Bölüm 14: Pencereden Savrulan Gardenya

1.6K 52 10
                                    

Bölüm 14:
Pencereden Savrulan Gardenya

🎵

Sezen Aksu - Biliyorsun

🌺

Bazen diyorum ki; keşke sevebileceğimiz insanları seçebilseydik.
 
Ama o zaman, sevdanın bir anlamı kalmazdı.
 
Doğan abi, yüreğimin üzerine büyük bir yük bırakmıştı. Karşılıksız sevginin, ne kadar ağır bir şey olduğunu biliyordum. Onu anladığım için, kalbini asla kırmak istemiyordum.
 
Ellerim titriyordu. Elimi yavaşça elinden çektim. Bu kez bana engel olmadı. Ne tepki vereceğimi ya da ne diyeceğimi bilmiyordum.
 
Vücudumu hafif döndürüp elimi göğsüme koydum. Her şeyden bu kadar kolay etkilenmem artık sinirimi bozuyordu. Gözlerim doldu.
 
“Doğan abi, neden bana bunu yaptın?” Yavaşça ona döndüm ve zorlukla yüzüne baktım.
 
“Bana herhangi bir söz vermeni, ya da benimle birlikte olmanı istemiyorum. Yani seni buna zorlamayacağım.” Sesli bir şekilde yutkundu. “Sadece bilmeni istedim.”
 
Derin bir nefes alıp verdim. Kendimi, onun yerine koyuyordum. “Ben..” kelimeler bir türlü ağzımdan çıkamıyordu. Çünkü ne söylersem söyleyeyim, onun duymak istediği cevabı veremeyecektim.
 
Bunu o da anlamıştı. “Bir şey söylemene de gerek yok. Bir anlık cesaretle geldim. Deniz'in, bunu söylemesini kaldıramadım. Belki sabaha kadar bekleseydim, bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu düşünecek kadar mantıklı düşünebilirdim.” Kuruyan dudaklarımı hızlıca ıslatırken, gözlerimi etrafta gezdirdim. Aslında bunu onunla göz göze gelmemek için yapıyordum. “Neyse,” dedi tekrar içini çekerken. “Seni, daha fazla tutmayayım. İyi geceler Meyra.”
 
Hızlıca yanımdan uzaklaşırken arkasına bile bakmadı. O kadar tuhaf hissediyordum ki..
 
Hızlıca koşup eve girdim. Merdivenlerden çıkarken telefonum gürültüyle yere düştü. Aceleyle telefonumu yerden alıp, odama kaçtım. Işığımı söndürdüm. Yatağa girip tüm bunların rüya olmasını istedim. Gözlerimi sıkıca kapadım.
 
Dakikalar, dakikaları kovaladı. Ben hiç uyuyacak gibi değildim. Keşke, o telefonu açmasaydım, diye kendime kızmaya başladım.
 
Ertesi sabah, kahvaltıda çay bardağımı döndürüp dururken bir yandan esniyordum. İki saatlik uykuylaydım. Uykusuzluk artı regl, artı üzerime üzerime gelen dertler! Diğer yandan, Pazar günü hala aklımdaydı.
 
Sandalyede iyice yayıldım. Annem kahvaltıyı bu sabah mutfağa hazırlamıştı. Babam “Meyra? Hasta mısın sen, ne bu hal?” diye sorunca oturuşumu düzelttim.
 
“Yok baba. Akşam ders çalışmaktan uyuyamadım. Uykum var diye de kafam bir şey almadı. O yüzden canım sıkkın biraz.”
 
“Ah be kızım! Yatıp uyusana sen. Okulda bir göz atsan yeterdi. Yüklenme kendine bu kadar.” Uzatıp elime iki kez vurdu. “Sen zaten zeki bir kızsın, yapma kendine bunu.”
 
Annem kendi çayını tazelerken bana baktı. “Ben fazla mı üzerine geliyorum Meyra?” Dedi buruk bir sesle.
 
“Hayır anne. Olur mu öyle şey? Ben sıkıntı yaptım biraz iki sınav var diye.”
 
Annem yerine geçerken bana gülümsedi. “Canını sıkma, sen yaparsın.”
 
Yanımda oturan Tufan'a gözlerimi diktim. Bu sabah o da benim kadar sessizdi. Şaşırmıştım. “Senin niye bu sabah sesin çıkmıyor acaba?”
 
“Çok moralim bozuk abla. Zehre abla beni tehdit ediyor.”
 
“Neyle tehdit ediyor?”
 
“Söyleyemem.” Ardından kahvaltısını hırsla yemeye devam etti.
 
Üstelemedim. Bir dilim ekmeği zorlukla bitirip masadan kalktım. “Ben çıkıyorum. Size afiyet olsun.”
 
Babam ağzındaki lokmayı hızlıca yuttu. “İyi dersler kızım, başarılar.”
 
“Sağ ol baba.”
 
Çantamı alıp kapıdan çıktım. Ekin de tam bana doğru geliyordu. Birbirimize ‘günaydın’ dedikten sonra Zehre'lerin eve doğru yürümeye başladık. Ekin'in telefonu çalmaya başladı.
 
“Ezgi arıyor.” Telefonu açtı ve kulağına koydu. “Efendim canımın içi? Yok daha gitmedik, Zehre’ye doğru gidiyoruz..” kaşlarını anlamsız bir şekilde kıvırıp bana baktı. “Tamam bekleriz.” Telefonu kapatıp tekrar bana baktı. “Ezgi de bizimle geliyormuş.”
 
“Allah Allah. Servisi mi gelmedi acaba?”
 
“Bilmem. Sadece o kadar söyledi.” Zehre aşağı inerken, sokağın diğer ucundan Ezgi koşar adımlarla bize doğru geliyordu.
 
Zehre saçını düzeltirken, Ezgi'yi gördü. “Senin ne işin var burada?”
 
“Of! Sormayın ya. Servisçiyle kavga ettim. Beni geri indirdi.” Gülmeye başladık. “Gülmeyin. Babama ne diyeceğim, kara kara onu düşünüyorum.”
 
“Yarın alır tekrar.” Dedi Ekin.
 
Kafasını geriye doğru yatırdı. “Hiç sanmıyorum.”
 
“Küfür ettim deme!” Diye çıkıştım. Ezgi ne zaman sinirle biriyle tartışsa küfrü basıyordu.
 
Dudaklarını birbirine bastırırken, gözlerini de kırptı. “Hayatımda ilk kez bu kadar ağzımı bozdum.”
 
Durağa doğru ilerlerken Ekin, “E ne yapacaksın şimdi?” diye sordu.
 
“Bilmiyorum. Annemle konuşurum.” Daha sonra hepimize göz gezdirdi. “Duydunuz mu? Akşam halı sahada olay çıkmış.”
 
“Hayır. Ne olmuş?” Diye soran Zehre idi.
 
“Ya Doğan abiyle, Deniz abi birbirine girmiş. Bana da akşam Mehmet söyledi.” Bir anda yüreğim ağzıma geldi. Akşam olanları kimsenin duymasını istemiyordum.
 
“Hadi canım! Abim akşam geldi ama bir şey söylemedi.” Dedi Zehre. “Neden peki?”
 
“Onu Mehmet de bilmiyor. Hatta o da çok şaşırmıştı. Deniz abi herkesle iyi anlaşırmış, ‘ilk defa onu öyle gördüm’ falan dedi.”
 
🌺
 
Okuldan çıktığımda yanımızdan ilk önce Zehre ayrıldı. Ekin'i de otobüse ‘işim var’ deyip bindirdikten sonra durağın önünde bir gidip bir geliyordum.
 
Telefonu iki elimle kavramış Deniz Can’ı arayıp aramamak arasında kalmıştım. Saçımı kulağımın arkasına aldım. Sonunda Deniz Can’ı aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.
 
“Meyra?” Dedi sevecen bir ses tonuyla.
 
“Ne haber? Müsait miydin?”
 
“Müsaitim tabi. Senden ne haber?”
 
“Okuldan çıktım şimdi.. seninle bir şey konuşmak istiyordum.”
 
“Tamam. Bizim tatlıcı da seni bekleyeyim mi?” Sesi bu kez sevecen değildi.
 
“Olur. Geliyorum.”
 
Telefonu kapadıktan sonra bekletmemek adına taksi çevirdim. Kısa sürede tatlıcıdaydım. Deniz Can yol boyundaki masalardan birinde oturuyordu. Beni gördüğünde ayağa kalktı. Tokalaştık ve karşısına geçtim.
 
Birkaç kelâmdan sonra Deniz Can sırtını sandalyesine yasladı. “Benimle ne konuşmak istiyorsun?”
 
Lafa nasıl gireceğimi bilmeden, ağırca dudaklarımı ıslattım. “Aslında söyleyeceğim şeyin, beni konunun merkezine indirmesini bekliyorum. Konuşmada pek iyi değilim.”
 
“Bence harika konuşuyorsun. Konuya nerden ya da nasıl gireceksen, seni rahat bir şekilde cevaplamaya hazırım.”
 
Çekingen bir tavırla gözlerimi Deniz Can’a kaldırdım. “Akşam ne oldu?”
 
Sorumu sorur sormaz tebessüm etti. “İçimden bir ses; ne olduğunu bildiğini söylüyor.” Konuşmakta zorlandığımı fark etmiş olmalı ki, doğrularak “Tamam.” dedi. “Doğan, bana geldi ve seninle birlikte koyduğum fotoğraflar hakkında hesap sordu.” Önüme geçen sefer yediğim tatlıdan gelmişti. “Tabi ben olayı anladım. Senden hoşlandığımı ona söyledim. Sonra birden saldırganlaştı.”
 
“Ne diyeceğimi bilmiyorum, ama şunu söylemek istiyorum. Bundan, lütfen bir daha kimseye bahsetme.” Kendimi toparlamak için derin bir nefes alıp verdim. “Deniz Can, seni bir beklenti içine sokmak istemiyorum.”
 
Yavaşça başını salladı. “Sana söz verdim Meyra. Farkına vardığımda, sana söyleyeceğim.” Bakışlarım masadaki ellerime düştü. “Ama onun seni sevdiğini biliyorsun.”
 
Sıkıntılı bir nefes verdim. “Bilmiyordum.”
 
“Aynı mahallede büyüdünüz Meyra. Bunun sana tuhaf geldiğini biliyorum.” Duraksadı. “Onunla konuştun mu?”
 
“Açıklayıcı olacak kadar.”
 
Kahvesinden bir yudum aldı. “On beş yaşındayken ablamın arkadaşına âşıktım.” Ona baktığımda gülümsüyordu. “Aynı mahallede büyümüştük. Yirmi iki yaşındaydı. O, olgun ve büyük erkeklere bakarken, ben cılız bir çocuktum.” Kahkaha attı. İstemeden bende gülümsedim. “Açık sözlü biriyim biliyorsun. Gittim ona ‘aşığım sana’ dedim.”
 
“Ciddî olamazsın?”
 
“Çok ciddiyim.” Tekrar güldü. “Birkaç ay sonra evlendi. Kalbim çok kırılmıştı.” Gülümserken, dudakları düz bir çizgi halini aldı. “Diyeceğim o ki Meyra; gerçeklerle kırmaktan korktuğun kalpler, iyileşir. Asıl, yalanlarla doldurdukların büyük bir yıkım yaşar.”
 
Parmaklarımla oynadım. “Teşekkür ederim. Sen çok iyi birisin Deniz Can.”
 
Tebessüm etti tekrar. “Biliyor musun? Bir tek, sen bana Deniz Can diyorsun.”
 
“Sadece Deniz dememi ister misin?”
 
“Hayır. Kulağa hoş geliyor.” Bir türlü Deniz Can konuyu değiştirmişti.
 
Bir saat kadar onunla birlikte oturdum. Masadan ayrılırken beni bırakmak için ısrar etti. Kendim gideceğim konusunda ısrarcı davrandım. Biraz yalnız yürümek, bedenime en iyi gelen şeydi.
 
Sahil boyunda yürürken göğsümde ağırlık vardı. Regl sancısı yetmezmiş gibi, bir de beraberinde getirdiği yoğun ve karmaşık duygular canımı sıkıyordu. Aslında Deniz Can ile konuştuktan sonra rahatlamam gerekiyordu. Ama nedense içimden ağlamak geliyordu.
 
Yalnız başıma yürürken iskelenin oradaki kafeden birinin bana doğru koştuğunu gördüm. “Meyra!”
 
Sınıftaki en yakın arkadaşım Burcu'dan başkası değildi. Onu görünce gülümsedim. “Ne yapıyorsun burada?”
 
“Erkek arkadaşımla dolaşıyorduk. Çay içelim dedik. Gelsene sana da hem bir çay ısmarlarım, hem de erkek arkadaşımla tanıştırayım.”
 
“Ya Burcu rahatsızlık vermeyeyim ben hiç.” Canımın sıkkın olduğunu söylesem, söyletene kadar koluma asılacaktı.
 
“Saçmalama.” Elimi kavrayıp ben kafeye doğru sürüklemeye başladı. Masadaki çocuk gülümsedi. “Mustafa.” Dedi erkek arkadaşını gösterirken. Ardından beni gösterdi. “Meyra.”
 
Sandalyeye geçip oturdum. Mustafa elini uzattı. “Memnun oldum Meyra. Sonunda seninle tanışabildik, Burcu senden çok bahsediyordu.”
 
Elini sıktım. “Bende memnun oldum.” İyi birine benziyordu. Dikkat ettiğim ilk şey bana uzattığı kolunun komple dövme ile kaplı olmasıydı. Aslında değişik bir tarzı vardı. Sol kulağının kıkırdağında kalın bir halka küpe, bileklerinde birçok bileklik vardı. Beğenmiştim.
 
Burcu kocaman gülümsedi. “Sen nereden geliyorsun böyle?”
 
“Bir arkadaşımlaydım. Oradan geliyordum.”
 
“Deniz Can mı?” Diye sordu heyecanla.
 
“Evet Burcu. Arkadaşım ya sonuçta,” diye soludum manalı bir ses tonuyla. “Neden bu kadar şaşırıyorsun anlamadım.” Sırıttım. O da sırıttı.
 
“He, he!” Diye alaya aldı beni, arkasına yaslanırken. “Zehre anlatmasa, anlatmayacaksın.”
 
“Pes doğrusu! Ağzında bakla ıslanmıyor bu kızın..”
 
“Fikir alış verişi yapıyoruz sadece.” Diye dudak büktü.
 
Mustafa, “İnanma Meyra.” dedi.
 
“Tamam. Ayrıntılı bir fikir alış verişi yapıyoruz, ne var bunda?” Dediğinde kahkaha attık.
 
Mustafa ellerini havalandırdı. “O kadar ayrıntılı ki, saatlerce aynı meseleyi konuşuyorsunuz.”
 
Yanlarında sadece beş dakika oturmayı plânlamıştım. Ama Burcu ve Mustafa'nın sohbeti o kadar tatlıydı ki, yanlarında neredeyse bir saat oturmuştum.
 
Sandalyeden kalkarken ikisiyle de vedalaştım. İkisi de birbirine çok yakışıyordu. Mustafa'nın dövmesi olduğunu bilmiyordum. Biraz şaşırmıştım. Çünkü Burcu, dövmeli çocuklardan hoşlanmadığını defalarca söylemişti. Demek; insan aşık olunca bazı şeyleri görmezden geliyormuş.
 
Yavaş yavaş, yürüyerek bizim mahalleye ulaştım. Bizim sokağa yaklaşmıştım. O sırada Zehre’nin ağladığını gördüm. Karşısında Asım vardı. Onun arkası dönüktü.
 
Zehre’yi öyle görünce onlara doğru koşmaya başladım. Asım ona teselli veriyor gibi görünüyordu.
 
“Zehre!” Dediğimde yanlarına varmıştım. Hızla bana döndü. Asım da öyle. Asım'ın yüzünü görmemle birlikte şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. “Asım? Ne oldu sana böyle?”
 
Gözünün içi kanlanmıştı. Kaşı da patlamış kanıyordu. Zehre’nin elinde kanlı bir peçete vardı. Asım’ın yüzünü temizliyordu. Zehre gözyaşı içinde içini çekerek bana döndü.
 
“Şerefsiz Ozan ve arkadaşları yaptı.”
 
Asım, Zehre’nin başını göğsüne yasladı. “Ya canımın içi, ağlama artık.”
 
“Nasıl ağlamayayım? Hepsi birden üzerine saldırdı. Korkudan ölüyordum..” hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
 
Uzanıp Zehre’nin kolunu sıvazladım. “Ne istiyormuş pislikler?” Diye sordum, tiksinti bir tavırla.
 
Asım, Zehre’nin saçını okşayarak bana baktı. “İtler işte. Birkaç laf söylediler. Biri, Zehre’ye uzanmaya çalışınca nevrim döndü.” Elini alnına yaslayıp sinirle sildi. “Aklıma geldikçe hala sinirleniyorum!” dedi dişlerini sıkarak.
 
Zehre peçeteyle Asım’ın gözünün kenarını silip, ardından dudaklarını bastırdı. “Acıyor mu?” Diye sordu, titreyen sesiyle.
 
Asım, elini tutup parmaklarını öptü. “Sen öpünce geçti sanki.”
 
“Bir de dalga geçiyorsun.” Diyerek Asım’ın göğsüne sokuldu. Asım, Zehre’nin alnına bir öpücük daha kondurdu. Dudaklarımda hafif bir tebessüm yer edindi. Çok güzellerdi!
 
Tam o anda “Zehre!” diye bağıran öfkeli bir ses kulaklarımızı çınlattı.
 
Arkamı dönmemle birlikte Erman’ın hiddetli adımlarının bize doğru geldiğini gördüm. Yemin ediyorum, onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Gözlerinden alev çıkıyordu sanki!
 
Sadece iki saniye sürmüştü! İki saniye içinde hemen yanımızda bitmişti. Çenesi kasılmıştı. Dişlerini sıkarak önümden geçti. Doğruca Asım’ın yakasına yapışıp onu itti.
 
“Ulan ben sana kardeşimden uzak duracaksın, demedim mi?”
 
Asım birkaç adım geriye sendeledi. Tekrar üzerine gidecekken Zehre önüne geçti. “Abi onu rahat bırak. Ne yapacaksan bana yap.”
 
Erman Zehre’yi kenara itti. “Sana da soracağım!”
 
Asım sakin bir ses tonuyla, “Erman, ben Zehre’yi seviyorum.” dedi. “Koskoca kız, bırak kiminle olacağına kendi karar versin.”
 
Erman aynı hırsla yakasına yapıştı. “Seviyorum diyor bir de! Lan siz beni delirtecek misiniz?” Zehre bir yandan koluna asılırken, ben bir yandan ayırmaya çalışıyordum.
 
Asım, sakinliğini koruyordu. “Ne yaparsan yap. Onu sevmeme engel olamazsın.”
 
Erman kaşlarını hayretle kaldırdı. “Bak bakalım sen bir daha kardeşimi öpebilecek misin?” Ardından nasıl olduğunu anlamadan Erman kafasını, Asım’ın suratına geçirdi.
 
Asım sendeledi ve çenesini tuttu. Şimdi de dudağı kanıyordu. İkisi birbirine saldırmak için tekrar hareketlendiğinde Zehre bağırarak aralarına girdi.
 
“Yeter ya yeter!” Erman’ı göğsünden itip Asım'a biraz daha yaklaştı. Gözyaşları hiç durmuyordu. “Bıktım artık! Senin hayatıma müdahale etmenden sıkıldım! Yanlış yapmama bile izin vermiyorsun ki doğruyu bulayım!” Hırsla içini çekti. “Ama ben doğru kişiyi buldum! Asım'ı seviyorum. Hatta ona köpek gibi aşığım abi! İster döv, ister yasak koy. Ama biz birbirimizi seviyoruz. Sen bu gerçeği değiştiremezsin.”
 
Erman birkaç saniye sessiz kalıp sinirle saçlarını karıştırdı. “Ya sen ne aşkından bahsediyorsun kızım?” Öfkeyle derin bir nefes alıp verdi. “Zehre yürü. Yürü eve beni daha fazla sinirlendirme.” Zehre’nin kolunu kavradı.
 
Zehre kolunu savurarak tekrar hıçkırdı. “Ya sen ne anlarsın ki? Ben kime ne anlatıyorum ya?” Erman tekrar kolunu kavrayacakken Zehre tekrar kolunu savurdu. “Ya sen aşktan, sevgiden anlasan Meyran’ın sana yıllardır âşık olduğunu anlardın zaten!” Zehre’nin ağzından bağırarak çıkan son cümleydi bu..
 
Olduğum yerde donup kalmıştım. Etraf ölüm sessizliğine bürünmüşken, ben sadece kalbimin deli gibi atışını duyuyordum. Derin bir nefes aldım. Birkaç saniye tuttum ve yavaşça bıraktım. Gözlerim Zehre’nin üzerindeydi. Vücuduma baştan aşağı bir ateş basmıştı. Bayılacak gibi hissediyordum.
 
Zehre, kurduğu cümlenin şaşkınlığıyla dudaklarını araladı. Erman’ın bakışları hızla bana döndü. Kaşları çatıktı. Doğrulamak ister gibi gözlerimin içine bakıyordu. Ve hiç beklemediğim bir şekilde bağırmaya başladı.
 
“Nasıl böyle bir şey mümkün olabilir Meyra? Sen ve ben! Aklın alıyor mu?” O an dedim, keşke yerin dibine girseydim. Boğazımda tarif edilemez bir yumru oturdu. Ne yutkunabildim, ne cevap verebildim. “Ben seni bildim bileli kardeşimle aynı gördüm! Kardeşim bildim seni!”
 
Sarf ettiği her kelime kalbimi paramparça ederken, ağlamamak için kendimi sıkmaya başladım. Canım hiç bu kadar yanmamıştı. Hiç bu kadar, utanmamıştım.
 
Yüzüne bakamadım. Aklıma kazınan, ezberlediğim yüzüne ilk defa bakmak için çaba sarf etmedim..
 
Elim, ayağım, vücudum.. öyle titriyordu ki yere zar zor basıyordum. Beni hiç düşünmeden devam etti sözlerine..
 
“Ya sen ikimizi yan yana hiç düşündün mü? Aklım almıyor! Kardeşim dedim ben sana! Nasıl yakıştırdın bunu kendine? İkimizi, nasıl yakıştırdın?”
 
Bağıra bağıra ağlamak istedim.
 
Zehre’nin titrek dudaklarının arasından kısık bir ses çıktı. “Abi!”
 
İçimi çeke çeke saldım gözyaşlarımı.. Daha fazla dayanamayacaktım. Birden koşmaya başladım. Kaçmak istercesine..
 
Ayaklarımı yere sağlam basmaya çalışarak, yüzüne bakmadan ayrıldım yanından. Elimi hıçkırmamak için dudaklarıma bastırdım. Gözümden akan yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Biriken yaşlar yüzünden yolu bulanık görüyordum. Koştum, koştum, koştum..
 
Eve nasıl geldiğimi bilmiyordum. Kendimi odamda buldum. Annemin arkamdan seslenişini bile umursamamıştım. Kapattığım kapıya sırtımı yasladım.
 
Bacaklarım daha fazla taşıyamadı üzerimdeki yükü. Yere çöküp bağıra bağıra ağladım. Ellerimi yerdeki parkelere vura vura atmak istedim bu acıyı. Geçmiyordu içimdeki sızı..
 
İlk defa nefret ettim sevdiğim adamdan.
 
Kafamı yavaşça kaldırdığımda, penceremin önünde duran beyaz gardenyama baktım. Öfkeyle kalktım yerden.
 
Durmadan süzülen gözyaşlarım, çenemden damlıyordu. Elimin tersiyle, sertçe sildim çenemdeki yaşları. Tenimi kazımak istercesine..
 
Öfkeyle tuttuğum saksıyı düşünmeden pencereden dışarı fırlattım. Yavaşça bir adım daha attım pencerenin önüne..
 
Kafamı uzattığımda, yolun ortasında paramparça olmuş saksıya baktım. Toprağı, umutlarımla beraber yola saçılmıştı. Çiçeğim ise başka yere savrulmuştu.
 
Çiçeğim diyordum hala.. ona da üzülmüş, bir anlık pişmanlık dolmuştu içime. Güzelimin ne günahı vardı ki?
 
Senelerdir sevgiyle büyütmüştüm onu. Ona aşık olduğumu anladığım gün almıştım onu penceremin kenarına.. yanı başımda dursun istedim. Toprağına bile ismini sakladım. Gözüm gibi baktığım; sevgiyle büyüttüğüm beyaz gardenyamdan almıştım sinirimi..
 
Bakışlarım boş boş sokağın ortasındaki enkazıma bakarken, Zehre görüş açıma girdi. Bir bana baktı, bir de parçalanmış saksıma.. alt dudağını bükmüş, omuzlarını düşürmüştü. Hâlâ ağlıyordu.
 
Penceremi kapadım. Şuan bu haldeysem, sebebi oydu. Bunu bana nasıl yapardı?
 
Kapım tıklandı. “Meyra? Meyra diyorum?” Annemin sesi telaşlıydı. Kapıyı açmayı çalıştı ama kilitlemiştim. “Meyra aç kapıyı.”
 
“Anne yalnız kalmak istiyorum.” Kalçamı yavaşça yatağıma koydum.
 
“Ne oldu? Ağlayarak geldin, gördüm seni.”
 
Yatağıma uzanıp bacaklarımı kendime doğru çektim. Kapı çaldığında annemin, kapıdan söylenerek uzaklaştığını duydum. Gözyaşlarım bu kez sessizce akıyordu. Hayatımda yaşadığım en kötü gündü..
 
Sabaha kadar yatakta dönüp durdum. Biraz uyuyup uyanıyordum. Bir türlü uyku tutmuyordu. Öyle böyle derken sabahı yapmıştım.
 
Duş aldım. En azından bugün okula değil de staja gideceğimden, Zehre ya da Erman ile karşılaşmak zorunda kalmayacaktım.
 
Gözlerimdeki şişliği gizlemek için biraz makyaj yaptım. Kahverengi kolsuzumu giyip, altıma siyah pantolonumu geçirdim. Renkli giyecek psikolojide değildim. Annem kahvaltıyı bahçeye hazırlamıştı. Ama benim hiç yiyesim yoktu. Çantamı başımdan geçirirken masanın yanından geçtim.
 
“Ben çıkıyorum.”
 
“Meyra!” Diye ayaklandı annem. “Kahvaltı etmeden nereye gidiyorsun?”
 
Bıkkın bir nefes verirken anneme döndüm. “Canım istemiyor anne. Okulda yerim ben.”
 
Tufan, “Oley be! O zaman ablamın hakkını ben yiyebilirim.” dedi.
 
Annemse beni bırakmaya niyeti yokmuş gibiydi. “Buraya gel buraya.” O sırada babam da içeriden çıkıp masaya oturdu. Annem bana daha fazla yaklaştı. “Akşam Zehre ile aranızda bir şey olmuş. Ona mı üzüldün sen bu kadar?”
 
“Evet anne.” Diye geçiştirdim.
 
“Zehre akşam çok üzülmüştü. Senin de ondan farklı yanın yok Meyra. Merak etme siz kardeş gibisiniz. Aranızdaki her neyse halledersiniz. Sende üzülme.”
 
“Tamam anne. Şimdi izin verirsen gideceğim.”
 
“Ne zaman, benim seni kahvaltı etmeden yolladığımı gördün?” Gözüyle masayı işaret etti. “Hemen sofraya.”
 
İstemeye istemeye, masaya geçerken, Tufan ofladı. “Niye gitmedin ya? Senin tabağını ben yiyecektim.”
 
Tabağımı onun tabağına boşalttım. “Benim canım istemiyor zaten, sen ye.” Ekmek sepetinden bir dilim ekmek aldım. İkiye katlayıp arasına peynir koydum. İki lokmada ekmeği ağzıma atıp sofradan kalktım. “Hadi ben doydum. Size afiyet olsun.”
 
Annem daha fazla üstelemedi. Bahçe kapısından çıktım ve sokağa göz gezdirdim. Kimseyle karşılaşmamak için, olduğundan erken çıkmıştım evden. Başarılı da olmuştum.
 
🌺
 
Gün boyunca kafam yerinde değildi. İçimdeki sıkıntı gitmek bilmiyordu.
 
Stajdan çıktım. Otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ettim. Yolun karşısına kısa bir an gözlerim takıldı.
 
‘Hep seni almaya geleceğim.’ Demişti.
 
Buruk bir gülümseme belirdi yüzümde. Kaburgalarımın arasında bir sızı, boğazımda bir yumru..
 
Derin bir nefes aldım. Ama yetersiz kaldı. Verirken bile zorlandım. Gözlerim sulanırken gülmeye başladım. Vücudum dengesizleşmişti.
 
Çantamın sapını kıvırdığımı fark ettim. Otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Çantamdan o sıra, telefonumu ve kulaklığımı çıkardım. Güzel bir şarkı çalıyordu.
 
Otobüse bindim ve cam kenarına oturdum. Birkaç dakika her şey yolunda gibiydi. Şarkı değişene kadar..
 
Sezen Aksu'nun, ‘Biliyorsun’ şarkısı kulaklarımda son ses yankılanırken alt dudağım titremeye başladı.
 
Bu şarkı benim en sevdiğim şarkıydı. Telefonuma baktım. Değiştirmek istedim. Ama tam o anda nakaratına girdi.
 
‘Sende benim kadar gerçekleri görüyorsun,
Beraber olamayız benim gibi biliyorsun’
 
Gözyaşım telefonuma damladı. Telefonumun üzerindeki parmağım titriyordu. Gözyaşlarımın aniden boşalmasıyla birlikte nefes alamamaya başladım.
 
Otobüs durdu ve hızlıca otobüsten indim. Adımlarım insanlardan kaçarcasına hızlıydı. Yere bakıyordum. Birine sert bir şekilde çarptım. Yüzümü aniden kaldırıp, orta yaşta adamdan özür diledim.
 
Kulaklığımı çantama geri sokmaya çalıştım. Ellerim titriyordu. Kulaklığımı yere düşürdüm. Yerden hırsla kavrarken içimi çekmeye başladım. Saçlarım, yüzümü örttüğü için şanslıydım. Lâkin, kendimi durduramıyordum.
 
Kulaklığımı zorlukla çantama tıkıştırırken, elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Ara bir sokağa girdim. Sessizce içimi çekerek ağlamaya devam ettim. Bir yandan dün akşam söyledikleri zihnimden geçerken, bir yandan kulağımda dinlediğim şarkının kalıntıları vardı.
 
🌺
 
Mahalleye girerken ayaklarım geri geri gidiyordu. Saat akşam sekizi gösteriyordu. Bu saate kadar telefonum susmamıştı.
 
Hızlı adımlarla evin bahçe kapısına yetiştim. Kapının üstündeki kilidini açmak üzereyken çardakta oturan kızları gördüm. En önde de Zehre duruyordu. Ayağa dikilmiş ellerini önünde birleştirmişti. Dudaklarını kemirirken, gözlerinin dolduğunu fark ettim.
 
Ben onun yanı sıra gayet iyiydim. Şişmiş gözlerim hariç..
 
Kapının kilidini açıp, içeri girdim. Kapıyı kapamadım. Zehre’ye yaklaşırken o da iki küçük adım attı.
 
“Neden bunu yaptın Zehre?” Diye sordum. Saatler önce ağlamayı kesmeme rağmen, şimdi yine sesim titriyordu.
 
“Meyra ben çok özür dilerim.. yemin ediyorum istemeden ağzımdan çıktı. Yoksa asla böyle bir şey yapmayacağımı biliyorsun. Ölsem söylemezdim.”
 
“Ama söyledin..” Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. “O da kalbimi söktü. Aldı, tekrar yerine koydu. Ama kırık dökük. Paramparça. Şimdi, acıdan başka bir şey hissedemiyorum..” sesim gittikçe kısıldı. Kirpiklerimin arasından iki damla yaş düştü yanaklarıma.
 
O da ağlıyordu. Gözlerini kaçırdı. “Ne kadar özür dilesem, yaptığım hatayı telafi etmeyecek.” Burnunu çekti. “Ama seni çok merak ettim.”
 
Kısaca kızlara göz gezdirdim. Hepsinin yüzünden düşen bin parçaydı. Yanından geçerken, “Bu saate kadar beni beklemişsiniz. Ama ben yalnız kalmak istiyorum.” diye mırıldandım.
 
Birkaç adım attım. Boynuma biri sarıldı. Ardından biri daha sarıldı. Bir baktım, ortalarında kalmışım. Zehre’nin sesini kulağımın dibinde tekrar hissettim.
 
“Özür dilerim. Defalarca, özür dilerim.” Sesi fısıltılıydı.
 
🌺
 
Ertesi gün stajım her zamanki gibiydi. Kafam yerinde değildi. Telefonumdan durmadan mesaj sesleri geliyordu. Bunlardan biri Deniz Can idi. Hiç birine cevap vermedim.
 
En azından geceyi ağlamadan geçirebilmiştim.
 
Hızlı adımlarla evime doğru ilerlerken Barış’ı gördüm. Motora biniyordu. En son motorunu sattığını biliyordum. Yaklaştığımı görünce bana gülümsedi. Dudağının kenarında yara vardı.
 
“Nasılsın Meyra?”
 
“Sağ ol, iyiyim. Sen?” Sesim biraz çatallı çıkıyordu.
 
“İyi.” Dedi rahat bir tavırla. “Ama seni farklı gördüm.”
 
Üzerime baktım. Kot pantolonum ve bordo tişörtüm vardı. “Her zamanki halim.”
 
Kahkaha atacak derecede güldü. “Kafan diyorum, yerinde değil.”
 
Başımı salladım. “Biraz yoğun dersler. Kafamı kaldıramıyorum.” Motorunu işaret ettim. “Yeni mi aldın?”
 
“Evet. Gel bir tur atalım. Bir işim yok.” Kaskını bana uzattı.
 
“Yok. Ben eve gidip dinlenirim.” Zoraki bir gülümseme vardı yüzümde. Gözlerini kısarak bana baktı.
 
“Israr ediyorum.” Kaskı daha da uzattı.
 
“Cidden. Hiç havamda değilim..” gözlerim sokağın ucuna kaydı. Erman ile Kadir abiyi görmemle birlikte yüzümü ışık hızıyla geri çevirdim. Barış’ın uzattığı kaskı aldım. “Ya da gidip biraz dolaşalım.” Maksadım, Erman ile karşı karşıya gelmemeli. Beni görmeden kaçmayı umut ediyordum.
 
Barış motoru çalıştırırken arkasına atladım. Son bir kez arkama baktım. Beni görmemişti.
 
Karşına çıkacak cesaretim bile yoktu. Elbet bir gün karşı karşıya gelecektik. Ama şimdi zamanı değildi. Henüz değildi..
 
Birkaç dakika sonra bir tepede durduk. Etrafta birkaç araba vardı. Kimisinin yanında sevgilisi vardı, kimisinin arkadaşı. Diğerlerinden uzaktaydık.
 
Kaskı çıkarıp motorun üzerine koydum. Barış arkamdaki kayanın üzerine oturmuş sigarasını yakıyordu. Ardından manzaraya baktı. Güzel bir deniz manzarası vardı.
 
“Buranın manzarasını seviyorum. Sigaramı içeyim gideriz.” Sigarasından hızlı bir fırt çekti. “Sıkılma diye.”
 
Kollarımı birbirine bağladım. “Sorun değil. Bende manzarayı beğendim.”
 
“Gitmek istediğin bir yer varsa, oraya da gideriz.” Rüzgardan dikilen saçlarını düzeltmeye çalıştı.
 
Sadece eve gidip yatmak istiyordum.
 
“Yok, burası iyi. Temiz hava iyi geldi.”
 
“Gel otur.” Yanını gösterdi. Ama ben sigara dumanından rahatsız olduğum için yanına oturmadım.
 
“Motoru almaya nasıl karar verdin?” Diye sordum. “En son satmıştın.” İlk önce motoruna baktı. Ardından güldü.
 
“Kafamda bazı şeyler oturdu, diyelim.”
 
“Anlıyorum.” Telefonum çalmaya başladı. Çantamdan aldım ve meşgule attım. Arayan Ezgi idi. Çantama geri koydum.
 
“Zaten beni bir tek sen anlıyorsun Meyra.”
 
“Aslında ben düzeleceğine inanıyorum.” Gözlerini gözlerimden kaçırdı. Sigarasını bir kez daha çekti. “Ama sen bunu pek istemiyor gibisin.”
 
“Meyra benim hayatımda bir amaç yok ki.” Umursamaz bir tavırla gülümserken omuz silkti.
 
“Ama bir yerden düzeltmeye çalışıyordun. Neden vazgeçtin?” Telefonum tekrar çalmaya başladı. Bu kez Zehre arıyordu. Meşgule atıp, sessize aldım.
 
“Açsana, belki önemli bir şeydir.”
 
“Değil.” İzmariti attığını fark ettim. “Neden vazgeçtin?”
 
“Duygu içindi.” Dedi sinir olmuş bir tavırla.
 
“Bu mu yani?” Telefonumun bu kez arka arkaya titrediğini hissedebiliyordum. Mesajlar yağıyordu.
 
“Evet. Çünkü onu seviyorum Meyra. Lan, öl dese ölürüm.”
 
“Aşk için ölünmez. Aşk için yaşanır.”
 
Yarım ağız ofladı. “Senin için demesi kolay. Güzel kızsın, herkes peşinde koşuyordur. Ama ben öyle değilim.”
 
“Sevdiğim de beni sevmiyor Barış. Ama kendim için bir amacım var.” Ciddiyetle gözlerini bana dikti. “Tamam. Duygu'yu çok seviyorsun. Sanki hayatında ondan başka biri olmayacak, ondan başkasını sevemeyecek gibi hissediyorsun. Ama öyle olmayacak. Kendin için doğru kişiyi bulacaksın.”
 
“Peki sen? Sen buna inanıyor musun?”
 
“Ben senelerdir buna inanıyorum. Çünkü, ben onunla olamayacağımı, ona aşık olduğum günden beri biliyorum.”
 
“Senin durumun mu daha kötü, yoksa benimki mi, anlamadım gitti?”
 
Güldüğümde o da güldü. “Bakma güldüğüme. İçimde ne fırtınalar kopuyor bilsen..” içimi çekerek bir nefes bıraktım. “Yine de ayaktayım, gördüğün gibi.”
 
Tekrar güldük. Biraz daha sohbet ettik. Üzerinde olumlu bir etki bıraktığımı düşünüyordum. Benden cesaret aldığını söyledi. Belki bir saat kadar oturduk. Ardından kalktık.
 
Erman'ı görmemek için kendimi sokağın öbür ucunda, yani Duygu'ların o tarafta bıraktırdım. Olcay abi de bu sokakta oturuyordu, ama birkaç gündür gözükmediği için yine göremeyeceğimi düşündüm.
 
Motordan indim ve kaskı kafamdan çıkardım. Barış’a uzatırken tekrar çektim. “Umarım, konuştuklarımız sadece konuşmakta kalmaz.”
 
Güldü. “Hemen harekete geçmem gerekiyor mu?”
 
“Evet.” Dedim kaşlarımı kaldırarak.
 
Bir gözünü kısarak düşünür gibi yaptı. “İlk önce iş bulmam lazım. Galiba?”
 
“Harika bir başlangıç olur.” Kaskı ona uzattım.
 
“Seni daha fazla heyecanlandırayım?” Kaskı alıp koluna taktı. “Belki açık öğretime yazılırım.”
 
Kocaman gülümsedim. “Sahiden mi?” Bana arkadaşlarıyla arasının bozuk olduğunu söylemişti. Onlardan uzaklaşmasının ona iyi geldiğini düşünüyordum. Üzerinde sadece benim etkim yoktu.
 
Yüzüme baktı. “İlk kez biri benimle böyle konuşuyor Meyra. Düzelir miyim bilmiyorum, ama deneyeceğim. Sen iyi birisin.”
 
Parmağımı ona doğru salladım. “Ne demişler? ‘İnanmak başarmanın yarısıdır’.”
 
Kafasını salladı. “Sağ ol.” Duygu'ların eve baktı. Daha sonra kaskını kafasına geçirdi. Elini kaldırıp bana selam verdikten sonra motoru çalıştırdı. Giderken birkaç saniye arkasından baktım. Eğer hayatına olumlu bir katkıda bulunabilirsem, buna çok mutlu olurdum. Umarım hayatında doğru bir şeyler olur.
 
Bakışlarımı Duygu'ların eve kaldırdım. Ona uğramayı düşündüm. Ama tek istediğim eve gidip yatağıma kendimi bırakmaktı. Bizim sokağa dönmek üzereydim. İçimden bu sokakta indiğime bin bir lanet okudum.
 
Olcay abilerin kapının önünde dikkatimi çeken ilk kişi Erman’dı. Dosdoğru bana bakıyordu. Yanında Armağan abi, Kadir abi ve Doğan abi vardı. Ardından Olcay abi apartmandan çıktı.
 
Doğan abi, gülerek Erman’ın omuzuna elini attı. Sanki nereye baktığını soruyor gibiydi. Ve Doğan abinin bakışları da beni buldu. Artık gülmüyordu. Ben sanki yerime mıhlanmış gibiydim. Bacaklarım titremeye başlamıştı.
 
Aklımda türlü sorular dönmeye başladı. Acaba Erman aramızda geçen tatsız olaydan bahsetmiş miydi? Ya Doğan abi, bana olan hislerinden onlara bahsetmiş miydi?
 
Bir an önce kaçmak isteyerek, adımlarımı hızlı bir şekilde atıp, bizim sokağa döndüm.
 
Kalbim deli gibi çarpıyordu.
 
Kaçıyordum. Çünkü onunla yüzleşmeye hazır değildim.
 
Eninde sonunda karşı karşıya gelecektik. Peki sonra? İlişkimiz nasıl ilerleyecekti?
 
İki yabancı gibi arada gözlerimiz mi değecekti?
 
Yoksa, her şeyi unutup beni kardeşi Zehre gibi koruyup kollayacak mıydı?
 
Her düşüncem, bana ayrı ayrı birer işkenceydi..
 
Kapımın önüne geldiğimde arkama hiç bakmadan bahçe kapısını aralayıp, içeri sızdım. Telefonum o kadar arama ve mesajlara rağmen bahçede kızlardan kimseyi görememiştim.
 
Aklıma gelen telefonumla birlikte çantamdan usulca telefonumu çıkarırken, bir yandan ayakkabılarımı çıkarıp içeri girmeye çalışıyordum.
 
Birçok bildirim gördüm. Hepsini teker teker yana kaydırdım. Bakacak halim yoktu.
 
Salonun önünden geçerken “Ben geldim.” diye ses verdim.
 
Annem kafasını bana doğru çevirdi. Elinde katladığı çamaşırlar vardı. “Hoş geldin. Al Meyra bunları da yukarı çıkar.” Ayaklanıp elindekileri bana verdi. “Nasıl geçti okul?”
 
“İyi anne. Nasıl olsun, çocuklarla işte.”
 
“Yarın Armağan’ın nişanı var unutma. Ne giyeceksen ütülemeyi de unutma. Hep son ana bırakıyorsun.”
 
“Anne ben gelmeyeceğim.”
 
“Ne demek gelmeyeceğim?”
 
“Gelmeyeceğim işte. Keyfim yok. Zaten Zehre ile aramız bozuk biliyorsun.” Omuzumu silktim. Asıl sebebim Erman’ı görmek istemiyor oluşumdu. Onunla karşı karşıya gelmemekti.
 
“Siz küs müsünüz hala?”
 
“Evet.” Diye kestirip attım. “Anlayacağın, gelmeyeceğim.”
 
Merdivenlerden çıkacağım sırada, gürültülü kapının açılmasıyla arkama baktım. Tufan ter içinde kapıyı açmış avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
 
“Abla! Abla!”
 
Annem de yerinden sıçramış kafasını kapıya doğru uzatmıştı. Kaşlarımı çattım.
 
“Kör müsün? Buradayım işte. Ne böğürüp duruyorsun?”
 
“Erman abi seni çağırıyor.” Dedi nefes nefese. Benimse sanki elim ayağım boşalmış gibi tüm vücudum titriyordu. Ayağımın altındaki zemin sarsılıyordu.
 
Zorlukla yutkundum. “Gelmiyor, işi varmış, de.” Sesim durgun ve ağlamaklı gibiydi.
 
Annem, “Meyra?” dedi. Ne olduğunu sorar gibi bakıyordu.
 
“Yok bir şey anne.”
 
Tufan kapıdan ayrılırken, ben hızlıca basamakları çıktım. Odama çekildim. Elimi göğsüme koydum. Kalbim deli gibi atıyordu.
 
Telefonum titredi. Hızlıca telefonu elime aldım. Mesaj Erman'dan idi.
 
“Arkandan yetişemedim. Az dışarı kadar gelir misin? Konuşmak istiyorum.”
 
İçim içimi almayan karmaşık duygular içindeydim. Soluklarım sanki yetmiyordu. Dudaklarım kuruyordu. Kaburgalarım sızlıyordu..
 
Telefonun ekranına öylece bakıyordum. Buruk bir gülümsemeyle birlikte gözlerimin dolduğunu hissettim. Burnumu çekerken, telefonumun ekranını kilitledim.
 
Telefonu yatağın üzerine attım. İçten içe, ne diyeceğini merak ediyordum. Tülün arkasına yavaş adımlarla geçtim. Sanki soluğumdan bile beni hissedebilecek gibi hissediyordum. Bu yüzden derin bir nefes alıp yavaşça bıraktım.
 
Tülün ardından baktım. Yavaşça görüş alanıma girdi. Bahçe kapısının hemen önündeydi. Bir elini demir kapıya yaslamış, diğer elini bir çenesine bir ensesine koyuyordu.
 
Kalbimin deli gibi attığını tüm bedenimde hissediyordum. Bana o kadar şey söylemesine rağmen, onu gördüğümde bu kadar heyecanlandığım için kendime kızıyordum.
 
Aşk böyleydi işte.. kalbine söz geçiremiyordun..
 
Boğazıma oturan yumru, şakaklarıma giren ağrı.. burnumun direğinin sızlaması.. iyi değildim.
 
Birkaç saniye Erman'ı izledim. Kendime bir türlü engel olamıyordum. Daha ne kadar böyle devam ederdi bilmiyorum ama, henüz onu görmeye hazır değildim. İçimde tuhaf bir korku vardı.
 
Telefonunu çıkardı. Ardından bizim kapıya baktı. Daha sonra, benim camıma..
 
Görünmediğimi biliyorum ama, o panikle geri çekildim. Göğsüm ağrıyordu. Nefessiz kalmış gibi tekrar derin bir soluk çekip verdim.
 
Tekrar cama sokuldum. Mesaj bekliyor gibi duruyordu. Telefonuna baktı. Tekrar kapıya baktı. Tebessüm etti. Telefonunu cebine koydu. Çok geçmeden annemi gördüm. Hemen bahçe kapısının arkasındaydı. Aralarında sohbet ediyorlardı. Ama benim gözüm sadece ondaydı.
 
Birden sol gözümden bir damla yaş düştü. Dudaklarım titredi. Gözyaşlarımın devamı geldi. Elimde değildi.
 
Bana bu kadar acı vermesine karşı, ona sarılmak istiyordum.
 
Bu yüzden kendimden nefret ediyordum.
 
Ona sarılsam, tüm acım dinecek gibiydi.
 
Kokusunu içime çeksem, özlemim bitecek gibiydi.
 
Camın önünden sessizce çekildim. Yatağıma otururken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kalbim öyle acı içindeydi ki, yerinden söküp atmak istiyordum.
 
🌺
 
Ertesi gün pikemi boğazıma çekmiş, şişmiş ve kızarık gözlerimle odamı inceliyordum. Telefonum defalarca kez çalmıştı. Odamın kapısını kızlar defalarca kez çalmasına rağmen yatağımdan çıkmadım.
 
Saatler geçmişti. Hatta neredeyse akşam oluyordu. Annem beş dakikada bir kapımı tıklayıp, “Hadi Meyra nişana geç kalacağız.” Diye defalarca tekrarlıyordu. En sonunda “Sen oradan çıkmıyorsun diye bende gitmiyorum.” Dediğinde, odamdan çıkmıştım.
 
Gönlü olsun diye kendime kahvaltı hazırladım. Onu iyi olduğuma ikna etmeye çalışsam da annem bir türlü beni anlıyordu. Masamı toparladıktan sonra elimi belime koydum.
 
“Anne gerçekten iyiyim. Siz gidin, benim ne zamandır beklediğim dizinin yeni sezonu çıkmış onu izleyeceğim zaten.”
 
Suratıma ikna olmamış gibi bakıyordu. “Yalan söyleyemiyorsun.”
 
Güldüm. “Anne!” Bakışlarımı devirdim. “Ben düğününe giderim.”
 
“Olmaz. Hadi sende geliyorsun.”
 
Telefonum çalmaya başladığında “Hayır gelmiyorum.” diye mırıldanıp telefonu kulağıma koydum. “Efendim?”
 
“Meyra?” Arayan Deniz idi. Sesi şaşırmış gibi geliyordu.
 
“Evet?” Gülümsemeye çalışıyordum. Annem beni izliyordu.
 
“Ne yapıyorsun?”
 
“İyiyim. Evdeyim. Şimdi dizimi izlemek için kendime mısır patlatıyorum.” Erzak dolabından mısır poşetini alıp anneme doğru salladım. Koluma hafifçe vurdu.
 
“Bu akşam gelmiyor musun?”
 
Tencere çıkarırken kaşlarımı çattım. “Nereye?”
 
“Armağan’ın nişanına.”
 
“Ha yok.” Dedim üstü kapalı. Annem yine beni rahat bırakmazdı yoksa. Kendime yetecek kadar mısır koydum.
 
“Hadi ya.” Diye iç geçirdi. “Bende seninle görüşeceğim diye sevinmiştim. Belki seni dansa kaldırdığımda kabul edersin diye düşünüyordum.”
 
Konuyu kapamak adına, “Yarın görüşürüz.” deyiverdim.
 
“Olur. Ama dansta borcun olsun.” Sesi keyifliydi.
 
“Tamam anlaştık.” Telefonu kapatıp arka cebime koyarken anneme döndüm. Elini beline koymuş bana bakıyordu. “Gördün mü? Ben iyiyim, bir problem yok. Yarın da arkadaşımla buluşmaya gideceğim.”
 
İçli içli nefes alıp verdi. Tencereye yağ damlattım. “Zehre de çok üzülüyormuş. Siz ne kadar daha küs kalacaksınız böyle?”
 
Tuz atarken duraksadım. Annem arkamda kalıyordu. “Kim söyledi sana?” Erman’ın söylediğini biliyordum. Ama bozuntuya vermedim.
 
“Akşam Erman söyledi. ‘Bana da bozuk Meyra’ dedi. Sen ondan mı akşam kaçar gibi çıktın odana?”
 
Yutkundum. “Evet. O yüzden çıkmadım dışarı.”
 
“Sen onlar yüzünden gelmiyorsun. Sadece Zehre yüzünden değil.”
 
“Evet. İkisi birden üzerime gelince.. neyse anne işte ya! Boş ver.” Tencereyi karıştırıyordum.
 
Annem kolumu sıvazlayıp, ardından uzanıp ocağı yaktı. “Sende kafa da kalmamış. İki saattir altını yakmadan karıştırıyorsun.” Güldü. “Takma kafana düzelir. Her şeyde vardır bir hayır.”
 
Anneme tebessüm ettim. Zehre’yi kardeşim gibi gördüğümü biliyordu. Annemde benimle bir tutardı onu. O da üzülüyordu da çaktırmıyordu.
 
“Barışırız anne, biliyorsun biz ayrı kalamayız.” Tencerenin kapağını kapadım. Annem bana gülümsedi.
 
Saatler ilerlemişti. Annemler çoktan evden çıkmıştı. Ben dizimin keyfini sürerken sahnenin duygusal bir an olmasına dayanamadım ve tekrar ağlamaya başladım.
 
Sinirle diziyi kapatıp, başka filmler arayışına geçmiştim. Birden yaşlı gözlerim telefonuma takıldı. İçim içimi öyle bir yiyordu ki, rahat bir uyku uyuyamayacaktım.
 
Biliyordum. Esra da alımlı kıyafetiyle, Armağan abinin nisanındaydı. Ve, Çağla ablanın birçok güzel kız arkadaşları da oradaydı. Gözümün önünden bin bir türlü senaryo geçerken, dudaklarımı kemirdiğimi fark ettim.
 
Telefonumu aldım. Hemen sosyal medyaya girdim. Sırasıyla hepsini gezmeye başladım. İlk gözüme çarpan, Kadir abinin paylaştığıydı.
 
Zeybek oynuyorlardı. Erman, Doğan abi, Armağan abi, Olcay abi, Barbaros abi, Sarp abi ve İdris abi, oynuyordu. Benim gözüm Erman'dan başkasını görmüyordu. Videoyu görür görmez yerimde doğruldum. Bir insan, bu kadar güzel bir zeybek oynayamazdı..
 
Kalbim yine alışık olduğu ritmini kaybederken, başka kimsenin bir şey paylaşmadığını fark ettim. Tekrar ve tekrar aynı videoyu izlemekle kendimi avuttum.
 
Sayfayı yeniledim. Doğan abinin paylaşımını gördüm. Arkadaşlarıyla çekilmiş bir fotoğraftı. Bir yanında Barbaros abi, diğer yanında ise Erman vardı.
 
Parmaklarımla ekranı büyüttüm. Bir yandan yanlışlıkla beğenmemeye özen gösteriyordum.
 
Erman, sanki daha önce onu böyle karizmatik görmemiştim. Takım elbise ona o kadar çok yakışmıştı ki..
 
Onun yüzünden tekrar gözlerim dolmuştu. Burnumu çekerek, sayfayı tekrar yeniledim.
 
Birkaç saat boyunca herkesin profilini gezdim. Çağla abla ve arkadaşlarının fotoğraflarına bile denk geldim. Ama Erman’ı bir daha fotoğraflarda veya videolarda göremedim. Deniz Can’ın paylaşımlarını bile gördüm!
 
Oflayarak telefonumu masama koydum. Tekrar burnumu çektim. İçim daralıyordu. Üzerime bir hırka alıp bahçeye çıktım. Kollarımı birbirine bağlarken çardağa oturdum. Hava bugün çok güzeldi. Etraf sessizdi. Mahalledeki herkesin, nişana gitmiş olması işime gelmişti.
 
Ciğerlerime derin bir soluk çekerken, nefesim kesik kesikti. Kafamı gökyüzüne kaldırdım. Çardağı saran, asma yapraklarının arasından minik gözüken yıldızları görebiliyordum.
 
İstemeden tekrar gözlerim doldu. Belki de kendime bir kahve falan yapıp kafamı yerine getirmeliydim. Yerimden kalktım. Hırkamın fermuarını indirirken gözüm bahçe kapısında dikilen adama ilişti.
 
Adımlarım duraksadı. Kapıda dikilen Erman’dan başkası değildi. Sanki ruhum, bedenimden yavaşça ayrılıyordu. Tenim karıncalanıyor, kalbim delicesine atıyordu.
 
Kravatı boynunda değildi. Sadece boğazını rahatlatacak kadar, gömleğinin düğmeleri açıktı. Saati olan eli cebindeydi. Gözleri karanlıkta parlıyordu.
 
Lâkin, onunla uzun bir göz teması kurmaktan kaçındım. Sanki onu hiç görmemiş gibi adımlarım içeri doğru ilerledi. Ama kaçar gibi değil, yavaştı.
 
Hırkamın kumaşını avucumun arasında sıktım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Neden gelmişti ki?
 
İçeri girip kapıyı yavaşça örterken, “Meyra!” diye seslendi.
 
Bu kez; onu duymamış gibi yaptım. Kapıyı kapadım. Saçlarımı kulağımın arkasına alıp yüzümü sıvazladım. Gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Bunun bir rüya olması için dua ediyordum.
 
Kapı tıklandı. Gözlerimi hızla açtım. Ardından Erman’ın sesini tekrar duydum.
 
“Meyra? Açar mısın kapıyı? Seninle konuşmak istiyorum.” Elimi kapıya yasladım. Benden daha ne istiyordu? Daha ne kadar kalbimi kırabilirdi? “Senden özür dilemek istiyorum.” Gözlerim doldu. Alt dudağımı, hıçkırmamak için dişlerimin arasında ezdim. “Meyra, daha ne kadar kaçacaksın benden?”
 
Evet kaçıyordum. Bilmiyorum. Utanıyor muydun, yoksa cesaretim mi yoktu, bilmiyordum. Elim kapının kulpuna gitti. Yoktu. Cesaretim yoktu. Ben korkağın tekiydim.
 
“Meyra.” Dedi net bir sesle. “Kalbini kırdım biliyorum. O gün sinirliydim. Seni tabi ki seviyorum, ama senin gibi değil.” Elimi hızlıca kapıdan çekerek, dudaklarıma bastırdım. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. “Bak o günden beri, içim hiç rahat değil.” Sesindeki pişmanlık beni bir an olsun rahatlatmadı. “İyi misin bilmiyorum. Lütfen ‘iyiyim’ de. Ben yine, seni üzgün görmeye dayanamam.”
 
Sırtımı kapının yanındaki duvara verirken, titreyen dizlerim vücudumu taşıyamadı. Sessizce ağlamaya devam ettim.
 
“Affet beni. Sana onları söylediğim için özür dilerim. Bu akşam benim yüzümden gelmediğini biliyorum.”
 
Sonra sustu. Ama kapının arkasında olduğunu biliyordum. İçli bir şekilde ofladığını duydum. Burnumu çektim sessizce. Ağladığımı duysun istemiyordum. Sertçe gözlerimin altını sildim.
 
Bahçe kapısının sesini duydum. Gittiğini düşündüm. Ayağa kalktım. Ama bahçede sesler vardı. Gitmemişti, biri gelmişti.
 
“Erman abi?” Bu Duygu'nun sesiydi. Sesi öfkeliydi.
 
“Duygu. Ben..” kulağımı iyice kapıya yasladım. Derin bir soluk alıp verdiğini duydum, hemen kapının dibindeydi.
 
“Onu daha çok kırmaya mı çalışıyorsun? Ne yapıyorsun burada?” Duygu’nun sesinden tavrını da tahmin edebiliyordum. Şuan kaşlarını çatmış, Erman’a hesap soruyordu.
 
“Hayır. Kendimi affettirmeye çalışıyorum. Ama Meyra kapıyı açmıyor.”
 
“Onu tanımıyorsun sanki.” Duygu'nun sinirle güldüğünü duydum. “Onun yerinde ben olsaydım; seni kovardım. Ama Meyra utangaç, kırılgan, kimsenin kalbini kıramaz. Senin aksine!”
 
“Ne yapayım Duygu?” Bu kez Erman da sesini yükseltti. “Sinirle, dilime hakim olamadım! Pişmanım. Onun üzülmesini bende istemiyorum.”
 
“Ne yapabilirsin biliyor musun? Onu rahat bırak ve git. Ona daha fazla üzmeye hakkın yok. Git, Erman abi.”
 
Biraz sessizlik oldu. Ardından bahçe kapısının sesini tekrar duydum. Kapı tıklandı. “Meyra? Benim. Seni merak ediyorum. Kapıyı açar mısın?” Duygu'nun sesini duymamla rahatlıkla kapıyı araladım.
 
Duygu siyah, kısa elbisesiyle karşımda duruyordu. Spor ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Saçımı okşayıp sarıldı.
 
“Teşekkür ederim.” Dedim fısıltıyla. Sesim çatallı ve kırgındı.
 
“Teşekkür etme. Şimdi sana kızacağım. Ağladığın için.” Burnumu çekerek ondan ayrılırken yanaklarından akan yaşları sildi. “İyi misin, diye soracağım da.. İyi olmadığın her halinden belli.”
 
Derin bir nefes alıp verdim. “Gel sana kahve, çay falan koyayım.” Mutfağa ilerlerken Duygu arkamdan geldi.
 
“Otur sen. Ben yaparım kahveleri.” Duygu sandalyeyi gösterip, mutfak dolabından fincanları aldı. “Kızlar da gelecekti de, ben onları istemedim. Kafanı şişirmesinler. Onlar boş boş konuşuyorlar biliyorsun.” Kahveyi cezveye koyarken bana bakıp omuzunu silkti.
 
“Duygu ya!” Hafif tebessüm ettim. “İyi yapmışsın. Kalabalıktan ziyade, yalnızlığa ihtiyacım var.”
 
“Ama böyle olmaz haberin olsun. Nereye kadar kendini odanda kapalı tutacaksın? Dışarı çıkıp kafanı dağıtman lazım biliyorsun. Yoksa yalnız kaldıkça, onu düşünmekten kafayı yiyeceksin, diye korkuyorum.”
 
“Yarın Deniz Can ile birlikte çıkacağım zaten. Bu akşam da hava alayım diye çıkayım dedim, çıkmaz olaydım.” Bakışlarımı yere düşürdüm.
 
“Neyse. Başka şeyden bahsedelim. Deniz Can? Aranız iyi galiba.” Masaya doldurduğu soğuk suları bıraktı.
 
“İyi. Arkadaşlarıyla tanıştırdı geçen günlerde. Onlarda çok iyi.”
 
“İlk bakışta gözüm tutmamıştı, ne yalan söyleyeyim.”
 
Kâğıt havluya uzanırken güldüm. “Senin ne zaman birini gözün tuttu acaba?”
 
“Kimseyi.” O da güldü. Kahveleri masaya koyup karşıma geçti. “Ben kimseye güvenmem biliyorsun.”
 
“Barbaros abiye de mi?”
 
“O farklı. O da benim gibi yabani biraz.”
 
Birbirimize bakıp gülüştük. Ardından dakikalarca sohbet ettik. Annemler geldiğinde benim odama çıktık. Birkaç saat daha sohbet ettik. Çay demledik. Gecenin ikisinde Duygu gitmeye kalktığında kalması için ısrar ettim. Ama gitti. Babamla onu evin önüne kadar geçirdikten sonra, tekrar babamla birlikte eve döndük.
 
Ertesi sabah keyfim biraz daha yerindeydi. Annemin Pazar sabahı onda kalkmasına hepimiz şok olmuştuk. Kahvaltı ederken sürekli bunu tekrar ettiğimizde annem, “Nasıl uyuya kaldım hayret!” diye kendine şaşırıyordu. Ama ciddi ifadesi hiç bozulmuyordu.
 
Babam gülerken çay bardağını devirdi. Annem onu azarladı. Tufan yine bildiğimiz gibi bana sataşıp duruyordu. Her sabah olduğu gibiydi, Pazar kahvaltısı.
 
Anneme, kahvaltıdan sonra biraz yardım ettim. Poğaçası falan eksik olmazdı. “Anne bir kere de yapma şunları, hamur işi zararlı zararlı. Babamın göbek aldı başını gidiyor. Senin yüzünden adamın kolesterolü de çıkacak, tansiyonu da.”
 
“Ben komşuma yapıyorum. Baban maşallah soğumasını bile beklemiyor. Gelene de bir şey ikram etmeden olmaz.”
 
Fırının ısı ayarını yaparken telefonum çalmaya başladı. Uzanıp mikronun üzerinden telefonumu aldım. Arayan Deniz Can idi.
 
“Efendim?”
 
“Seni almaya geleyim mi?”
 
“Sana da merhaba.” Dedim manalı, sevecen bir ses tonuyla.
 
“Merhaba.” Dedi ve güldü. “Ne yapıyorsun? Müsait miydin? Hemen konuya girdim ben ama?”
 
“Evet. Biraz anneme yardım ettim. Şimdi işim yok ama hazırlanmam lazım. Sen önden git istersen. Ben taksiyle gelirim.”
 
“Yok ben seni sokağın başında beklerim. Seni bizimkilerin yanına götürsem kısa bir süreliğine sorun olur mu? Sonra nereye gitmek istersen oraya gideriz.”
 
“Melek'lerin yanına mı?”
 
“Evet. Murat, Sedat falan var.”
 
“Olur valla. Hatta daha iyi olur. Kalabalıkları severim.” Arkadaşlarını gerçekten çok sevmiştim. Bana bir yabancıdan ziyade, hep tanıdık biri gibi davranmışlardı. “Kırk dakikaya hazır olurum.”
 
“Tamam süper. Ben geldiğimde sana haber veririm.” Sesinde bugün ayrı bir mutluluk seziyordum.
 
Hızlıca yukarı çıkıp duşumu aldım. Saçımı kurutup, maşa ile doğal dalgalar verdim. Eflâtun bol tişörtümü giyip, ucunun bir kısmını lacivert kısa pantolonumun ön kısmına sıkıştırdım. Yüzüm renk alsın diye, biraz da makyaj yaptım. Dün çok ağlamaktan olsa gerek, oldukça solgundum.
 
Deniz Can’ın mesajını aldığımda, ona çıktığımı haber verdim. Hızlıca beyaz sporlarımı ayağıma geçirip içeri doğru cırtlak cırtlak bağırdım.
 
“Anne! Ben çıkıyorum!”
 
Annemin bağırışı geç kalmadı. “Geç kalma!”
 
Hızlı adımlarla sokağın ucuna vardım. Deniz Can sokağa başını uzatmış beni bekliyordu. Beni görür görmez kocaman gülümsedi.
 
“Ne haber?” Diye sorduğumda yanak yanağa öpüştük.
 
Taksiye bindik ve ilerlemeye başladık. Deniz Can ile aramızda iki kelam ettik. Kısa bir sürede kafenin önüne geldik. Burası çok büyüktü. Alkollü içecekleri de olurdu. Sıradan bir kafe değildi.
 
İçeri girer girmez Deniz Can garsonun biriyle tokalaştı. “Nasılsın kardeşim?”
 
“İyi kanka. Sizinkiler aşağıda, arka taraftaki balkonda.”
 
“Eyvallah.” Samimi tokalaşmalarından sonra merdivenlere doğru ilerledim. “Hep aynı yere geçerler. Balkonun köşesinde oturuyorlardır.”
 
Merdivenler indik, kafenin içinde tekrar ilerledik ve birkaç basamak daha indik. Gözlerim direk balkonun köşesine kaydı. Gerçekten orada oturuyorlardı.
 
Sedat “Geldiler.” dedi.
 
Melek, “Meyra!” diye bağırdı sevecen sesiyle. Anında güldüm.
 
Sırasıyla hepsiyle selamlaştım. Karşı tarafta Melek ve Sedat oturuyordu. Murat da onların yanına geçti. Deniz Can ile biz yan yana oturduk.
 
Kısa kısa hal hatır sorduk. Murat, “Bir kere daha bilardo yapar mıyız Meyra? Ama bu kez bende oynarım.” dedi.
 
“Dışarıda biri kalmasın ama.” Onu Ekin ile yakıştırmıştım. “Ben sana bir eş bulacağım.” Dediğimde, Sedat ve Melek güçlü bir kahkaha attı.
 
Murat, “Sende mi Meyra?” dedi.
 
“Ya o manada demedim. Arkadaş olarak.” Ellerimi kaldırarak arkama yaslandım. “Tabi kafanız uyuşursa orasını bilemem.”
 
Deniz Can da gülmeye başladı. Sedat, “Tamam.” diye çıkıştı. “İlk kaybedenin Meyra olacağı belli..” dediğinde tekrar kahkaha atmaya başladılar. Bu kez bende güldüm. Parmağımı ona doğru salladım.
 
“Bak bu dediğini unutma. Kavradım bu sefer.” Hepsi tekrar güldü.
 
Deniz Can gülmeyi bıraktı. “Kızın üstüne gitmeyin. Ne olmuş? İlk kez oynuyordu.” Dedi. Herkes tam gülmeyi bırakmıştı ki, “Kimse ilk oynayışta beyaz topu cebe göndermemişti de, talihsizlik oldu.” Dediğinde, tekrar gülmeye başladılar.
 
Kötü bakışlarımı Deniz Can’a çevirdim. “Sende mi ya? İnsan, takım arkadaşını savunur.” Diyerek koluna vurdum.
 
“Tamam tamam.” Kolumu tuttu ve elini elime doğru kaydırdı. “Elinde ağırmış yalnız.” Ciddiyetle elime baktı.
 
Garson yeni bir şey isteyip istemediğimizi sordu. Melek tatlı söyledi. Sedat da espresso. Deniz Can limonlu soda, Murat da limonlu soda söyledi. Ben menüyü bırakıp bakışlarımı garsona kaldırdım.
 
“Nane ve limonlu frappe.” Dediğimde bakışlarım hiç ummadığım biriyle kesişti.
 
Erman duvar dibindeki masada, karşısında bir kızla oturuyordu. Kız çok güzeldi. Sarı saçları, ortalama bir boydaydı. Beyaz askılı bir crop, lacivert yırtık bir kot giymişti. Altında soluk mavi, açık, güzel bir topuklu ayakkabı vardı. Dikkat çeken bir kadındı. Zayıftı. Dolgun dudakları vardı. Bana göre daha olgun duruyordu.
 
Erman ise beyaz bir gömlek giymişti. Kaşlarını sert bir tavırla çatmış, gözlerimin içine bakıyordu. Yeni gelmedikleri belliydi. Ne zamandır oradaydılar ve ben daha yeni fark ediyordum.
 
Bakışlarımı kaçırdım. Rengimin attığına emindim. Çünkü ne onu burada görmeyi bekliyordum. Ne de randevusu olan kadınla onu göreceğimi tahmin edebilirdim.
 
Ya bir kabusun içindeydim. Ya da kalbimin acısıyla ben sınanıyordum..


Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin