydim. Şimdi de ders çalışıyorum. Senin nasıl geçti?”
 
Cevap gecikmemişti. “Meşgulsün o halde. Daha sonra konuşuruz.”
 
“Aslında bitirmiştim. Fazlasıyla çalıştım.”
 
“Sevindim.” Bu kez iki gülücük koydu. “Ne diyeceğim; yarın okuldan sonra müsait olursan, seni bir yere götürmek istiyorum. Birbirimizi daha yakından tanımak için, arkadaş olarak.”
 
“Bilmiyorum. Yarın haberleşiriz olur mu?”
 
“Haberleşmek için bana telefon numaranı verebilirsin mesela?”
 
Biraz tereddüt ettim. Hatta birkaç rakam yazıp sildim. Daha sonra numaramı gönderdim. İçimde birden pişmanlık duygusu belirmişti. Dudaklarımı kemirdim.
 
Sonra normalden bir mesaj geldi. Bir numaradan. Deniz Can, ismini yazıp göndermişti. Numarasını kaydettim.
 
Telefonumu masama bıraktım. Kapım tıklanıp açıldı. Gelen annemdi. “Ne yapıyorsun? Kaç saattir sesin çıkmıyor, seni merak ettik.”
 
Kitabının kapağını kapatırken annem yanımda dikiliyordu artık. “Ders çalışırken kendimi yine kaptırmışım anne. Toparlanıyordum. Babam geldi mi?”
 
Yatağımın kenarına oturdu. “Geldi. Seni sorup durdu. Hasta mı bu kız, odasından çıkmadı, diyor.”
 
“Ne yapsın adam bir tanecik kızını görmeden rahat edemiyor.” Diye sırıttım.
 
Annem de güldü. Kitaplarımı toplayana kadar sessizdi. Kitaplarımı rafa koyarken, “Meyra?” dedi. Ona döndüm. Sandalyeme geri oturdum. “Zehre’nin sevgilisi var ya şimdi.. Senin de var mı?”
 
“Hayır anne. Yok.”
 
“Sevdiğin biri de mi yok?”
 
“Hayır. Neden şimdi soruyorsun bunu?”
 
“Zehre hiç bahsetmemiş Yasemin'e. Sende bana hiç bunlardan bahsetmiyorsun Meyra. Benden gizli iş çevireyim deme sakın.”
 
Bıkkın bir nefes verdim. “Anne. Sen bana demiyor musun? ‘İlk önce okul bitecek’ diye? Ben de öyle yapıyorum.”
 
“Aferin. Rahatladım vallahi.” Nefesini dışarı verirken elini göğsüne koydu.
 
Annemin gazabından kurtuldum ve aşağı indim. Babamla biraz sohbet ettim. Tufan odasına çekilmiş oyun oynuyordu. Normalde babamın tepesinde olurdu. Ama bu akşam korkudan aşağı inememişti. Hatta Zehre gittiğinden beri benim gözüme gözükmüyordu.
 
Daha sonra televizyonda çıkan bir diziye takıldı annem. Babam kanalı değiştirince, “Bırak sonunu göreyim bari.” diye azarladı.
 
“Yarın tekrarını izlersin. Şu maçın yorumlarını dinleyeyim yatacağım zaten Filiz.” Babamın sesi daha naifti.
 
Kumanda tartışması uzayacak gibi durduğu için, iyi geceler dileyip yanlarından ayrıldım ve yukarı çıktım. Ardından hemen yattım.
 
Ertesi sabah, erkenden kalkıp duşumu aldım. Saçımı hızlıca kurutup, düzleştirdim. Hızlı adımlarla kahvaltıya indim.
 
Babam acele acele kahvaltısını ediyordu. Hatta ben masaya otururken kalktı. Hatta o kadar aceleci davranıyordu ki, kalkarken ayağı tökezledi. Tufan hemen bir kahkaha attı.
 
Annem, “Yavaş Hüseyin yavaş! Yetişeceğim diye bir taraflarını kıracaksın.” diye söylendi.
 
Babam ceketini alırken hafifçe tebessüm etti. “Hadi akşama görüşürüz.”
 
Annem arkasından el salladı. “Hadi Allah'a emanet. İşin rast gitsin.” Sessizce sofraya döndü. “Giderken dikkat etse bari.”
 
“Babam biye acele ediyor bu kadar anne?” Diye sordum.
 
“Özel bir şirketle görüşmesi var bugün.”
 
“Sahi mi?” Kaşlarımı havalandırdım. Babam muhasebeciydi.
 
“Evet. Nasıl olduysa şirket sahibiyle denk gelmişler. Babana teklif sunmuş. Çalışır mısın bizimle, diye sormuşlar.”
 
“Bak sen.” Kahvaltımı sessizce edip ayaklandım.
 
Zehre'lerin kapının önünde beklemeye başladım. Erman'la karşılaşmak istemiyordum. Bu yüzden kapıdan biraz uzakta duruyordum.
 
Birkaç dakika sonra Zehre’ye nerede kaldığını sordum. Cevap gelmedi. Oflarken, Ekin'i aradım. O da yolda olduğunu söyledi. Kendi kendime söylenmeye başladım.
 
“Bir daha sizden önce çıkarsam ne olayım?” Sinirle elimi savurdum. “Hep ben bekliyorum. Biraz da siz beni bekleyin arkadaş.”
 
“Meyra?” Erman’ın sesini duymakla birlikte kan basıncım artmıştı. Hızla ona döndüm. “Kendi kendine mi konuşuyorsun sen?” Kısık kirpiklerinin arasından bana bakıyordu. Tatlı bir tebessüm sergiledi.
 
“Hayır. Yani evet.” Birden sırıttım. “Aslında kendi kendime söylenmiyorum. Zehre’yle, Ekin'e beni beklettikleri için söyleniyordum.”
 
Gülümsedi. Birden ben de gülümsediğimi fark ettim. “Biraz da onlar seni beklesin.” Dedi. Yani kendi kendime mırıldanmamı duymuştu.
 
Erman bana el sallayıp arabasına ilerlerken, Ekin geldi. Bu kez Zehre'yi bekliyorduk. Sonunda o da saçını düzelterek apartmandan çıktı.
 
“Hele şükür.” Diye isyan ettik.
 
Zehre kocaman sırıttı. “Okul çıkışında Asım ile buluşacağız. Saçım iyi olmuş mu?” Saçlarını her zamankinden farklı yapmıştı. Dalgalandırmıştı.
 
🌺
 
Okuldan sonra Zehre yanımızdan ayrılmıştı. Ekin ile otobüs bekliyorduk. Telefonumun çalmasıyla Ekin kolumdan çıktı. Telefonuma baktım.
 
Arayan Deniz Can idi.
 
Telefona bakıyordum. Ekin eğilip telefonuma baktı. “Bu gerçek mi?” Şaşkınlıkla ve manalı bir şekilde dudaklarını araladı. “Açsana.” Dedi ardından.
 
Telefonu birkaç saniye sonra açtım. “Efendim?”
 
“Nasılsın Meyra?”
 
“İyiyim. Okuldan çıktım şimdi, sen ne yapıyorsun?”
 
“Zamanlamam harika. Ben ne yapıyorum? Sahilde seni bekliyorum.” Gülümsediğini hissedebiliyordum.
 
Dudaklarımı büzdüm. “Beni mi bekliyorsun?”
 
“Gelmeyecek misin yoksa?”
 
Ekin, elleriyle gitmemi işaret ederken bir yandan kısık sesiyle “Git! Gitsene.” diye bağırıyordu.
 
Cevap vermekte tereddüt ettim. “Geliyorum tabi. Bir an buluşacağımız aklımdan çıkmış.”
 
“Geldiğinde senden haber bekliyor olacağım.”
 
Telefonu kapadım. Elimi alnıma vurdum. “Neden geleceğimi söyledim ki?”
 
Ekin zıplamaya başladı. “Ya! Belki de birbirinize aşık olursunuz.” Seslice ofladım. Otobüs geldi.
 
Sahile indiğimde Deniz Can'ı aradım. Bana, banklarda beklediğini söyledi. Biraz yürüdüm.
 
Onu banklarda otururken gördüm. Yaklaştığımda hemen beni gördü. Ayağa kalktı ve tokalaştık. Baştan sıradan bir sohbet geçti aramızda. Daha sonra gittikçe sohbetimizin uyduğunu fark ettim.
 
Sahil yolu boyunca yürüdük. Birden durdu. “İşte geldik.” Karşı yolda duran dükkanı gösterdi. Tebessüm ettim.
 
“İsmail amcanın dükkanı..” diye mırıldandım.
 
“Hayır.” Dedi yüzünü yalandan buruşturarak. “Hayır, benim efsane tatlıcımı biliyor olamazsın.”
 
“Biliyorum.” Aslında çok sevinmiştim. Uzun zamandır buraya gelmiyordum. “Hadi hemen gidip yiyelim.” Hızla yol kenarına geçtim.
 
Karşıya geçip, yol kenarında duran bir masaya geçtim. Deniz Can karşıma oturdu. “Burayı bildiğine inanmıyorum. Burayı herkes bilmez.” Bilmiyordu. Çünkü eski bir tatlıcıydı burası. Şimdi herkes kafelerde tatlısını yiyordu.
 
“Buraya babam küçükken beni her gün getirirdi. İsmail amcayı tanıyordu. Sonra, alışkanlık halini almıştı bende. Büyüdüğümde de arkadaşlarımla gelmeye devam ettim.” Etrafa göz gezdirdim. “Aslında o zamanlar dondurmalı bir tatlısı vardı İsmail amcanın. Ben en çok onu severdim.”
 
“Bende en çok kağıt helva arasında dondurmasını çok severdim. Başka yerde yiyordum ama buradaki tadı bir türlü bulamıyordum.”
 
Garson geldi. Siparişlerimizi verdik. “Sen burayı nereden biliyorsun?” Diye sordum.
 
“Beni de dayım getirirdi.” Güldü. “Hatta bir keresinde beş yaşındaydım daha o zaman. Dondurma yemekten boğazlarım şişmiş, annem onu haşlayacak diye beni eve götürmeye korkmuştu. Akşama kadar beni peşinde sürüklemişti.”
 
İkimiz birden gülüyorduk. Tatlılarımız geldi. Deniz Can, o kadar konuşkandı ki, her zaman anlatacak bir şeyler buluyordu. Ve garip bir şekilde iyi anlaşmıştık. Sanki uzun zamandır, arkadaş gibiydik.
 
Tatlılardan sonra çay söyledik. Sohbetimizin arasında Deniz Can’ın telefonu çaldı.
 
“Efendim?” Çay bardağını masaya bıraktı. “Bir arkadaşımla, bizim tatlıcıdayız.” Biraz bekledi ve bana baktı. “Bilardoya gider miyiz? Sever misin?”
 
“Bilmiyorum. Hiç oynamadım.”
 
“Tamam geliyoruz.” Dedi ve telefonu kapattı. “Bayılacaksın. Çok eğlenceli olacak.”
 
“Ama ben oynamayı bilmiyorum.” Diye isyan ederken, Deniz Can masadan kalktı.
 
“Merak etme, hemen kavrarsın. Sende yetenek görüyorum.” Sırıttı.
 
Yol boyunca Deniz Can bir çok insana selam verdi. Çok tanıdığı vardı. Herkese karşı, sıcak ve samimiydi. Sevilen biri olduğu da belliydi.
 
Bir mekana girdik. Merdivenlerden aşağı indik. Çok büyüktü. Neredeyse her köşede bir bilardo masası vardı. Köşedeki masada iki çocuk ve bir kız vardı. Bize doğru el sallıyorlardı.
 
Yanlarına gittik. Deniz Can beni arkadaşlarıyla tanıştırırken ellerini sıktım. Sarışın uzun saçlı kız Melek idi. Kumral ve iri olan Sedat, esmer olan çocuğun adı ise Murat idi. Hepsinin benden büyük olduğuna emindim. Bu çok belli oluyordu.
 
“Memnun oldum.” Diyerek geri çekildim.
 
Sedat, kolunu Melek’in omuzuna atıp onu kendine çekti ve öptü. “Biz ayrılmaz bir takım arkadaşıyız. Siz de Meyra ile mi olacaksınız?” Anlaşılan Melek onun kız arkadaşıydı.
 
“Hayır.” Diyerek aralarına girdim. “Siz Murat ile birlikte olun, ben sizi izlerim. Çünkü daha önce hiç oynamadım.”
 
Murat kollarını birbirine bağlarken kalçasını bilardo masasına yasladı. “Ben izlemeyi tercih ederim. Bu eğlenceli olacağa benziyor.”
 
Deniz Can topları masaya dizmeye başladı. “Merak etme ben sana öğreteceğim.”
 
Melek bana gülümsedi. “Belki de sana ben öğretsem iyi olur. Kötü bir oyuncu sana iyi bir şeyler öğretemez.”
 
Deniz Can, yapmacık bir şekilde güldü. “Hatırlat da bir ara buna güleyim.” Hepsi birden gülmeye başladı.
 
Murat bana bilardo sopasını uzattı. “Sadece siyah topu ve isteka topunu, yani beyaz topu cebe gönderemeye çalış.”
 
Sopayı aldım ve Deniz Can'a döndüm. “En son ben vursam?” Güldü ve beni onayladı.
 
Kısa süre sonra ilk atışı yapan Melek oldu. Hiç top girmedi. Sıra Deniz Can'da idi. Vurdu ve üzerinde beş yazan topu cebe gönderdi. Cebi, Murat'tan öğrendim! Atışı da Deniz Can'dan öğrenecektim.
 
Deniz Can gözlerini Melek'e dikti. “Kötü oyuncu demek.”
 
Melek sopasından destek alırken bilmiş bir edayla kafasını salladı. “Daha oyun yeni başladı. Erken konuşma bence.” Tatlı birine benziyordu.
 
Deniz Can bir kez daha vurdu. Beyaz top oradan oraya çarptı ama hiç bir topa değmedi. Sedat hazırlandı. Üzerinde on bir yazan topu cebe gönderdi. Bir kez daha vurdu ve on beş yazan topu gönderdi.
 
Sedat keyifle yerinde doğrulup Melek’in yanağını öptü. “Senin içindi Meleğim.”
 
Yavaşça Deniz Can’ın yanına sokuldum. “Hiç şansımız yok, biliyorsun değil mi?” Diye fısıldadım.
 
“Daha atış yapmadın. Her şey değişebilir.”
 
Sedat bu kez ıskaladı. Sıra bendeydi! Yanaklarımı şişerek ofladım. Deniz Can yavaşça omuzuma dokundu. “Gel, buradan atış yap. Sadece yediye kadar olan rakamları vuracaksın.” Yanıma yaklaştı ve kulağıma fısıldarken masadaki topu gösterdi. “Mesela üç numaralı topu vurabiliriz.”
 
Saçımı geriye doğru atıp, öne doğru eğildim. “Tamam. Ne kadar zor olabilir ki?”
 
“Yani.” Yanıma geçti ve sopamı tuttu. Parmaklarımı tuttu. “Çok sıkı kavramana gerek yok. Rahat ol.” Parmaklarımı açtırdı. Saçıma yüzünün dokunduğunu hissettim.
 
Sopada parmaklarım gevşedi ve derin bir nefes alıp verdim. Hazırdım. “Böyle mi?” Diye sordum. Parmakları hala sopadaydı. “Sanırım hazırım.”
 
Birden geri çekildi. “Evet.. evet atabilirsin.”
 
Dediğini yaptım. İsteka top, üç numaralı topa vurdu ama cebe girmedi. “Fena değildim. Galiba daha hızlı atmam gerekiyor.”
 
Melek bir başarılı atış yaptı. Deniz Can iki, Sedat iki atış yaptı. Sıra bana geldiğinde Deniz Can tekrar bana yardımcı oldu. Ama bu kez sert vurduğumdan isteka topum da, vurduğum top ile birlikte içeri girdi. Bana güldüklerini gördüm.
 
“Ne var? En azından çabuk kavradım.” Dediğimde daha çok güldüler.
 
Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Akşam olmuştu. Annemin aramasıyla farkına vardım. Saat akşamın sekiz buçuğunu gösteriyordu.
 
Hepsiyle vedalaştım. Deniz Can beni bırakmak için benimle birlikte çıktı. Taksiciyi aradı. Kapının önünde beklerken biraz sohbet ettik. Arkadaşlarını sevdiğimi söyledim.
 
Taksi bizim sokağa yaklaştığında, köşede durdurdum. “Ben burada inerim.”
 
Deniz Can taksiciye beklemesini söylerken o da arkamdan indi. “Evine kadar bıraksaydı.”
 
“Teşekkür ederim. Annem görürse iyi olmaz.”
 
“Tamam.” Bana bakarken adımlarımı yavaşça geri atmaya başladım.
 
“Bu arada. Haklıydın. Çok eğlenceliydi.”
 
Gülümsedi. “Normalde kötü oyuncular pek eğlenemez.” Benimle dalga geçiyordu.
 
Duraksadım. “Son atışım çok iyiydi. Hakkımı yiyemezsin.”
 
“En azından çabuk kavrıyorsun.”
 
Özgüvenli bir şekilde gülümseyerek bir adım daha geri attım. Birine çarptım! Hızla arkamı döndüğümde Erman’ı görmem bir oldu.
 
Kaşları çatıktı. Benden gözlerini ayırıp doğruca Deniz Can’a baktı. Bende onunla birlikte arkamı döndüm. Deniz Can gülümseyerek elini kaldırdı.
 
“İyi akşamlar Erman. Nasılsın?”
 
“İyi.” Dedi düz bir ses tonuyla. “Sen nasılsın?”
 
Yere baktığımı fark ettim. Kalbim deli gibi atıyordu.
 
“Çok iyi. Meyra’yı bırakmaya geldim.” Taksi kapısına dokundu. “Yarın akşam maça geliyorsunuz değil mi?”
 
“Evet. Bizim çocuklarla geliyoruz.”
 
“Süper. Meyra belki sende gelirsin?”
 
“Ben mi? Sanmıyorum. Yani bu hafta ful sınavım var. Onlara çalışmam lazım.” Dudaklarımı kemirdim. Çantamın sapını kıvırıyordum. Elim ayağıma dolanmıştı.
 
“Peki. İyi akşamlar o halde. Görüşürüz.”
 
Deniz Can taksiye bindi. Gözlerimi yavaşça Erman’a çevirdim. Çatılmış bakışlarıyla taksiyi takip ediyordu.
 
Sessizce yutkunup yanından geçtim. “İyi akşamlar Erman.”
 
“Bekle.” Yanıma geldi ve benimle birlikte yürümeye devam etti. “Seni eve kadar geçireyim.”
 
“Gerek yoktu. Seni işinden alıkoymak istemem.”
 
“Bir işim yok. Armağan’a uğrayacaktım. Beklesin.” Yürürken önüme bakıyor, hala dudaklarımı kemiriyordum. Bayılacak gibi hissetmem normal miydi? “Bugün..” dedi. “Siz birlikte miydiniz?”
 
Hafifçe başımı salladım. “Evet.” Yanaklarım yanmaya başlamıştı. O yanımdayken, vücuduma bir ateş basıyordu.
 
“Anlaşılan okuldan çıkar çıkmaz buluşmuşsunuz.” Gözlerim hızla ona döndü. Dümdüz karşıya bakıyordu. Yan gözle bana baktığında, bir anlık boşlukla üzerime baktım. Okul kıyafetimi sanki yeni fark ediyor gibiydim. “Bu saate kadar da birlikte olduğunuza göre, aranız iyi..”
 
İçimde belirsiz bir öfke peyda oldu. Kızsam kızamıyor, bağırsam bağıramıyordum. Ne yapmak istediğini ya da ne demek istediğine aklım ermiyordu.
 
Omuzlarımı keyifle yukarı kaldırırken, sesimin de keyifli çıkmasına özen göstermeye çalıştım. “Zamanın nasıl geçtiğini fark edememişim.”
 
“Duydum. Eğlenceli vakit geçirmişsiniz.” Onun sesi ise düz çıkıyordu.
 
Cevap vermedim. Çünkü Deniz Can'dan artık bahsetmek istemiyordum. Derin bir nefes alıp verdim. Hemen evime gitmek istiyordum. Ağzından, beni üzecek bir kelime çıkmasına dayanamazdım.
 
Bizim ev görüş alanıma girdiğinde duraksadım. Vücudumu hafifçe ona döndürdüm. “Buradan sonrasını kendim gidebilirim. Teşekkür ederim, geçirdiğin için.”
 
Gözlerime baktı. Gözlerimi kaçırdım. “İyi akşamlar Meyra.”
 
Gülümsedim. “Sana da.” O da gülümsedi.
 
Yanından ayrılırken, ayaklarım bir yandan gitmek istemiyor, bir yandan gitmek istiyordu.
 
Arkama baktım. Elleri cebinde, beni izliyordu. İçeri girene kadar beni bekleyecekti, biliyordum. Bahçe kapısını araladım. Arkama bir kez daha baktım. Hâlâ bekliyordu. Bu kez el salladım. O da elini kaldırıp hafifçe salladı.
 
Gülümseyerek içeri girdim. Hatta ağzım kulaklarımdaydı. Onu görmek bile, beni baştan aşağı değiştiriyordu. Kalbimin atış hızı aynıydı. Ama kuvvetli bir şekilde atıyordu. Göğüs kafesime sığmayacak gibi, yerinden çıkmak istiyor gibi..
 
Kapıyı aralayıp içeri girdim. Annem ve babam salondaydı. Tufan görülmediğine göre odasındaydı. Annem elindeki çay bardağını yanındaki sehpaya bırakırken bana döndü.
 
“Kızım neredesin sen? Bu saat oldu haber de vermiyorsun.” Babamın bakışları da bana döndü.
 
“Anne sınıftan birkaç arkadaşla bilardo oynamaya gittik. İlk kez oynuyorduk, çok eğlendik. O yüzden saati fark etmemişim, özür dilerim.” Yanlarından geçip kanepeye oturdum.
 
“Haber verir insan.” Annem disiplinli bir kadındı. Ama, dışarıda harcadığım vakit için beni kısıtlamazdı. Yalnızca erkek arkadaş edinme konusunda katıydı.
 
Babama döndüm. “Baba? Senin iş görüşmen nasıl geçti?”
 
“Arayacaklarını söylediler. Ama olacak gibi.” Dedi gülümserken. “Sen neler yaptın bugün? Gençliğimde bende çok bilardo oynardım. Yetenekliydim üstelik.”
 
“Gerçekten mi?” Arkama yaslandım. “Baba senden hiç beklemezdim. Neden benim bundan şimdi haberim oluyor?”
 
Elini umursamaz bir tavırla salladı. “Gençliğimdeydi zaten. Kaç yıl olmuş?”
 
“Bir gün birlikte oynarız!”
 
“Yok Meyra. Kaç yıl geçmiş, nasıl oynandığını bile unuttum.”
 
“Ya baba! Lütfen!” Israrla direttiğimde sonunda pes etti. Bir gün birlikte oynayacağımıza söz verdi.
 
Yanlarından ayrılıp odama çekildim. Duşumu alıp yatağıma geçtim. Bugün telefonuma neredeyse hiç bakmamıştım. Kızlarla olan gruptan bir yığın mesaj vardı. Daha sonra okuyacağımı aklıma yazıp sohbeti kapattım.
 
Sosyal medyadan birkaç bildirim vardı. O sırada bir bildirim daha geldi.
 
Deniz Can Korkmaz seni bir gönderide etiketledi.
 
Hemen bildirime bastım. Karşıma ikimizin fotoğrafı çıktı. Hatta bir fotoğraf değildi.
 
İlk fotoğraf; Deniz Can’ın karşısında dikilmiş mahcup bakışlarla ona baktığım bir fotoğraftı. Sopayı önüme dikmiş dikkatle onu dinliyordum.
 
İkinci fotoğrafta; öne doğru hafif eğilmiş, Deniz Can yanıma sokulmuştu. Bana tekrar tekrar atış gösterdiği sıradaydı. Masada son bir top vardı. Yanağı yanağıma değmiş gibi görünüyordu. Ama aslında dokunmuyordu. Elleri ellerimin üzerinde, benim çatık bakışlarım toptaydı.
 
Üçüncü de ise; sopayı iki elimle kavramış havaya kaldırıyordum. Dudaklarımda ise kocaman bir gülümseme vardı. Deniz Can da karşımda kahkaha atıyordu.
 
Altında yazanı okudum.
 
“Uzun uğraşlar sonucu, zafer gülümsemesi.”
 
Fotoğraflara tekrar baktım. Fazla samimiydik. Ama kendimi ne kadar kaptırdıysam, durumun farkında değildim.
 
Dudaklarımı kemirmeye başladım. Erman bunu kesin görecekti. Yüzümü düşürüp gözlerimi kapadım. Sessizce ofladım.
 
Elimdeki telefon arka arkaya titredi. Kızlar ile olan gruptan mesaj yağıyordu. Fotoğrafları fark etmişlerdi. Telefonumu sessize alıp yastığa kafamı gömdüm.
 
Uykum yoktu. Yataktan kalkıp yarınki matematik sınavıma göz gezdirmeye karat verdim. Zaten çok çalışmıştım. Ama telefona vakit ayırmaktansa defterime göz gezdirmeyi tercih ederdim.
 
Çarşamba, Fizik ve Biyoloji. Perşembe ve Cuma stajım vardı. Pazartesi tekrar Kimya ve Tarih sınavım vardı. Salı Coğrafya, ardından Edebiyat ve Meyra bu hafta bayılacak durumdaydı. Bu hafta yoğun programım sayesinde kimseye vakit ayıramazdım.
 
Bir saat kadar notlarıma göz attım. Her dersime çalışırken not alırdım. Sayısal sınavlarıma hazırlanırken, muhakak kendime soru çıkartır ve yapardım. Bazen Zehre bana soru hazırlardı. Onun sayısalı benden daha iyiydi. Ama bu sıralar Asım ile kafası meşguldü.
 
Ertesi sabah hazırlanıp evden çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz karşımda Ekin ve Zehre’yi görmem üzere şaşkınlıkla duraksadım. Hatta güldüm.
 
“İlk kez sizi, okula giderken beklemeyeceğim.” Diye sırıttım.
 
Ekin telefonunu gösterdi. “Harika gözüküyorsunuz.”
 
Zehre, Ekin’in koluna patlattı. Bana döndü. “Dün neler oldu? Hemen anlatıyorsun.”
 
Omuzlarımı kaldırdım. “Bir şey olmadı ya! Sadece bilardo oynamaya gittik.”
 
Zehre kollarını göğsümde birleştirerek üzerime doğru büyük bir adım attı. “Onu görüyoruz. Akşam dokuz buçukta eve dönmüşsün!” Sesi gittikçe yükselirken kaşlarını çattı.
 
Bu kez Ekin, Zehre’nin kafasına patlattı. “Kendine gel.”
 
Ve tekrar Zehre, Ekin'e patlattı. “O benim yengem bir kere. Başkasıyla olamaz.”
 
Ekin tekrar karşılık verdi. “Sana ne! Sen ne karışıyorsun? Erman abi aklını başına alsaymış da erken davransaymış!” Tekrar vurdu. Zehre de karşılık verdi. Birden çocuk gibi birbirlerine vurmaya başladılar. Baştan şakalaştıklarını düşünsem de, şimdi ciddi ciddi birbirlerine gireceklerdi.
 
Aralarına girdim. “Hey! Ne oluyor yahu?”
 
Zehre geri çekilirken, omuzundan düşen çanta askısını düzeltti. Ekin de saçlarını düzeltti. Ve Zehre’yi işaret etti.
 
“O başlattı.”
 
Aralarından geçtim. “Aklınızdan şüphe ediyorum.”
 
Ekin yanıma koşar adım gelirken, diğer tarafıma Zehre geldi. Birlikte durağa doğru ilerlemeye başladık. Zehre saçını geriye atarken bir omuzunu hafifçe havalandırdı.
 
“Tamam. Belki biraz kıskanmış olabilirim..”
 
Ekin kafasını ona doğru uzattı. “Pardon? Farkında mısın Zehre bilmiyorum ama, Meyra senin abini falan terk edip, bir başkasıyla sevgili olmadı. Tırnak içinde söylüyorum; abinin Meyra'dan haberi bile yok.”
 
“Biliyorum!” Diye aniden çıkıştı Zehre. “Sadece, abimle birlikte olsunlar istiyorum.” Kaşlarını, ve dudaklarını büzdü. “Yani Deniz, çok yakışıklı.. Bir an Meyra ile birlikte olduklarını düşündüm. Abimin de başkasıyla birlikte olduğunu. Çok kötüydü!” Diye sesini yükseltti. “Abime, Meyra’dan başkasını. Meyra’ya da abimden başkasını yakıştıramıyorum.” Tekrar omuzlarını düşürdü.
 
“Onu bende istiyordum canım!” Ekin gözlerini devirdi. “Ama Meyra üzülüyor ve hayatının sonuna kadar onu bekleyemez.”
 
Oflayarak duraksadım. “Artık konuyu kapatabilir miyiz?”
 
Zehre birkaç saniye suratıma bakıp, sarıldı. Ekin de aynısını yaptı. “Seni seviyoruz ve üzülmeni istemiyoruz.”
 
🌺
 
Okuldan dönerken bu kez Ekin de bize eşlik ediyordu. Genelde ekstra derslerine kalırdı. Ama bugün dersleri ekmişti. Morali bozuk gibiydi.
 
Ne olduğunu sorduğumda ısrarla bir şeyinin olmadığını söyledi. Zehre, onun kollarını arkasında birleştirip sıkıştırdı. Söylemesi izin zorluyordu. Ekin, kızması gerekirken, kahkaha atıyordu.
 
“Tamam salak. Bırak beni söyleyeceğim.”
 
Zehre, Ekin'in kollarını bırakırken, Ekin'in gülümseyen dudakları, düz çizgi halini aldı. Derin bir soluk alıp verdi. “Otobüs aşkım vardı ya..”
 
Zehre bir anda “Fethi!” dedi.
 
Ekin başını sakince salladı. “Evet. Dün yine aynı otobüsteydik.” Ekin normalde Fethi'nin bindiği otobüsü beklerdi. “Her zaman benim yanıma oturuyordu ama dün oturmadı.”
 
Zehre, “Ne var bunda?” dedi. “Belki seni fark etmedi. Hemen bir yere oturdu.”
 
Ekin gözlerini devirdi. “Bana gülümseyip, önümdeki kızın yanına oturdu.”
 
Zehre hemen kaşlarını çattı. “Vay pislik! Pezevenk..”
 
Kolunu dürttüm. “Hemen gömdün çocuğu ya! Belki sınıf arkadaşı.” Bu kez ikimiz birden Ekin’e döndük.
 
“Değildi.” Dedi. “Samimiydiler yani.”
 
Zehre gözlerini, sorgulayıcı bir tavırla kıstı. “Ne kadar samimi mesela?”
 
“Aynı kulaklığı paylaşacak kadar..”
 
Zehre inanamamış gibi içini çekti. “Eyvahlar olsun! Kesin sevgilisi.” Ekin bakışlarını yere düşürdü. “Yani şimdi, hemen de sevgilisi demeyeyim. Belki çok yakın arkadaşıdır.”
 
“Kıvırmana gerek yok Zehre.” Ekin bakışlarını ona dikti. “Her şeyin farkındayım. Ne de olsa ben, aşk romanlarına takıntılı, saf bir kızım sadece.”
 
“Hayır!” Diye çıkıştık.
 
“Sen; içi temiz, güzel ve tamamen aşk kadınısın.” Zehre, Ekin'in elini tuttu. “Sende, o romanlardaki gibi ruh eşini bulacaksın. Hepimiz bulacağız.” Hafiften sırıttı. “Tabi ben artık buldum, orası ayrı!”
 
Hepimiz kıkırdadık. O anda Asım'ı gördüm. Zehre’yi fark ettiğinde, bakışlarının hayranlığını görmemek için kör olmak gerekirdi.
 
“İyi insan, lafının üzerine gelirmiş.” Dediğimde, Zehre ışık hızıyla arkasını döndü. Bir anda ağzı kulaklarına varana kadar gülümsemeye başladı. İster istemez, onları görünce gülümsüyordum.
 
Asım ilk önce Zehre’yi öptü. Ardından bize döndü. “Merhaba. Ne yapıyorsunuz? İyisiniz inşallah?”
 
“İyiyiz Asım. Seni sormalı.” Dediğimde Zehre’nin elini tutup tutmamak arasında gidip geldiğini gördüm.
 
“İyi. Ne yapayım, benim hatunun abisinden kaçıp duruyorum. Malûm aramız pek iyi değil.” Samimi olan konuşması, şivesi sayesinde daha bir içtenlik katıyordu. Hepimizi güldürdü.
 
Zehre, gizlice Asım'ın elini tuttu. “Çok heyecanlı değil mi?”
 
Elimi belime yerleştirdim. “Ya Asım? Sen bu bizim deli kızı çok mu aradın?”
 
“Akıllısını aradım, bulamadım. Deli meli ama güzelliği beni bitiriyor!”
 
Zehre, daha ne kadar gülümsemekten ağzını açabilirdi bilmiyorum. Ekin’in koluna girdim.
 
“Eh! Biz o zaman biraz bakkala uğrayalım.”
 
Ekin de el salladı. “Görüşürüz Asım.” Bakkala doğru ilerledik. Ekin içini geçirdi. “Çok güzel değiller miydi?”
 
“Öyleler gerçekten. Umarım Zehre bu kez doğru aşkı bulmuştur. Ve! Umarım, Erman bu kez onu rahat bırakır.”
 
“İnşallah anlamaz. Yoksa Erman abi, Zehre’nin hele mahalleden biriyle çıktığını duyarsa, sokakta nöbet tutacak hale gelir.”
 
Dudaklarımı birbirine bastırırken bakkala girdik. Necati amca, beni görünce yine yüzü düştü. Sessizce kıkırdayıp, içeriye göz gezdirdim. Ben üç gofret, üç meyveli soda aldım. Elimdekileri Necati amcanın önüne bıraktım. Poşete doldururken sürekli onun gözlerinin içine bakıyordum. Onun ise, benden saklanıyor gibi bir hali vardı.
 
“Nasılsın Necati amca?”
 
“İyiyim yavrum, sen nasılsın? Okuldan mı geliyorsunuz?”
 
“İyi bizde, okuldan geliyoruz aynen.” Ekin de elindekileri onun önüne bıraktı. Bir paket fıstık, üç de meyveli bar almıştı. Necati amca onları poşete koyarken hafif tezgahına doğru eğildim. “Bizim okulun orada yeni bir bakkal açıldı.” Necati amca kaşlarını çatmış beni dinliyordu. “İçeri bir girdim. Çeşit çeşit torpil! Dayanamadım aldım.” Çantamı önüme aldım. “Bak sana da göstereceğim!”
 
“Aman!” Diye bağırdı. “Allah rızası için dışarı çık!” Poşeti aceleyle elime tutuşturdu.
 
“Necati amca paranı verecektim.”
 
“Bir dahaki gelişte verirsin.”
 
Ekin hızlıca cüzdanını çıkarıp tezgahın üzerine parasını bıraktı. “Al sen buradan Necati amca, biz çıkalım. Hadi görüşürüz.” Ekin koluma girmiş bakkaldan çıkarken kıkırdayıp duruyordum. Ekin ciddi olmaya çalışırken bana baktı. “Yapma adama şöyle şakalar. Kalbine inecek bir gün.”
 
“Ama ne yapayım, sevdiğimden yapıyorum.” Ekin de gülmeye başladı.
 
Bir anda kapıda Erman’ı görmemle yüzüm değişti. Ciddi durmaya çalışıyordum. İkimizin arasında gözlerini gezdirdi.
 
“Yine Necati abiyle mi uğraşıyorsun sen?”
 
Cevap verememiştim. Dilim tutulmuştu sanki. Onu bir anda karşımda görmek aslında normaldi. Sonuçta biz aynı sokakta oturuyorduk. Aramızda on bir bina vardı.
 
Ekin, “Evet.” dedi. “Birbirine takılıyorlar.”
 
Sadece hafif bir tebessüm etti. “Zehre yok mu?”
 
Yine onu Ekin cevapladı. “Yok. O sokakta bizi bekliyor. Meyra'ların bahçede oturalım dedik de biraz.”
 
Yavaşça başını salladı. “İyi. Bende bir şey alacağım, daha sonra eve geçeceğim. Birlikte gidelim.” Hemen bakkala girdi.
 
Ekin ile gözlerimiz kocaman olmuş birbirimize bakarken, Ekin elimi tutup salladı. “Ben Zehre’yi uyarmaya gidiyorum. Sen Erman abiyi oyala.”
 
“Ne? Ben nasıl oyalayayım?” Dememe kalmadan Ekin koşmaya başladı. Bense arkasından bakakalmıştım.
 
Sadece birkaç saniyede Erman bakkaldan çıktı. Birden sırıtmaya başladım. Erman, “Ekin nereye kayboldu?” diye sordu. Elinde bir şişe kola ve bir ekmek vardı.
 
“Şey.. gitti.” Elimle sokağı gösterirken tekrar ona baktım. “Aklına bir şey geldi sanırım.” Asıl panikten, benim aklıma bir şey gelmemişti. “Şey soracağım.. hastaneye bir arkadaşım cv bırakacakmış. Bir boşluk falan var mı?”
 
“Galiba var. Yeni hastane olduğu için birçok alım yapacaklarını duydum.”
 
“O zaman şansı yüksek.” Şuan sallıyordum.
 
“Evet.” Koluma dokundu. “Hadi gidelim.” Dokunduğu yerden başlayan, tüm bedenimi uyuşturan bir his belirdi. Yüreğim yüreğime sığmıyor, ayaklarım yerden kesiliyordu.
 
Korkuyordum. Bu; içim içime sığmayan koskoca sevgiden, aklımı kaçıracak kadar büyük aşkımdan, korkuyordum.
 
“Meyra?” Sesiyle birlikte bakışlarımı yerden kaldırdım. Sadece iki adım ileride duruyordu. Küçük adımlarla yanına gittim. “Ne oldu? Birden yüzün düştü.”
 
Hafifçe başımı salladım. “Aklıma bir şey takıldı da..”
 
Sesine duyduğum o hayranlık, tarif edilemezdi.
 
“Yardım edebileceğim bir şeyse, yaparım. Biliyorsun?”
 
“Biliyorum.” Sadece susmanı istiyorum. Çünkü dudaklarından dökülen her kelimeden sonra seni öpmek istemem normal değildi. Bu tehlikeliydi.
 
Adımlarımı onunla birlikte atarken, gözlerim ya yerdeydi ya da karşıda.. Kendimce, kendimi ondan uzak tutmaya, kendime engel olmaya çalışıyordum.
 
Yanımda derin bir nefes alıp verdi. “Deniz'in yanında çok mutlu görünüyordun.”
 
“Deniz Can'ın paylaştığı fotoğrafları mı gördün?” Dudaklarımı birbirine bastırdım. Görmüştü işte!
 
Ama bir anda kaşlarını çattı. “Hayır.” Pantolonun cebinden telefonunu çıkardığını gördüm. Gözlerim kocaman olurken kolunu tuttum.
 
“Boş ver.” Dedim heyecanla. “Bir şey yok..”
 
“Merak ettim bakacağım.” Elimi tedirginlikle kolumdan çekerken gözlerim onun telefonundaydı. Şifre yoktu. Ekranı hemen açıp sosyal medyaya girdi. Adımları iyice yavaşladı.
 
Deniz Can’ın adını yazdığını gördüm. Bakışlarımı yüzüne çıkardım. Vereceği tepkiyi içten içe merak ediyordum. Hafif çatık olan kaşlarını iyice çattı. Ekranı kaydırdı.
 
Dudaklarını yavaşça ıslattı. Adımları durdu. Ekranı direk kilitledi ve cebine koydu. Tebessüm etti. Sert soluğunu dışarı bıraktı.
 
“Fotoğrafta daha çok belli oluyor.. Seni üzmeyecek.” Sokağa göz gezdirdi. “Üzerse, benim de onu üzeceğimi biliyor.”
 
Dudaklarım aralandı. Şaşkınlıkla güldüm. Aslında beklediğim tepki buydu. Ne beklemiştim, onu da bilmiyorum. Yavaşça başımı salladım.
 
“Evet.” Gözlerinin içine baktım. “Onunlayken, sevdiğim adam bile aklıma gelmiyor.” Bunu neden söyledim, hiç bir fikrim yoktu. Belki de içimdeki, ona olan öfkemi kusmak istiyordum.
 
O anda biri “Yaman!” diye bağırdı. Erman ile ikimiz sese doğru kafamızı çevirdik. Gelen; Armağan abi ve Kadir abiydi.
 
İkisi birden gülümsedi. Kadir abi bana göz kırptı. “Ne haber Meyra?”
 
“İyi Kadir abi, ne olsun? Okuldan,” üzerimi gösterdim. “Sen?”
 
“İyi. Aylağım bu aralar. Bir hafta izin aldım Armağan’ın nişanı için.”
 
Armağan abi kocaman gülümserken bende güldüm. “Bir hafta mı?”
 
“Ne zamandır izin kullanmadığımı fark ettim.” Dedi sırıtırken. “Almışken tam aldım.”
 
Armağan abinin manalı bakışları bana döndü. Bundan hoşlanmamıştım. “Meyra? Belki sende, yeni sevgilinle eşlik edersin?” Dudaklarımı aralamaya izin vermeden, “Deniz ha?” dedi. “Cidden aklıma gelmezdi. Ama mutlu oldum. Deniz on numara adam.”
 
“Armağan abi, Deniz Can benim sevgilim falan değil. Sadece arkadaşım.” Kaşlarımı havalandırdım.
 
“Hadi be? Fotoğrafları görünce birliktesiniz sandım. Ne yalan söyleyeyim, sevinmiştim.”
 
Erman bir elini pantolonun cebine sokmuş ayakkabısına bakıyordu. Tebessüm etmeye devam ettim. “Ama arkadaşım.” Aldığım derin soluğu bıraktım. “Neyse, kızlar beni bekler. Size iyi akşamlar.”
 
Hepsi “İyi akşamlar.” dediğinde, yanlarından ayrıldım.
 
Kızları gördüm. Zehre başını merakla salladı. “Nerede? Abim nerede?”
 
“Yolda Kadir abiyle, Armağan abiyi görünce onu onların yanında bıraktım.”
 
Zehre rahat bir nefes verirken elini göğsüne koydu. “Bu akşam halı sahaya gidecekler ya, ondan beraberlerdir.” Bizim eve yaklaşmıştık. O anda bahçe kapısından Tufan ve Uraz fırladı. Tufan, Uraz'ı kovalıyordu. Elinde ince bir dal parçası vardı. Hemen arkasından annem fırladı. Boğazı yırtılana kadar Tufan’ın adını bağırıyordu.
 
Uraz beni fark edip koşa koşa gelip bacağıma sarıldı. “Meyra! Meyra kurtar beni!”
 
Annemin arkasından Yasemin abla çıktı. Yüzünde gülüp gülmemek arasında bir ifade varken Uraz’ı arkama aldığımda rahat bir nefes aldığını gördüm. Tufan önümde durmuş elindeki dal parçasını havaya kaldırmıştı. Kaşlarını da komik bir biçimde çatmıştı.
 
“Abla çekil. Döveceğim ben bu çocuğu.”
 
Bende kaşlarımı çattım. “Bana bak. O elindekini atman için beş saniyen var.” Hırsla nefes alıp verirken, “Bir..” dememle elindekini attı.
 
Arkama bakarken bir yandan parmağını salladı. “Sen bittin oğlum.. bak hala ablama sarılıp duruyorsun. Çek elini.”
 
Uraz daha çok bacağıma sarıldı. “Bana ne! Meyra benim. Ben onunla evleneceğim.”
 
Tufan öfkeyle üzerime atılınca kollarını yakaladım. Bir yandan bağırıp durmaya devam ediyordu. “Bırak diyorum sana bırak!”
 
Zehre arkamda gülüp dururken Ekin, Uraz’ı korumaya çalışıyordu. Annem elini beline koymuş bu kez bana sesleniyordu. “Meyra getir şu çocukları, bir türlü seni paylaşamıyorlar! Delireceğim.”
 
Bir yandan Tufan’ı tutmaya çalışırken hırsla arkamı döndüm. “Zehre güleceğine yardım et!”
 
Zehre boğazını temizledi. Tufan'a doğru hafifçe eğildi. “Gözüme çok batıyorsun dostum. En büyük sırrını ifşa etmemi istemiyorsan geri bas. Şimdi kardeşimden uzak dur.” Gözlerini kıstı.
 
Tufan, Zehre’ye meydan okumak istiyor gibi kaşlarını daha da çattı. İyice ona sokuldu. Neredeyse alnı, Zehre’nin alnına değecekti.
 
“Bende seni söylerim.”
 
“Hadi. Bakalım ilk önce kim söyleyecek?”
 
Tufan sinirle dudaklarını bastırırken geri çekildi. “Uraz bir daha ablama dokunursa onu gerçekten döverim.”
 
“Tufan sen niye böyle şiddet canlısı oldun?” Diye isyan ettim sonunda. “Sen böyle değildin. Kimi örnek alıyorsun sen?”
 
Birkaç saniye bana baktı. Ardından bahçeye döndü. Annem ardından söylense bile umursamadı. Uraz yavaşça elimden tuttu. Ona baktığımda masum masum aşağıdan bana baktığını gördüm. Bakışlarıyla içimi eritti. Uzun kirpiklerinin arasında duran iri gözleriyle bana öyle bir bakıyordu ki, tüm sinirlerimi almıştı.
 
“Ama sen bana böyle bakarsan, ben seni yerim.” Dediğimde dişlerini göstererek güldü.
 
Bahçeye dönüp Ekin’e kargaşada verdiğim torbayı masaya bıraktık. Sırayla çardağa geçerken, Uraz ince kolunu anneme doğru uzattı.
 
“Filiz teyze, resmimi verir misin? Meyra’ya göstereceğim.”
 
Annem hafif buruşmuş kağıdı cebinden çıkardı. “Al benim kibar oğluşum. Sen kimseye benzeme tamam? Böyle beyefendi ol.”
 
Uraz’ın ağzından öylesine bir “Tamam.” kelimesi çıktı. Annemin uzattığı kağıdı masaya koyup eliyle düzeltti. “Tufan biraz buruş buruş yaptı ama neyse ki bir şey olmadı.”
 
Ekin kollarını sıktı. “Ya sen çok mu biliyorsun acaba?”
 
Resme baktığımızda hepimiz birden gülemeye başladık. Beyaz sayfanın ortasında iki kişi çizilmişti. Çubuktan çizdiği kadının üzerine bir elbise çizmişti. Bu bendim. Yanımda, çubuk adamdan ziyade, çubuk çocuk vardı. Uzun boynuna garip bir şekil çizmişti.
 
“Bunlar kim?” Diye sordum.
 
“Bu sen, bu da ben.” Çubuk çocuğu gösterdi. “Bak bu da benim kravatım.” Dediği an hepimiz kahkahayı bastık. Çünkü kravata bir türlü dilini döndüremiyordu. “Sen gelin, ben damat.”
 
Daha çok güldük. Yanağına bir öpücük bıraktım. “Çok beğendim. Bunu odama asacağım.” Boynuma sarıldı.
 
Annem içli bir nefes bıraktı. “Tufan da bunu kıskanıyor.” Dedi beni göstererek.
 
Yasemin abla güldü bu kez. “Diyorum sana; evlendiği zaman eniştesine kök söktürecek diye.”
 
Annem çayını yudumladı. “Sahi Yasemin, soracaktım çocuklar yüzünden kaynadı. Erman’a kısmet bakıyordun. Ne oldu, oldu mu o iş?” Hemen kulaklarımı kabarttım.
 
“İnşallah olacak.” Bakışlarım hemen Yasemin ablaya döndü. Tebessüm ediyordu. “Kız çok terbiyeli. Ben kızı gördüm, Erman’a da fotoğrafını gösterdim. Baştan burun kıvırdı. ‘Bu devirde böyle şey mi kaldı anne?’ diyor.” Kalbim merakla çarparken annem Yasemin ablaya doğru eğildi.
 
“Onlara kalırsa olmaz zaten. Bak, İdris’e annesinin bulduğu kısmetle evlendi.” İdris abi Erman’ın arkadaşıydı. Geçen yaz evlenmişti. Allah var, karısı bir içim suydu. “Maşallah ikisi de çalışıp, gül bilgini geçiriyorlar.”
 
“Yok tabi! El atmak lazım, olmaz. Yirmi beş yaşına geldi. Daha bana bir kız arkadaşını getirip de tanıştırmadı. E bulduk, hemen de evlenilmez. Birbirlerini tanımaları lazım, anlaşmaları lazım.”
 
“Tabi canım. Evlenene kadar iki sene geçti. E şimdikiler hemen çocuk da yapmaz. Otuz, belki otuz beş yaşında torun yaparlar sana.” Benim bozulan moralimi daha ne kadar bozabilirlerdi bilemiyorum! Ben Erman’ın yanında, karşı cinsini görmeye dayanamazken, annemle Yasemin abla Erman’ı evlendirip bir de çocuk diyorlar!
 
Zehre boğazını temizledi. “Ya siz abime niye karışıyorsunuz? Belki aşk acısı falan çekiyor, kalkmış kısmet bakıyorsunuz.”
 
Yasemin abla kaşlarını kaldırdı. “Yok. Ben oğlumu tanıyorum. Şimdi şu kızla bir görüşsünler, oldu mu olmadı mı gözünden anlarım.”
 
“Anne yok artık! Bir de görüşme mi ayarladın?”
 
“Ben ayarlamadım. İkisi konuştular. Pazar günü görüşecekler.”
 
Kalbime sancılar girerken, nefesimin boğazıma dizildiğini fark ettim. Sanki boğazımdaki yumru, aldığım her soluğu işkenceye çeviriyordu.
 
“Bunu abimin yaptığına inanamıyorum.” Diye söylendi Zehre.
 
“Nedenmiş acaba Zehre hanım? Abine kalsa elli yaşında evlenecek.”
 
“Ya belki onun kısmeti başka yerde? Nereden biliyorsun? Abimin kaderiyle oynuyorsun şuan..”
 
“Ay sus Zehre! Sen karışma.” Yasemin abla başka bir sohbete girerek anneme döndü.
 
İçtiğim maden suyunun ne tadını alıyor ne de içindeki asidi hissediyordum. Birden kafama diktiğim şişeyi, boş olarak masaya geri koydum. Ekin elimi tuttu. Ona yalandan bir tebessüm sergiledim.
 
Yaklaşık iki saat sonra Yasemin ablalar ve Ekin kalkmışlardı. Ben üstümü değiştirip yarınki Fizik ve Biyoloji sınavım için defterlerime göz gezdiriyordum.
 
Okudum, okudum ama hiç bir şey anlamadım. Aslında bildiğim konulara bakıyordum. Ama sanki, gözlerim öylesine defterimde geziyordu.
 
Defterimi masaya atıp yüzümü sıvazladım. Saatlerdir bu masadaydım, ama kafamı bir türlü toparlayamıyordum. Aklım sürekli o Pazar günündeydi. İçimdeki sıkıntı yetmezmiş gibi, kasıklarım da ağrımaya başlamıştı. Seslice oflayıp sandalyemden kalktım.
 
Beyaz atletimi ve gri taytımı çıkardım. Bir de regl için gerekli olanı yanıma aldım. Ilık duşun iyi gelmesi umuduyla, banyoya girdim. Çıktıktan sonra başka şeyler düşünmeye başladım. Yoksa yarınki sınavda başarılı bir not alamayacaktım.
 
Saçımı taradıktan sonra defterimi tekrar açtım. Konsantre olmak üzere, ciddi bir tavırla arkama yaslanıp ayaklarımı yatağıma uzattım.
 
Aradan birkaç dakika geçmişti. Telefonumun çalmasıyla topladığım tüm konsantre bozulmuştu. Hatta sinirlerim de gerilmişti. Dişlerimi sıkarak yerimde doğruldum.
 
Telefonumu kavradım. Arayan kişinin Doğan abi olduğunu gördüğümde şaşırmıştım. Telefonu düşünmeden açtım.
 
“Doğan abi?”
 
Baştan kekeledi. “Meyra.. rahatsız ettim bu saatte biliyorum. Ama çok az aşağı iner misin?”
 
“Aşağı mı?”
 
“Evet. Işığın açık olduğunu görünce, uyumadığını düşündüm..”
 
Ayaklanıp perdeyi araladım. Gerçekten aşağıdaydı. “Doğan abi kötü bir şey yok değil mi?”
 
Aşağıdan doğruca, benim pencereme bakıyordu. “Hayır. Seninle bir şey konuşmam lazım.”
 
“Tamam. İniyorum.” Perdeyi saldım ve telefonu kapatırken saatin gecenin on iki buçuğunu gösterdiği fark ettim. Daha fazla şaşırdım, ayrıca korkmaya da başladım. Bu saatte Doğan abinin benim penceremin altında ne işi vardı?
 
Cebim yoktu. Telefonumu bırakıp bırakmamak arasında kalırken, avucumun arasında sıktım ve odamdan çıktım. Merdivenlerden sessizce indim. Annemler yatmıştı bile.
 
Dış kapıyı aralayıp terliklerimi giydim. Bahçe kapısından çıktığım gibi etrafı kolaçan ettim. Doğan abi biraz uzaktaydı. Sokak lambası altında değil de, daha karanlık yerde duruyordu.
 
Adımlarımı seri bir şekilde ona doğru atmaya başladım. Hemen önünde durdum. “Ne oldu Doğan abi? İçimde kötü bir his var doğrusu..” Hemen aklıma Erman gelmişti.
 
“Hayır.” Dedi direk. “Özür dilerim, seni bu saatte rahatsız etmek istemezdim..” biraz duraksayıp ensesini sıktı. “Bu akşam ben bir şey öğrendim ve sana bunu bu akşam söylemezsem, rahat uyuyamayacaktım.” İçini çekerek ofladı. Ve ben dikkatle ona bakıyordum.
 
“Ne öğrendin?”
 
“Deniz senden hoşlanıyormuş Meyra.”
 
Gözlerimi kapatırken aldığım nefesi yavaşça dışarı bıraktım. “Bunu biliyorum zaten. Yani biz onunla konuştuk ve..”
 
Cümlemi tamamlama izin vermeden elimi hızlıca kavradı. “Seni kaybedeceğimi anladım ve bunu içimde daha fazla saklayamayacağım.”
 
Elimi çekmeye çalıştım. “Doğan abi hayır..” elimi daha sıkı kavrarken bana ufak bir adım daha yaklaştı.
 
“Sadece dinle.” Kurumaya yüz tutmuş saçlarımın dipleri, tekrar ıslanıyordu. Paniklemiştim. Panikten terliyordum. Geri çekilmeye çalıştım ama izin vermedi. “Uzun zamandır bunu söyleyecek cesaretim yoktu. Ama bu akşam, Deniz gözlerime baka baka, senden hoşlandığını söyledi. Sonucu ne olursa olsun artık bunu dile vurmak istiyorum.”
 
“Lütfen sus..” beni dinlemedi.
 
“Meyra ben, seni seviyorum.”

Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin