Bölüm 16: Her Şey Yolundaydı

1.6K 46 9
                                    

Bölüm 16:
Her Şey Yolundaydı

Aşık olmak, insanın elinde olmadan gerçekleşen bir şeydi.
 
Sevgiyi, istediğinize verebilirdiniz.
 
Nefreti, karşınızdaki hak ederdi.
 
Ama aşık olmak, seçilmez bir duygu. Kime vereceğinizi bilemezdiniz.
 
Deniz Can’ı seviyordum. Ama bir arkadaş olarak. Onun sorduğu, aşık olmaktan bahsediyordu. Deniz Can, elimi çekinir bir tavırla tuttu. Nazik bir şekilde.
 
“İstiyorsan olur. İstiyorsan, sana aklındakini unuttururum.”
 
Gözlerimin dolduğunu hissettim. “Ben dört senedir bunu beceremedim.”
 
“O zaman ben yoktum. Şimdi ben varım. Bize gereken şey sadece, zaman.”
 
“Deniz Can, ben bu hikâyenin sonunda seni üzmek istemiyorum.”
 
“Hikayenin sonunu yaşamadan bilemezsin.”
 
Boynumu kaşıdım. “Bence bir daha yan yana gelmeyelim.” Yüzüne bakamadım. “Bu kadar yakın olmayalım. Karşılaştığımızda, birbirimize sadece selam verelim. En sağlıklısı bu olur.” Tekrar boynumu kaşıdım. Ardından elimdeki elinin üzerine, avucumu koydum.
 
Deniz Can ağzını açacağı sırada, kafasına gelen sünger mermiyle ikimizde sıçradık. “Ablamdan uzak dur.” Deniz Can ile birlikte Tufan’ın sesi üzerine ona döndük. Elinde dart tabancası, doğruca Deniz Can’ı hedeflemişti.
 
Dişlerimi sıktım. “Tufan! Ne yapıyorsun sen? Çabuk o elindekini bırak.”
 
Uraz da arkasından minik seri adımlarıyla koştu. Tufan kaşlarını çattı. Bunu yapınca komik olduğunu ona daha önce söylemiştim.
 
“Abla. Bu kim?”
 
Deniz Can gülmeye başladı. “Ben ablanın arkadaşıyım.” Ellerini beline koydu. “Sende bu evin cesur adamı olmalısın?”
 
“Seni sevmedim.” Tufan, bir kez daha Deniz Can’ı sünger mermiyle vurdu.
 
“Tufan!” Diye çığlık attım. Beni sinirlendirmekten başka bir şey yapmıyordu bu çocuk.
 
“Abla çekil. Yoksa seni de vururum bak.” Bir kere daha Deniz Can'ı vurdu. “Çekil ablamın yanından çekil!” Ardından bir kez daha. Deniz Can ise oyuna çevirmiş sırtını ona doğru döndürmüştü. Aklınca mermilerden korunmaya çalışıyordu.
 
Tufan’ın üzerine koşmaya başlamamla Tufan çığlık çığlığa dışarı doğru kaçtı. Arkasından koştum. Hızlıca terliklerini giyip tekrar çığlık atarak kaçtı. Arkasından bende çıktım.
 
Annem, “Ya yine ne oluyor!?” diye bağırdı.
 
Deniz Can da kapıdan çıkmış gülüyordu. Tufan çardağın etrafında dönerken bir yandan dart tabancasını havaya doğru dikmişti. “İçerideki adam ablamın elini tutuyordu!”
 
Bir anda duraksayıp, dağılan saçımı geri attım. “Ya yok öyle bir şey! Deniz Can ile tokalaşırken Tufan bir anda çocuğu mermi yağmuruna tuttu!” Bir yandan bağırırken, bir yandan sinirle elimi savuruyordum.
 
Zehre kahkaha atmaya başladı. Tufan tekrar Deniz Can’ı hedef almıştı. Annem, “Tufan!” Diye bağırıyordu. Yasemin abla da Zehre’ye katılmıştı. Uraz bacağıma koşarak sarıldı. Hareket edemiyordum. Her şey bir anda karışmıştı. Annem, Tufan’ı yakalamış, söylenip duruyordu.
 
Deniz Can'ı kapıdan geçirirken o hala gülüyordu. Bense sinirden gözlerimi devirdim.
 
“Kusura bakma. Kardeşim böyledir.”
 
Tekrar güldü. “O zaman, ben henüz sapasağlamken gideyim.”
 
Sinirliydim ama beni gülümsetmişti. “Bence de. Bir şey çıkacak diye korkuyorum.”
 
Deniz Can birkaç saniye yüzüme baktı. Gülüşü, tebessüme dönüştü. “Umarım görüşürüz Meyra.” Cevap veremedim.
 
🌺
 
Geçen üç günün ardından ne Erman’ı görmüştüm ne de Deniz Can ile konuşmuştum.
 
Hayatım normale dönüyor gibiydi.
 
Gibiydi..
 
Aklım sürekli ondaydı.
 
Onu özlüyordum.
 
Bahçede, kitabımın bir köşesini karalarken annem omuzumu dürttü. “Meyra!” Dedi panikle. Boynumdaki elime bakıyordu. “Kızım senin bu halin ne?” Elindeki fasulyeyi masaya atıp kolumu tuttu.
 
“Anne ne oldu?”
 
Topladığım saçımdan çıkan iki teli kulağımın arkasına koydu. “Kaç gündür boynunu kaşıyıp duruyorsun. En sonunda kan içinde bırakmışsın kendini.”
 
Tırnaklarımın arasında bulunan kırmızılığa baktım. “Farkında değilim anne. Ben bir elimi yüzümü yıkayayım. Boynuma da krem falan bir şeyler süreyim.”
 
Sandalyeden kalkacağım sırada annem tekrar adımı seslendi. “Meyra sen iyi misin?”
 
“İyiyim anne.” Tebessüm ettim. Değildim. Sadece her şey yolundaymış gibi gülümsemeye çalışıyordum.
 
“Ben yalan söylediğinde anlıyorum. Bana yalan söyleme.” Kaşlarını çattı. “Otur şuraya.” O bakışlara karşı sıkıysa oturma Meyra. Yerime geri oturdum. “Birkaç haftadır gözüm senin üzerindeydi Meyra. Ağlayarak geldiğini ne kadar saklasan da ben anlıyorum. Odanda ağladığını da duyuyorum. Kafan hep başka yerde, görüyorum. Ben her şeyin farkındayım Meyra.”
 
“Çünkü benim annemsin.” Diyerek tebessüm ettim. Annemin klasik lafını yineleyerek.
 
“Şimdi de boynunu kaşımaktan yara içinde yaptın. Ne sıkıntın olduğunu söyleyecek misin?” Sessizce iç geçirdim. “Sevgilin mi var? Sana bir şey mi yaptı?”
 
“Hayır anne ya! Nereden çıkardın hemen?” kaşlarımı çatlarken kollarımı birbirine bağladım. “Yok öyle bir şey.”
 
İnanmamış gözleriyle beni süzdü. “Yarın doktora gideceksin.”
 
“Ama stajım var. Pazartesi giderim.”
 
“Yarın gideceksin Meyra.” Dedi kesin bir dille. “Doktor bu haldeyken görsün. İzin al öğretmeninden iki saate dönersin okula.”
 
“Anne izin alamam onun için.” Bakışlarımı devirirken kitabımı kapadım. “Ne diyeceğim Ebru hocaya?”
 
“Meyra.” O kızgın ses tonunu yalnızca ben ve Tufan anlayabilirdi.
 
“Tamam.” Dedim oflayarak. “Yarın sabah Ebru hocadan izin alıp giderim.”
 
Ertesi sabah Ebru hocadan izin almış hastanenin yolunu tutmuştum. Ebru hoca ben daha izin alamadan boynumu fark etmişti. Gerçekten kıpkırmızı yapmıştım. Hatta kanatmayı bile başarmıştım. Ve bunun ben farkında bile değildim.
 
Hastaneye girer girmez, numaramı alıp hasta kabulün önündeki sandalyelerden birine oturdum. Elimdeki numarama baktım. Kırk iki numaraydı. Saçımı kulağımın arkasına alırken, ekranda gözüken numaraları kontrol ettim.
 
O anda kalbim durdu sanki. Erman, kadının kimliğini uzatırken benimle göz göze geldi. Boğazımın kuruduğunu hissettim. Dudaklarımı ıslatarak yutkundum. Gözlerimi kaçırdım. Mideme kramplar giriyordu. Onu her gördüğümde böyle olmasından nefret ediyordum.
 
Yeni numaralar yanarken, benim numaramın Erman da çıkmaması için, gözlerimi kapamış dua ediyordum. Yeni bir numara yandı. Gözlerimi araladım.
 
Erman’ın ekranında kırk iki yazıyordu. Yerimden kalkıp kalkmamak arasında tereddüt ettim. Küçük kare kağıt parçasını parmaklarımın arasında çevirdim. Boynumu kaşıdığımı fark edip elimi hemen indirdim. Erman’ın gözleri benim üzerimdeydi.
 
Sonra yanındaki genç adamın ekranında kırk üç yazdığında, önümdeki adamla birlikte bende kalktım. Adama, “Pardon? Siz kırk iki yazan yere geçseniz, ben buradan sıra alsam olur mu? Lütfen.” dediğimde, adam ne olduğunu anlamaya çalışır gibi yüzüme baktı.
 
Daha sonra Erman’ın sesini duydum. “Beyefendi. Lütfen siz geçin. Hanımefendi? Sizde sıranızı takip edin lütfen. İnsanlar sizi bekliyor.”
 
Hanımefendi? Bu kadar kibar olduğunu görmek beni afallatmıştı. Adam kendi numarası yanan tarafa geçti. Erman beni bekliyordu. Dudaklarımı ısırıp, sessizce ofladım.
 
Adımlarımı yavaşça ona doğru attım. Kaşlarını yumuşak bir tavırla çattı. Bunu yapınca o kadar yakışıklı oluyordu ki anlatamam.
 
“Randevunuz var mıydı?” Diye sordu.
 
Kimliğimi uzattım. “Hayır.”
 
Kimliğimi parmaklarımın arasından çekip aldı. “Neyin var?”
 
“Cildiyeye sıra alacaktım.” Gözlerimi kaçırırken tekrar elim boynuma gitti. Hemen geri indirdim. Bu adam benim, elimi ayağımı birbirine dolandırıyordu.
 
“Doktor tercihiniz var mı?” Önündeki bilgisayara baktı.
 
“Yok. Fark etmez.”
 
Gözlerini bana çevirdiğinde tekrar gözlerimi kaçırdım. Kimliğimle oynuyordu. Şimdi kalpten gidecektim.
 
“Deniz geçen günlerde sizdeymiş.” Ona doğru baktığımda, bilgisayara bakan gözlerini bana doğru kaldırdı. Cevap vermemeyi tercih etmiştim. “Ne ara bu kadar samimi oldunuz?”
 
Sakince bir nefes alıp bıraktım. “Ziyarete gelmiş.”
 
“Ne sıfatla?” Dedi hemen. Sesi sakindi ama yüz ifadesi kızgın gibiydi.
 
“Arkadaşım.” Diye üzerine basarak söyledim. “Ben artık sıramı alabilir miyim?”
 
Tekrar bilgisayara baktı. Yanımdaki adam sırasını alıp gitmişti. Onun yanındaki de öyle. Ben hala doktora sıra alamamıştım. Elim tekrar boynuma gidecekken, indirdim.
 
“Nasıl arkadaş ben anlamadım.” Diye mırıldandı. “Annem bile sizi çok yakıştırmış. Yok çok terbiyeliymiş, yok çok yakışıklıymış.”
 
“Ben hala neden bekliyorum?”
 
Yüzüme baktı. “Sistemde sıkıntı var. Biraz beklerseniz?” Bir şey olmamış gibi ve benimle dalga geçiyormuş gibi davranmasına sinirlenmiştim. Yanımda yine bir başkası sırası almış ayrılmıştı. Yeni numara yakmasına izin vermeden atıldım.
 
“Pardon?” Erman’ın yaka kartına doğru gözlerimi kıstım. “Erman Bey'in sisteminde sorun varmış. Siz bana yardımcı olur musunuz? Benim acelem var da biraz.”
 
Genç adam bir bana bir Erman’a baktı. Erman, “Düzeldi.” dedi kaşlarını kaldırarak. Sakinleşmek adına derin bir nefes alıp verdim. “Mehtap Hanım, doktorunuz. İkinci kata çıkın, soldaki koridoru takip edin.” Barkot kesti.
 
Almak için elimi uzattım ama vermedi. “İnsanlar bekliyor Erman Bey.” Diyerek dişlerimi sıktım. “Kimliğimi alabilir miyim artık?”
 
“Neyin var? Söylemedin.” Eline hızlıca uzandım. Barkodu aldım ama kimliğim onda kalmıştı.
 
“O da sizde kalsın. Danışmaya, kimliğimin hasta kabulde kaldığını söylerim.” Cümlem biter bitmez, oradan ayrıldım.
 
Dakikalar sonra doktor beni muayene etmiş, alerjim olup olmadığını sormuştu. Bildiğim bir alerji yoktu. Böyle kaşıntıya tutunan bir ben değilmişim, onu öğrendim. Stresten kaynaklıymış.
 
Şaşırmadım. Çünkü, birkaç haftadır her şey üst üste gelmişti.
 
Doktorun verdiği reçeteyi küçük çantama koyarken, kimliğimin olmadığı aklıma geldi. Ofladım. Bir an kimliğimi almadan gitmeyi düşündüm. Ama kimlikti bu yani. Aşağı indim.
 
Erman genç bir kızla ilgileniyordu. Kızın ona olan bakışlarını hiç beğenmemiştim. Bayağı süzüyordu Erman’ı. Sırasını alıp kenara çekildi. Ama gözleri hala ondaydı.
 
Başkası gelmeden koşar adımlarla Erman’ın önüne geçtim. “Kimliğimi alabilir miyim?”
 
Sesimi duyar duymaz kafasını kaldırdı. “Ne oldu? Ne dedi doktor?”
 
“Fazla stres yapmışım.” Avucum açık bir şekilde elimi uzattım. “Şimdi kimliğimi alabilir miyim?”
 
Kaşlarını çattı. “Neyi bu kadar kafana taktın Meyra?”
 
Gerçekten bunu soruyor muydu? Beni sinirlendirmeye başlamıştı. “Erman. Lütfen, kimliğimi alıp gitmek istiyorum.”
 
“Benim yüzümden mi? Sana söylediklerim yüzünden mi?” Yüzünde suçluluk duygusu vardı. Ama hala kaşları çatıktı. Cümlesini bitirir bitirmez gözlerimin dolduğunu hissettim. Söylediklerini, onun bana hatırlatması beni daha fazla incitiyordu.
 
“Vermiyor musun?” Gözlerimi kaçırdım. Gözlerimin dolduğunu anlamasını istemiyordum.
 
“Meyra..” dedi.
 
“Tamam sende kalsın. Akşama Zehre'den alırım ben.” Aceleyle döktüğüm cümleyle, yüzüne bakmadan çıkışa yöneldim.
 
Erman arkamdan adımı seslendi. Özlem duyduğum o sesi kulaklarımda çınladı. Bunu neden bana yapıyordu anlamış değildim. Neden beni rahat bırakmıyordu?
 
Hastane kapısından çıktığımda, kolumu tuttu. “Meyra.” Diyerek beni kendine çevirdi. Ve gereksiz bir yakınlık oldu aramızda. Dudakları hemen gözlerimin hizasındaydı. Kokusunu içime çekerken gözlerimi kapadım. Kalbim sancılar içindeydi. Sürekli acı çekiyordu. “Özür dilerim.” Dedi kısık sesiyle.
 
Kolumu yavaşça çekerken, ondan da biraz uzaklaştım. Nefesimi tuttuğumu fark ettim. Yavaşça nefesimi bırakırken gözlerimi araladım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
 
“Erman acelem var. Okula yetişmem lazım.” Boynumu kaşımaya başladım. Ve birden Erman bileğimi kavradı. Diğer eliyle saçımı geri atarken ensemi kavradı. Ben ne olduğunu bile anlamadım. Yüzünün kasıldığını gördüm.
 
“Meyra bu benim yüzümden değil mi?” Dudaklarını sertçe birbirine bastırdı. “Seni bu hale getirdiğim için, defalarca özür dilesem senden, bu yaptığımın affı yok.”
 
Hırsla bileğimi çekmeyi denedim. Ama sadece boynumu kurtarabildim. “Bırak beni.” Bileğimi sarsaladım. “Bırak diyorum sana, bırak!” Sesim istemeden yükselmişti. Yakınımızda olan insanların dikkatini çektiğim için utanmıştım.
 
Erman elini gevşetti. Yavaşça bileğimi rahat bırakırken “Tamam.” dedi. “Meyra konuşmama izin vermiyorsun.” Saçımı geri atarak boynumu açığa çıkardı. İçini çekti. “Buna sebep olduğum için, ne kadar pişmanlık duyduğumu sana anlatamam.”
 
“Dokunma.” Dedim titreyen sesimle. “Ne olursun. Ben artık dayanamıyorum.” Gözümden akan yaşı saklamak için yüzümü daha fazla eğdim.
 
Erman hızla yüzümü avuçladı. “Meyra..” Diyerek bana sarıldı. Ona izin verdim. Benim ilacım oydu. Kalbimdeki yaranın tek merhemi oydu. Sımsıkı sarıldı. “Ağlama. Benim yüzümden tek bir acı çekmeni istemiyorum.”
 
Sırtına sardığım ellerim titriyordu. İçimi çekerek gözlerimi kapadım. “Neden seni unutmama izin vermiyorsun?” Ona teslim olmuştum. Koynuna sığındım. Kokusunda kayboldum. “Bütün gururum ezildi. Neden bana bunu yapıyorsun?”
 
“Ne istiyorsun benden? Ne yapmamı istiyorsun?” Sesi kısıktı.
 
“Yardım et bana.” Sesim acıyla kayboldu. “Bir yabancıymışım gibi bak bana. Beni görünce sırtını dön bana. Hiç tanımıyormuş gibi, gözlerini kaçır benden.”
 
“Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Acı çekmeni istemiyorum Meyra. Ben senin o neşeli, deli dolu hallerini görmek istiyorum. Biraz sakar, biraz dengesiz hallerini görmek istiyorum.” Saçımı okşadı. Yüzümü acıyla buruşturdum. “Tatlı atışmalarını, kendi kendine konuşmanı özlüyorum. Sen farkında değilsin. Ama sen benim için çok daha değerlisin. Seni kırmak, seni incitmek, isteyeceğim son şey.” Saçımı öptü. İliklerime kadar sızladım. “Sana söz, adımı bile duymayacaksın. Kapının önünden bile geçmeyeceğim. Ta ki sen iyi olana kadar.”
 
Sonra bir anda bıraktı beni. Arkasını döndü. Bir boşluğa düşmüş gibiydim. Ayağımın altındaki zemin yok olmuştu. Etraftaki her şeyden soyutlanmış gibiydim. Boş gözlerle baktım arkasından. O kadar bozguna uğramıştım ki, ağlamam bir anda kesilmişti. Sadece, kesik derin nefesler alıp veriyordum.
 
Artık köşe bucak kaçmama gerek kalmamıştı. O da karşıma çıkmayacaktı. Korkmayacaktım artık onunla karşılaşmaktan. Ama daha fazla özleyecektim. Daha fazla acı çekecektim. Daha fazla gözyaşı dökecektim. Ama hepsi bir kere de son bulacaktı.
 
Yerimde mıhlanmış gibiydim. Öylece bakıyordum. Telefonum çalana kadar. Burnumu çekerek telefonu açtım. Kimin aradığına bile bakmadım.
 
“Alo?”
 
“Meyra? Nasılsın?”
 
Telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Deniz Can. Kulağıma tekrar koyarken alnımı kaşıdım. “İyiyim. İyiyim sen nasılsın?”
 
“İyi olduğuna emin misin? Sesin pek iyi gelmiyor. Hatta ağlamış gibisin.”
 
Gözlerim yanıyordu ama gözümden yaş akmıyordu. Yavaşça birkaç adım attım. “Seni sonra arasam olur mu?” Sesim titredi. Kendime bir türlü engel olamıyordum.
 
“Meyra sen iyi değilsin. Neredesin? Söyle geleceğim.”
 
“Deniz Can. Birbirimizden uzak durmamız gerektiğini söyledim sana.”
 
“Tamam. Yine uzak dururum, ama şimdi yanına gelmeme izin ver.”
 
“Gelemezsin zaten, ben stajdayım şuan.” Omuzlarımı düşürürken neden yalan söylediğimi de kendimce sorguladım.
 
“Seni stajdan sonra alacağım. Boşuna itiraz etme. Görüşürüz Meyra.” Dedi ve telefonu suratıma kapadı.
 
Bir şeyler üst üste gelmemeliydi. Ama bu, sürekli oluyordu.
 
🌺
 
Stajdan sonra Deniz Can dediğini yapmıştı. Beni almaya, Murat'ın arabasıyla gelmişti. Ona eczanede durmasını söyledim. Ne olduğunu sorduğunda söylemedim.
 
Deniz Can’ın gözü bendeydi. Bense suskun. Hiç bir şeye hevesim kalmamıştı. Kimseyi göresim yoktu. Hiç bir şeyle uğraşasım yoktu. Onu görmem, beni tepe takla yapmıştı. Umarım, bu kez kendime çabuk gelirdim. Aksi halde sınavlarımda kötü not almaya devam edecektim.
 
Deniz Can’a döndüm. “Deniz Can. Beni eve bırakır mısın?”
 
“Ne oldu Meyra? Canın sıkkın belli. Seni neşelendirmek istiyorum.”
 
“Biliyorum. Ama lütfen. Ben bugün hiç havamda değilim.”
 
“Mesajlarıma cevap verecek misin?”
 
“Ben sürekli elinde telefon olan biri değilim biliyorsun. Ama gördüğümde cevap vereceğim.” Tebessüm ettim.
 
“Tamam kabul.” Gülümsedi. “Bak ne diyeceğim? Pazartesi Melek’in doğum günü. Ama Sedat ona sürpriz yapacağından Pazar akşamı onun için bir yer ayarladı. Seni de davet etmemi istedi. Sende gelir misin?”
 
İsteksiz bir şekilde dudağımı büktüm. “Bilmiyorum. Sana Pazar günü haber veririm. Olur mu?”
 
Deniz Can sadece birkaç dakika içinde beni eve bırakmıştı. Arabadan inerken onunla vedalaştım. Evime doğru döndüğümde içim sıkıldı.
 
‘Evinin önünden bile geçmeyeceğim Meyra.’
 
Erman’ın sesi hep aklımın bir köşesinden geçiyordu. İçeri girdim. Annem mutfaktan çıktı. Ağzındaki lokmayı çevirip yuttu.
 
“Meyra? Ne oldu gittin mi doktora?”
 
“Gittim anne.” Eczane poşetini gösterdim. “Bunlar da ilaçlarım.”
 
Annem hemen elimden alıp, ilaçların reçetesini okumaya başladı. Bir krem tüpünü gösterdi. “Bak bunu günde iki kere sürecekmişsin. Gel sürelim, akşama yatarken sürersin bir daha.”
 
“Annem akşam oldu zaten. Yatarken sürerim boş ver.”
 
Zorla beni yanına oturttu. Hatta başımı kucağına koydu. Elindeki tüpü açtı ve parmağına biraz krem sıktı. “Neyin var yine senin?”
 
“Yok bir şey anne.” O kadar umursamaz bir tavırla konuşuyordum ki, hayattan bezmiştim sanki.
 
“Meyra. Sürekli benden bir şey saklıyorsun. Ben senin annenim.” Yüzüme baktı. “Erkek arkadaşın mı vardı? Ondan mı ayrıldın?”
 
“Hayır anne. Neden sürekli konuyu oraya getiriyorsun?”
 
“Bir tek o konu hakkında bana açılmıyorsun. Diğer her şeyini bana anlatırsın.” Boynuma kremi yedirmeye başladı. “Deniz? Senin sevgilin mi?”
 
“Anne hayır.” Kucağından kalkmaya çalıştığımda saçımı yavaşça tutup kalmamı engelledi. “Bırak ben gideceğim. Kendim sürerim ilacımı.”
 
“Yat şuraya canımı sıkma benim. Senin halin hal değil. Anlatmadan gidemezsin bu sefer.”
 
Ofladım. “Zorla mı?”
 
“Meyra seni ilk kez böyle görüyorum.” Parmağındaki kalan kremi de boynuma yedirdi. “Senin için endişeleniyorum.”
 
“Anne. Sana söyleyeceğim ama kızmayacaksın.” Kucağındaki başımı kaldırmadan, ellerimle oynamaya başladım. Yüzüne değil de tekli kanepenin üzerindeki havlunun, çiçek desenini inceliyordum.
 
“Yine kızarım ama çok kızmam.”
 
İçimi çektim. “Birini sevdiğin zaman, neden insanın tüm dengesi bozuluyor anlamıyorum.”
 
“Sen birini mi seviyorsun?”
 
“Elimde olsa onu sevmezdim anne.” Dudaklarımı ıslattım. “Ama insan seveceği kişiyi seçemiyor.”
 
Annem saçımı okşadı. “Seni sevmiyor mu?”
 
“Hayır.” Dediğimde göğsüme bir ağırlık çöktü.
 
“Buna mı üzülüyorsun? Seni de seven çıkacak elbet.”
 
“Biri seviyor beni. Aramız da iyi.”
 
“Ama sen onu değil, bir başkasını seviyorsun.”
 
“Evet. Onu üzmekten korkuyorum anne. O kadar iyi biri ki, onu kaybetmekten bile korkuyorum.”
 
“Deniz değil mi?” Bakışlarımı ona kaldırdım. “Sana olan bakışları, bir arkadaşa bakar gibi değil. O çocuk zaten kendini ele veriyor. Belli ediyor. Ama senin ona bakışın, bir arkadaştan fazlası değil.”
 
“Sen benim bakışlarımı anlıyor musun?” Diye tebessüm ettim. Biraz da korkmadım değil.
 
“Ben sizin her şeyinizin farkındayım. İleride anne olduğunda sende anlayacaksın.”
 
Kucağından kalktım. “Ne yapacağım ben anne? Ondan uzak durmaya çalışıyorum olmuyor. Ondan uzak durmaya çalışıyorum olmuyor.”
 
“Zamana bırak kızım. Kimse kimseyi zorla sevemez. Karşına bir gün öyle biri çıkar ki, iyi ki onunla olmamış dersin. Biliyorum şimdi üzülüyorsun, görüyorum. Ama ileride bu günlerini unutacaksın.”
 
“Şuan tek düşündüğüm ne biliyor musun anne? Üniversiteyi, başka bir şehirde okuyup, buradan uzaklaşmak.”
 
“Sen yeter ki oku. Ama istediğin, sevdiğin bir bölümü oku. Kendi ayaklarının üzerinde dur ki, kimseye boyun eğmek zorunda kalma. Ne yaşarsan yaşa Meyra. Ama şu sırtın hep dik olsun.”
 
“Merak etme anne.” Bacağını okşadım. “Sizi gururlandıracağım.”
 
🌺
 
Annemle konuştuğumuz o günden sonra, her şeye daha bir pozitif bakmayı deniyordum. Kendime sürekli bir meşgale buluyordum.
 
Kızlarla birlikte yemek yapıp, yeni tatlı tarifleri deniyordum. Ezgi parmağını yalarken, “Anan da mı tatlıcıydı be yavrum!” diye bağırıp duruyordu.
 
Bahçeyle ilgileniyordum. Gardenyalarla ilgilendim. Pazardan yeni çiçekler alıp bahçeye diktim. Derslerime odaklandım. Erman her aklıma düşeceği sırada, kendimi dışarı attım.
 
Tufan’ın arkadaşlarıyla bile futbol oynadım. Uraz gelip elime bir beşlik çakıyordu. Tufan'ı yine sinirlendiriyor, yine onunla atışıyordum.
 
Mahalledeki komşular yine bizim bahçeye toplanır, onların sohbetine arada katılırdım. Ortadaki kaseden bir dilim kek alıp içeri kaçtım.
 
Her şey yolundaydı.
 
Telefonum arka cebimde titriyordu. Arayan Deniz Can idi. Bugün günlerden Pazar olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı. Telefonu açtım.
 
“Deniz Can?”
 
“Nasılsın?”
 
“İyiyim. Sen nasılsın?”
 
“Koşturuyorum. Sedat’a cesaret vermek beni bir hayli yordu.”
 
“Allah Allah. Neyin peşinde acaba?”
 
“Evlenme teklifi edecek.”
 
Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. “Şaka yapıyorsun?”
 
“Çok ciddiyim. Ama çok heyecanlı. Becerebilmesinden şüpheliyim.” Kahkaha attım. “Hatta şuan, bir köşeye çekilmiş nefes egzersizine benzer bir şeyler yapıyor.” O da güldü.
 
“Rahat olmasını söyle. Her şey harika gidecek eminim.”
 
Birkaç saniye sustu. “Belki gelip ona kendin söylersin.”
 
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Galiba ben gelmesem daha iyi.”
 
“Lütfen Meyra. Sadece bu gece.”
 
Nefesimi dudaklarımın arasında yavaşça saldım. “Tamam. Fazla duramam yalnız. Sabah okulum var.”
 
“Harika. Seni gelip alayım mı?”
 
“Bir saate hazır olurum.”
 
Duşumu alıp, saçlarıma pres dalgası yaptım. Kısa, askılı, kırmızı, çiçekli elbisemi giydim. Sade bir makyaj yapıp, dudaklarıma parlatıcımı yedirdim. Beyaz çantamı alıp aşağı indim.
 
Anneme, Melek'in doğum gününe gittiğimi söyledim. Beni göndermekte biraz tereddüt etti. Ama gitmeme izin verdi.
 
Sedat bir kafeyi kapatmıştı. Etrafta olan herkes onların arkadaşıymış. Deniz Can beni birkaç kişiyle tanıştırmıştı bile. Sedat’a biraz da ben cesaret verdim. İkisi de birbirine deli gibi aşıktı. Sorun çıkacağını sanmıyordum.
 
Sedat, Melek'i almak için yanımızdan ayrıldı. Deniz Can beni bir saniye bile yalnız bırakmıyordu. Murat da yanımıza geldi. “O aksi arkadaşın nasıl?” Diye sordu.
 
“Aslında çok sıcak kanlı ve sakin bir yapısı vardır. Sana neden öyle davrandı anlamadım.”
 
“Hiç öyle durmuyor. Elinde olsa beni bir kaşık suda boğacaktı.”
 
Biz sohbetimize devam ederken, içeri Sedat ve Melek girdi. Büyük pasta, masanın üzerine gelirken arkadan müzik çalışıyordu. Melek sahiden şaşırmıştı. Pastayı üflediğinde herkes alkışladı. O anda Sedat dizinin üzerine çöküp yüzüğü çıkardı.
 
Melek ağlamaya başladı. Ben tatlı bir tebessümle onları izliyordum. Melek bağırarak ‘evet’ dedi. Bir anda çığlıklar ıslıklar havada uçuştu. Birbirlerine sarıldıklarında duygulanmak elde değildi.
 
Melek'i tebrik edip, gelirken aceleyle aldığım hediyemi verdim. Alkoller gelmeye başladı. Deniz Can bir şişeyi bana uzatırken, diğer iki şişeyi Murat ve Melek'e uzattı.
 
Alıp almamak arasında kararsız kaldım. “Kullanmıyor musun?” Diye sordu. Sanırım biraz kafamı dağıtmak işime gelirdi.
 
“Kullanıyorum.”
 
Dakikalar geçti. Yeni arkadaşlar edindim. Bilmem kaçıncı alkolümü içiyordum. İsminin Fatma olduğunu öğrendiğim kız ile çok iyi anlaşmıştım.
 
“Deniz ile ne zamandır berabersiniz?” Diye sordu.
 
“Biz beraber değiliz. O sadece arkadaşım.”
 
Dudaklarını araladı. “Sen ciddi misin? Ben sizi sevgili sanıyordum.”
 
Güldüm. “İyi anlaşıyoruz.”
 
“Onunla iyi anlaşmayan yoktur.” Omuzumu silkti. “Üzüldüm. İkiniz çok yakışıyordunuz.”
 
Şişemi onunkine vurdum. “Boş ver. Hadi biz içelim.”
 
“Sevdim seni Meyra.”
 
İçkilerimizi yudumladık. Birçok fotoğraf çekildi. Genel anlamda ben yoktum. Çünkü midem bulanmaya başlamıştı. Bir köşeye oturup çerez tabağındaki çerezlerden birkaç tane ağzıma attım.
 
Deniz Can telefon kulağında yanıma geldi. “Yanımda Filiz abla. Veriyim mi telefona?” Telefonu bana uzattı.
 
“Anne?”
 
“Meyra senin saatten haberin var mı? Hemen eve gel. Baban sorup duruyor ‘nasıl gelecek bu kız’ diye.”
 
“Saat kaç?”
 
“Senin sesin niye böyle?” Dedi sinirli sinirli. “Konuşmaların tuhaf tuhaf.”
 
“Yok. Niye öyle olsun?” Masadan kalktım. “Geliyorum şimdi ben, sen merak etme.”
 
Telefonu kapadım. Telefonu Deniz Can’a uzatacağıma boşluğa uzatıyordum. Deniz Can elimi tuttu. “Meyra sen sarhoş musun yoksa?”
 
Ellerimle dudaklarımı silkeledim. “Yok canım. İyiyim ben, sarhoş falan değilim yani.”
 
Koluma girdi. “Hadi seni eve bırakayım.”
 
“Bırak tabi.” Birkaç adım attık.
 
“Senin telefonun nerede? Annen seni çok aramış.”
 
“Çantamda.”
 
“Çantan nerede?”
 
Üzerime baktım. “A çantam yok.” Ciddi yüz ifadem birden bozuldu. Kahkaha atmaya başladım.
 
“Filiz abla beni bu sefer affetmeyecek. Bekle burada.”
 
Deniz birkaç saniye içinde geri döndü. Omuzunda benim beyaz çantam asılıydı. Onu görünce tekrar kahkahamı tutamadım. Koluma girdi. Beni dışarı çıkarıp, arabaya bindirdi. Ara ara kahkaha atıp duruyordum.
 
Deniz Can yanıma gülümseyerek oturdu. “Meyra, çok tatlısın ama gülmeyi bırakman gerek. Böyle sarhoş olduğunu çok belli ediyorsun.”
 
Bakışlarımı devirirken tekrar gülmeye başladım. “Ama napayım? Durmadan gülesim geliyor.”
 
O da gülmeye başladı. Arabayı çalıştırdı. “Sen ne ara bu kadar içtin?”
 
“Fatma ile. Beni gaza getirdi.”
 
“O kadar insan içinden alkolik Fatma'yı bulduğuna inanamıyorum Meyra.” Dedi gülüp gülmemek arasında kalırken.
 
Arabanın camını araladım. “Dur ben şimdi biraz hava alayım açılırım. Hem ben iyiyim, abartma.”
 
Biraz camdan gelen havayı soludum. Zaten çok geçmeden mahalleye girmiştik. Deniz Can arabayı durdurdu.
 
“Hadi in aşağı. Buradan sonrasını yürüyeceğiz. Belki açılırsın.” Arkadan çantamı aldı. “Acaba seni kahve içmeye mı götürseydim?”
 
Arabanın kapısını açıp aşağı indim. “Bak sinirleniyorum artık. Sarhoş değilim diyorum anlamıyor musun?” Arabanın kapısını kapattım. Önünden dolaşıp Deniz Can’dan çantamı aldım. Duvar dibinden ilerlemeye başladım.
 
Ayaklarım birbirine dolandı. Dengemi kaybedip duvara tutunduğumda Deniz Can da kolumdan yakaladı.
 
“İyi misin?”
 
Yüzümü buruşturdum. Sırtımı duvara dayadım. “Midem bulandı. Dur biraz dinlenelim.” Hafif öne doğru eğilip, sadece kalçamı duvara yasladım. Önüme dökülen saçlarımı arkaya aldı. “Seni de böyle uğraştırıyorum.” Midemdeki eksime yüzünden, yüzümü buruşturdum.
 
“Ben seninle uğraşmayı seviyorum.” Birbirimize bakıp gülümsedik. Ama benim gözkapaklarım yarım yarım açılıyordu. “Yanımda olmanı seviyorum Meyra.”
 
“Bende yanımda olmanı seviyorum. Beni güldürüyorsun.”
 
“Öyle mi?” Kafamı salladım. Sırtımı duvara yasladım. Deniz Can kollarımdan tuttu tekrar. İyice dibime sokuldu. “Seni bir daha görmeme izin verecek misin Meyra?”
 
“Bilmem.”
 
“Galiba vermesen daha iyi.” Nefesini sıkıntılı bir şekilde bıraktı.
 
“Neden?”
 
“Çünkü ben gittikçe kayboluyorum Meyra. Yokluğunda bir boşlukta gibiyim.”
 
“Ne diyorsun anlamıyorum.” Kıkırdadım.
 
“Çok güzelsin.”
 
“Abartılacak kadar değil.” Gülüyordum ama elimde olmadan.
 
Yanaklarımı tuttu. Ve anlamadığım bir anda dudaklarıma dudaklarını yerleştirdi. Ne olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Birkaç saniye sürdü. Gözlerim kocaman açılırken onu ittim. Ama uzaklaşmadı. Sadece dudaklarını ayırdı.
 
Şaşırmış aralık duran gözlerimle ona bakıyordum. Ellerini yüzümden çekmedi. Gözlerimin içine bakıyordu. Bu beni çok rahatsız etmişti.
 
Ardından kulaklarımda öfkeli bir ses uğuldadı. “Ne yapıyorsun lan sen!? Ne yapıyorsun lan!?”
 
Bu ses, Erman’a aitti.



Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin