Bölüm 15: Unutacağım Seni

1.8K 55 3
                                    

Bölüm 15:
Unutacağım Seni

İnsanlar aslında, aklıyla severdi. Ama hep kalbiyle sevdiklerini zannettiler.
 
Peki insan, aklıyla seviyorsa; neden kalbi acıyordu?
 
Göğsümde bir ağırlık, tenimde bir yanma vardı. Kafamın içi karıncalanıyordu. Boğazım kuru, yutkunamıyordum.
 
Bu bir tesadüf müydü? Yoksa kaderimin bir oyunu mu?
 
Karşımda gördüğüm manzarayla birlikte, anında bakışlarımı kaçırdım. Garson yanımdan ayrılırken, Melek’in “Bir yerlere mi gitsek?” diye soran sesiyle masaya döndüm.
 
Sedat, “Daha yeni geldik be Meleğim. Ne güzel oturuyoruz.” diye hayıflandı.
 
Yavaşça ayağa kalktım. “Ben bir lavaboya gideceğim.”
 
Adımlarım seri ama sakindi. Önümdeki basamakları çıkarken Deniz Can’ın sesini duydum. “Yaman! Dostum nasılsın?” O da, onu yeni fark etmişti.
 
Adımlarımı durdurmadım. Lavabonun olduğu koridora girdim. Kendimi kapıdan içeri atar atmaz derin soluklar alıp vermeye başladım. Gözlerim yanıyordu. Ağlamayacaktım!
 
Çeşmeden boynuma biraz su çarptım. Ellerimle, gözlerimi yanmasın diye yellemeye başladım.
 
Onları gördüğüm an, sanki başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bedenim cayır cayır yanıyordu. Göğsümden mideme doğru inen bir ağrı hissediyordum. Doğrulamadım. Sırtımı dik tutmaya çalıştıkça mideme kramplar giriyordu.
 
Ellerimi önümdeki mermere yaslarken, kesik ve derin nefesler almaya başladım. Canım yanıyordu. Öyle bir yanıyordu ki; o bile iyileştiremezdi beni.
 
Birkaç dakika aynada kendime baktım. Lavaboya iki kız girdi çıktı. Ben hala burada saklanıyordum.
 
Dudaklarımı dişlerimle ezdim. Soluklarımı düzenledim. Onlar gidene kadar burada saklanamazdım. Derin bir soluk alıp, dudaklarımın arasından verdim. Onlara bakmazdım olur biterdi. Burada daha ne kadar beklersem, o kadar şüphe çekecektim. Adımlarım ağır, isteksiz bir şekilde kapıyı buldu.
 
Koridora çıkmamla birlikte Erman ile burun buruna gelmem, benim başka bir sınavımdı.
 
Kendimi bir adım geri çektim. Geçmeye kalktığımda önüme geçti. Gözlerine bakmamaya özen göstererek, “Erman ne yapıyorsun? Çekilir misin önümden?” dedim. Sesim hiç olmadığı kadar sakindi.
 
“İyi gördüm seni.”
 
Boğazım kavrulurken, sesimi düzgün tutmaya çalıştım. “Nasıl olmamı bekliyordun? Tabi ki iyiyim.”
 
“Bunu ona mı borçlusun?”
 
“Evet.” Doğruca yüzüne baktım. Deniz Can’dan bahsettiği açıktı. Kaşlarını çattı.
 
“En azından ona umut verme.”
 
“Öyle bir şey yaptığım yok.”
 
“Karşıdan öyle durmuyor Meyra.”
 
“Nasıl gözüktüğü umurumda değil. Önümden çekilir misin? Beni bekliyorlar.” Tekrar geçmeye çalıştığımda bu kez elini duvara yasladı. Hemen kolunun önünde durdum. Hafif üzerime eğildiğinde nefesimi tuttum.
 
Kısık bir sesle, “Adam seni seviyor.” dedi.
 
Gözlerimi sabır dileyerek kapatırken, “Öyle bir şey yok.” diye mırıldandım.
 
“Lan adam sağır sultana duyurdu seni sevdiğini.” Ona bakmadım. Geçmeye çalıştım. Kolumu kavradı. Beni kendine doğru çevirdi. “Yüzüme bak Meyra.”
 
İnatla ona bakmadım. “Kolumu bırak!”
 
“Ne yapmaya çalışıyorsun Meyra? Ben seni anlamıyorum. Bir yandan Deniz ile görüşüyorsun, diğer yandan o Barış!” Sona doğru sesi yükseldi. Kolumu bir kez daha sarstığımda, parmaklarıyla daha sıkı kavradı kolumu. “Dengesiz hareketlerine dikkat et.”
 
“Canımı yakıyorsun.” Dediğimde, elini gevşetti. Ama ben kolumdaki acıdan bahsetmemiştim..
 
Kolumu bırakmadı. “Kimsenin üzülmemesi için, Deniz ile görüşmemen daha iyi. Barış itinden bahsetmiyorum bile.” Sesi sertti.
 
“Ben özgür bir bireyim.” Kolumu bu boşlukta ondan kurtardım. “Kiminle görüşeceğime kendim karar veririm.”
 
Hareket edeceğim sırada, bu kez bileğimi tuttu. “Bak.. ben sadece seni..”
 
“Bana daha fazla bir şey söyleme. Ne diyeceğini tahmin edebiliyorum.” Yutkunurken boğazım acıdı. “Beni korumak istiyorsun. Çünkü ben senin kardeşinim.” Gözlerimin dolmasına izin vermedim. “Ezberledim ben Erman. Ama şimdi, sen bana yabancı ol istiyorum.”
 
Çekinmeden gözlerime bakıyordu. Hızlıca dudaklarını ıslatırken kaşlarını çatmak istedi. Ama yapamıyordu. “Özür dilerim. Sana söylediklerim.. ben senin kalbini kırdım, farkındayım..”
 
“Özür dileme.” Diye sözünü kestim. Kalbime bin bir çeşit iğne saplandı sanki. “Haklıydın.” Yavaşça yutkundum. Farkında değildi ama büyük bir çaba sarf ettim. Bakışlarımı yüzüne kaldırdım. “Bende istemezdim seni sevmeyi.. ama insan seçemiyor, seveceği kişiyi.”
 
Öylece gözlerime baktı. Ne düşündüğünü bilmiyordum. Belki de ne tepki vereceğini o da bilmiyordu.
 
Yutkundum tekrar. “Lakin, kimse sonsuza kadar sevilmiyor, değil mi?” Bileğimdeki elini sıktı. Tekrar gevşetti. “Neyse ki, unutuyor insan.”
 
Kolumu elinden çekip aldım. Bir şey söylemedi. Bir anlık cesaretim, beni bile şaşkına çevirmişti. Dudaklarım titriyordu. Merdivenlerin tırabzanını sıkıca kavradım. Zorlukla adım atıyordum. Derin bir nefes aldığımda birinin kolumu kavramasıyla kafamı hızlıca kaldırdım. Deniz Can, önümde dikiliyordu.
 
“Meyra ne oldu sana? Suratın bembeyaz olmuş.”
 
Dudaklarımı ıslattım. “Ya ben lavaboda biraz kötü oldum. Midem falan bulandı. Ama geçer birazdan.” İyi bir yalancı mıydım bilmiyorum ama, bana inanmış gibi duruyordu.
 
Masaya döndük. Bakışlarımı köşedeki masaya kaldırdım. Erman henüz dönmemişti. Kız telefonuyla oynuyordu. Saçlarını geriye attı. Dudaklarımı ısırmaya başladım. Ardından Erman’ın bizim masanın yanından geçtiğini hissettim. Ona bakmadım.
 
Melek, “Meyra?” dediğinde dikkatimi ona verdim. “Haftaya Cumartesi Uçmakdere’ye gideceğiz sende bizimle gelsene.” Yüzünde sevecen bir gülümseme vardı.
 
Deniz Can, “Seni o kadar sevdiler ki benden önce davet ediyorlar.” dedi.
 
Gülümsedim. “Teşekkür ederim. Bilmem belki gelirim.”
 
“Gel ya. Paraşütle atlarız. Denize gireriz. Sonra piknik yaparız. Çok eğlenceli olur.”
 
“Paraşüt mü?” Dedim bir anda.
 
“Evet. Hep gidiyorduk ama bir türlü yapamadık. Çok heyecanlı bir şeye benziyor. Bu sefer yapacağım ama.”
 
Hepimiz güldük. “Tamam. Bir arkadaşımı daha getirsem olur mu?” Diye sordum Murat'a dönerek.
 
Hepsi arka arkaya “Olur.” dedi.
 
🌺
 
Aradan bir hafta geçmişti. Annemden, Uçmakdere için zar zor izin aldım. Ekin’i de ikna etmek kolay olmamıştı. Ama sonunda başarmıştım. Beraber çantamızı hazırladık. Ekin ile Murat'ın nedense iyi anlaşacağını düşünüyordum. Belki birbirlerine yakınlık hissederlerdi.
 
Bu süreçte Erman’ı kafeden beri ne görmüş, ne de haberini almıştım. Yasemin abla geldiğinde bile bir bahane bulup yanlarından ayrılıyordum. Konusunun geçmesine bile dayanamıyordum. Ne zaman adı geçse, kulaklarımda onun sesi yankılanıyordu. Sinirle söylediği o cümleler..
 
Zehre ile ise iki gündür konuşmaya başlamıştık. Geçen akşam bahçede otururken yanıma gelmişti. Tekrar özür dilemesine bile izin vermedim. Biz onunla kardeş gibiydik. Ona asla kin tutamazdım. Hatta bugün bizimle gelemediği için tantana yaptı. Onu özlemiştim. Yokluğunu fark etmemek imkansızdı.
 
Ekin hasır şapkasını kafasına takmış, gözünde beyaz gözlükleriyle geliyordu. Bense bahçe kapısının önünde onu bekliyordum. İkimiz de aynı kot şortumuzu giymiştik. Üzerine açık mavi atlet giyerken bende beyaz askılımı giymiştim. İkimizin de sırtında sırt çantası vardı.
 
“Turist güzeli.” Diye laf attım.
 
Kocaman gülümsedi. “Teşekkür ederim Meyra hanım. O sizin güzelliğiniz.” Ekin bahçe kapısına yaslanan annemi fark etti. “Filiz abla. Günaydın.”
 
“Günaydın kızım.”
 
“Hadi biz gidelim.”
 
“Olmaz. Buradan alsınlar sizi. Nasıl insanlarla gidiyorsunuz göreyim.” Annem ciddiyetle kaşlarını kaldırırken, hiç gülmüyordu.
 
Ekin, “Filiz abla biz hiç kötü kötü arkadaş edinir miyiz?” dedi. “Zaten Barbaros abilerin falan arkadaşı. Yani için rahat olsun.”
 
“Erman da tanıyor mu?”
 
Ben bakışlarımı kaçırırken Ekin, “Evet. Evet tanıyor.” dedi.
 
“Hiç içim rahat değil. Gitmeseniz olmuyor sanki.”
 
“Anne ya. Piknik yapıp geleceğiz, kumsala ineriz o kadar.” Annem paraşütle atlayacağımı düşünse, beni kapıdan dışarı salmazdı.
 
“Her saat haber vereceksiniz.” Parmağını salladı.
 
Ekin annemin yanağından öptü. “Sen merak etme. Yarım saat arayla annemle sana haber vereceğiz.”
 
Telefonum çalmaya başladı. “Alo? Deniz Can?”
 
“Meyra, biz köşede sizi bekliyoruz.”
 
“Şey, kapının önünden alır mısınız? Annem gözüyle görsün istiyor da.”
 
“Tabi. Tabi alırız. Geliyoruz.”
 
Telefonu kapatıp çantama attım. Saniyeler sonra koyu gri bir Nissan önümüzde durdu. Murat ve Deniz Can aynı anda arabadan indiler. Murat arabayı kullanıyordu.
 
Deniz Can kocaman gülümseyerek annemin önünde durdu. “Merhaba Filiz abla, nasılsın?” Ardından elini öptü. Murat da öyle.
 
“Sağ ol çocuğum. Sen nasılsın?”
 
“Sağ olun.”
 
“Bana bakın. Kızlarım size emanet.” Telefonunu çıkarıp Deniz Can’a uzattı. “Yazın bakayım siz numaranızı.”
 
“Anne!” Diye iç geçirdim.
 
Deniz Can gülmeye başladı. Çoktan annemin telefonuna numarasını yazıyordu. “Siz hiç merak etmeyin. Biz size durmadan haber vereceğiz. Akşam üstü dönmüş oluruz.”
 
Annemle kısa konuşma faslından sonra arabaya baktım. “Melek yok mu?”
 
Murat çantalarımızı alırken, “Sedat alacak. Evi biraz ters kalıyor onun. Benzinlikte buluşacağız.” dedi.
 
Murat bagajı kapattıktan sonra Ekin'i işaret ettim. “Sizi tanıştırmadım. Ekin. Ekin bu da Murat.” El sıkıştılar. Deniz Can anneme telefonunu uzatıp el salladı.
 
“Arabaya bineceğiz sonuçta, şapkamı da bagaja koyar mısın?” Ekin şapkasını ve gözlüğünü çıkarırken, Murat'ın gözleri iki kez Ekin’e gidip geldi.
 
Ekin'in sarı kısa saçları, topladığı küçük kuyruktan çıkmıştı. Gözlüğü de çıkardığında adeta yüzünün güzelliği fark ediliyordu. Gözlükleri başına koydu.
 
Murat şapkayı alırken bagajı araladı. Ama bir şey demedi. İşi bittiğinde arabanın yanına geçti.
 
Ekin koluma girdi. “Bu çocuğu hiç sevmedim. Soğuk tipli. Beni sakın onunla yalnız bırakayım deme.”
 
Güldüm. “Deme öyle. Belki birbirinizden hoşlaşırsınız.”
 
“Bu suratsızla mı? İnsan azıcık gülümser.” Başını kaldırdı. “Hiç tipim değil. Ben sıcakkanlı insanları severim biliyorsun.”
 
Annemle vedalaştıktan sonra arabaya bindik. Benzinlikte Melek'ler ile buluştuğumuzda, Ekin'i onlarla da tanıştırdım. Melek sahiden çok sıcakkanlıydı. Ekin ona bayılmıştı.
 
Uçmakdere
 
Paraşüt atlama alanına geldiğimizde arabaları uçurumun altına bırakmıştık. Yürüyerek tepeye çıktığımızda hepimiz sıcaktan bayılma derecesine gelmiştik.
 
Melek “Kim yürüyerek çıkalım yukarı, dedi? Çabuk söyleyin onu parçalayacağım.” dedi.
 
Deniz Can, “Ben söyledim.” dedi. “Biraz kaslarınızı çalıştırın. Yürümek iyidir.”
 
Sedat uçuruma doğru doğruldu. “Bu sıcakta iyi değil kardeşim. Ben paraşütü direk denize indirmeyi düşünüyorum.”
 
Ekin yine sessizce koluma girdi. “Ne paraşütü ya? Ben asla binmem ona.”
 
“Binersin Ekin ne olacak? Zaten arkana biri oturuyormuş. O yönlendiriyor. Sen sadece manzaranın keyfini çıkarıyorsun. Bence bu fırsatı kaçırma.”
 
“Ne o? Senin atlamaya niyetin var gibi?”
 
“Evet.”
 
Murat, “Ben atlamayacağım.” dedi. “Sizi buradan izlerim.”
 
Ekin kolumu sıktı. “Bak duydun mu? Sakın atlayayım deme Meyra. Beni onunla yalnız bırakma.”
 
“Ya Ekin!” Diye hayıflandım.
 
Sedat arkasını dönerek Murat'a baktı. “Tabi arkadaş alışkın. Bıkmıştır artık.” Güldü.
 
Ekin ile onu daha samimi yapmak adına Murat’a döndüm. Hemen arkamızdaydı. “Sen daha önce çok mu atladın Murat?”
 
“Ben başka arkadaşlarla da geliyorum buraya. Sık gelirim yani.”
 
Ekin kaşlarını havalandırırken ben güldüm. “Ben ilk defa bunu yapacağım.” Dedim biraz tedirginlikle.
 
“Müthiş bir şey. Bayılacaksın.”
 
Melek bize doğru döndü. “Murat! Fotoğraf makinanı arabadan aldın mı?”
 
“Aldım.” Dedi çantasını gösterirken.
 
“Harikasın!” Melek yanımıza doğru koştu. “Hadi ilk önce bizi çek. Ama paraşütle atlarken de çekeceksin.”
 
Murat çantasından profesyonel fotoğraf makinasını çıkardı. “Tamam. Sen merak etme. Ben sana alıştım artık.”
 
Melek bir yanına beni alırken diğer yanına Ekin’i aldı. “Çok konuşma hadi.”
 
Murat bizi fotoğraf çektikten sonra Deniz Can ile Sedat'a döndü. Onların da fotoğrafını çekti. Haberleri yoktu.
 
Sıramız gelene kadar biraz bekledik. O sırada fotoğraflar çekildik. Tepeden süzülen insanları izledim. Çok heyecanlanmıştım. Deniz Can’ın sesiyle, ona doğru döndüm. Hemen yanımda dikiliyordu.
 
“Korkuyor musun?”
 
“Hayır. Sadece çok heyecanlıyım.” Melek hazırlanırken onu izlemeye başladım. Deniz'in bakışlarını üzerimde hissetmemle ona doğru döndüm. Hemen başını çevirdi.
 
Melek hazır olduğunda Murat’a seslendi. Murat fotoğraf makinasına bakarken, adını seslenen Melek'e döndü. “Fotoğrafımı çek!” Diye bağırıyordu.
 
Murat makinasını ona doğru çevirirken Ekin yanıma yaklaştı. “Ya Meyra! Sen atlamasan olmuyor mu? Geldiğim bir dünya yolu, onunla mı döneceğim?” Diye şikayet ediyordu.
 
“Ya konuşmanıza gerek yok. O da konuşmayı pek sevmiyor zaten.”
 
“Belli.” Dedi kinayeli ses tonuyla.
 
Sıra bana gelmişti. Genç adam beni hazırlarken bir yandan moral veriyordu. Kemerlerimi kontrol etti. Kaskımı da kontrol etti.
 
“Korkmanıza hiç gerek yok. Ben arkanızda olacağım zaten.” Sıcak bir tavırla gülümsedi. Başımı sallayarak onu onayladım.
 
Deniz Can önüme geçti. Kollarımı sıvazladı. “Aşağıda görüşürüz o halde.”
 
“Hakkını helal et. Olur da yukarıda kalp krizi geçirirsem?” Kendimi şakaya vururken o da güldü.
 
“Merak etme. Manzaranın tadını çıkar sadece.”
 
Adam arkamda yerini alırken, “Adımlarını benimle birlikte at. Tamam?” dedi. “Bir, iki, üç.” Dediğinde onunla birlikte koşmaya başladım.
 
Sadece saniyeler içinde ayaklarım yerden kesildi. Bir anda kendimi gökyüzünde süzülürken buldum. Bu, harika bir şeydi.
 
🌺
 
Hepimiz aşağıda buluşmuştuk ki iki kişi eksiğimiz vardı. Ekin ve Murat. Acaba ne yapıyorlar diye düşünmeden edemiyordum. Onu hiç tanımadığı biriyle yalnız bıraktığım için bir an kendime kızdım.
 
Deniz Can, “Hadi, yoldan alalım onları da.” Dedi. Arabalara doğru yol almaya başladık.
 
Ben o sırada telefonumu çıkarmış, annemi arıyordum. Sanki hazır bekliyormuş gibi telefonu hemen açtı.
 
“Ne yaptınız annem?”
 
“İyi anne. Geldiğimizi haber vereyim dedim sana. Sen ne yapıyorsun?”
 
“Aman kızım, dikkat edin. Şapka takın. Kafanıza güneş geçmesin. Krem sürmeyi de unutmayın, sonra akşama bağıra bağıra bir hal olursunuz.”
 
Güldüm. “Tamam anne tamam. Sen merak etme.”
 
Ekin'leri yoldan alacağımız sırada camdan ikisini gördüm. Murat kaşlarını çatmıştı. Ekin söylenerek geliyordu. Ayağında terliği de yoktu. Hızlıca arabadan indim. Koşar adımlarla yanına gidip kolunu tuttum. Ayağının yanında büyük bir kanama vardı.
 
“Ne oldu!?” Diye panikle bağırdım birden.
 
“Ayağım taşlara sıkıştı.” Diye mırıldandı. Ardından kötü bakışlarını Murat’a çevirdi.
 
Murat bize doğru gelen Deniz Can'a seslendi. “Deniz! Abi arabadan su getirsene!”
 
Deniz Can geri döndü. Ekin’e baktım. “Nasıl becerdin?” Diye sorduğumda Murat da yandan atıldı.
 
“Heh! Aynısını ben söyledim. Ama yemediğim laf kalmadı.”
 
Ekin kaşlarını çattı. “Sen sus. Ondan önce ayağımın sıkıştığına bile inanmadın. Beni bırakıp gidiyordu Meyra biliyor musun?” Bana, ardından tekrar Murat’a döndü. “Senin kadar kaba insan ben görmedim. Pes!”
 
“Ya kıyamam ben arkadaşıma.” Dediğim de Deniz Can da geldi. O da ne olduğumu sordu. Ama Ekin sinirini alamamış gibi devam etti.
 
“Ayağımı tek başıma çıkardım.”
 
Murat, “Yardım etmeme izin vermedin ki.” dedi.
 
“Laf söylemekten yardım edemedin bence.”
 
“Haksız da değilim.” Dedi Murat, Deniz Can’ın elindeki su şişesini alırken. “Taşların orada ne arıyordun?” Ekin’in önüne geçti. “Şimdi izin ver şu ayağını yıkayalım.”
 
“Gerek yok, ben yaparım.” Boşta olan elini Murat’a uzattığında, Murat onu umursamadan eğildi.
 
Yüzümü buruşturdum. “Yalnız çok fena olmuş.” Ayağının yarısı kan içinde olmuştu. Parmaklarına doğru süzülen kan, bastığı yeri bile kan içinde yapmıştı. “Canın yanıyor mu?”
 
“Pek değil.” Dedi sakin bir sesle. “Terliğim de kaldı.”
 
Hepimiz gülmeye başladık. Murat dikkatle Ekin'in ayağına su dökerken, “Alırım ben sana terlik.” dedi. Alt dudağımı ısırırken, Ekin’e döndüm. Bakışlarımı anında anlamıştı. Hemen kaşlarını çattı. “Zaten gelene kadar hep yere bastın. Sana destek olmama bile izin vermedin.”
 
Yerinde doğruldu. Ekin ona bakmadı bile. “Meyra arabaya kadar bana yardım eder misin? Ayağım pislenmesin şimdi.”
 
Murat diğer kolunu tuttu. “Amma inatçı çıktın. Gel işte zorlanma.” Ekin itiraz etmeden kolundan çekildim. Dengesini kaybederken Murat onu atık bir şekilde kucağına aldı. “Çokta hafifsin. Sen evde yemek yemiyorsun, herhalde.” Murat'ın sert yüz hatları biraz gevşemişti.
 
Deniz Can, “Bir eczane bulalım. Böyle olmaz. Mikrop falan kapmasın kızın ayağı.” dedi.
 
Murat başını salladı. “Doğru. En azından sargı beziyle sararlar.” Ekin’i arka koltuğa yerleştirdi. Ekin inatla ona hoş bakmıyordu.
 
Saatler sonra piknik alanına oturmuştuk. Bu arada ilk önce eczane bulmuş, Ekin’in ayağını sarmıştık. Daha sonra Murat, Ekin’e güzel bir terlik almıştı. Ayak numarasını söylemediğinde, ben hemen söyledim. Murat arabaya terlik modellerini gelip gösterirken Ekin istememekte diretti. Sonunda Murat kendi seçtiği terliği almıştı.
 
Pikniğimizi yaptıktan sonra, denize girdik. Ekin şemsiyenin altında otururken, ben onu yalnız bırakmamak adına denize girip hemen çıkıyordum. Rahatıma bakmamı söylese de içim bir türlü rahat etmiyordu.
 
Yanındaki şezlonga otururken, Ekin güneş gözlüğünü çıkardı. “Yine mi geldin sen? Ben ne güzel uyuyordum.”
 
Islak saçlarımı geriye attım. “En azından güneşlen.”
 
“Yok ben böyle gölgede iyiyim.” Dedi keyifle sırıtarak. “Sen duş yaparken bende seninle duş alırım sadece, serinlemek adına.”
 
Sırıttım. Derin bir nefes alıp verirken, denizdekilere baktım. “Murat ile çok iyi anlaştınız bakıyorum.”
 
“Ya sorma..” dedi kinayeli sesiyle. Güldüğümde bana döndü. “Meyra, yalnız Deniz senden bayağı hoşlanıyor.”
 
“Sende mi Ekin?”
 
“Bilmiyorum. Öyle hissediyorum. Sürekli gözü sende.”
 
Sessizce içimi çektim. “Sence yanlış mı yapıyorum Ekin? Yani; ilk başta benden etkilendiğini söyledi tamam ama, eğer bana karşı bir şey hissederse aramıza mesafe koyacağına da söz verdi.”
 
“Ya senden uzaklaşmamak için, sana olan hislerini senden gizlerse? Tıpkı senin yaptığın gibi.” O da benim gibi şezlonga oturdu ve bana döndü. Dizimi sallarken onun dizine çarptım.
 
“Onu üzmek istemiyorum. O çok iyi, hatta mükemmel biri.” Gözlerim Deniz Can’a döndü. “Bir insan bu kadar iyi olamaz.”
 
“Her güzelin vardır bir kusuru.” Saçımı geriye attı. Ayağımın üzerinde biriken kuma baktım. “Aklında hala o var değil mi?”
 
“Evet. Sürekli onu düşünüyorum. Karşılaşmamak için köşe bucak kaçıyorum. Onu sevdiğimi biliyorum, ama kulaklarımda bana söylediği cümleler yankılanıyor. Ve ben, ondan nefret etmek istiyorum ama yapamıyorum.”
 
Arkadaşım elimi tuttu. “Bir gün her şey düzelecek. Her şey eskisi gibi olacak.”
 
“O günün gelmesi için sabırsızlanıyorum Ekin.” Birbirimize gülümsedik.
 
O anda Melek koşar adımlarla yanımıza geldi. “Ay! Kumlar çok sıcak! Çok sıcak!” kendini gölgeye atıp Ekin’in yanına oturdu. “Sohbetinizi bölmedim değil mi?” Kocaman sırıttı. “Gördüm sizi fısır fısır konuşuyordunuz.”
 
Güldük. Murat ve Deniz Can da muhabbet ederek geliyordu. Deniz Can’ın çok iyi bir vücudu vardı. Murat’ın da öyle, ama Deniz Can ondan daha iri duruyordu. Güneşlenen kızların yanlarından geçerken, kızlar onları yiyecek gibi bakıyordu. Ama ikisi de onlara bakmıyor birbirlerine bir şey söyleyerek geliyorlardı.
 
Arkalarından Sedat koşarak gelip onlara yetişti. Sedat ikisinden daha iriydi. Deniz Can hemen yanıma oturdu. Sedat, Melek’in yanına geçerken, Murat diğer şezlongu bize doğru çevirip oraya oturdu.
 
Sedat saçını sallarken Melek hafif kendini geri çekti. Sedat göbeğine vurdu. “Ben çok acıktım yalnız. Bir şeyler yemeye gidelim çıkınca.”
 
Melek, onun göbeğini sıktı. “Ay benim sevgilim acıkmış.” Sonra yanaklarını sıktı.
 
Sedat, “Burada yapma bari şunu.” Diye gülerken Melek tekrar göbeğini sıktı.
 
“Ya ben senin göbeğine aşığım zaten. Sıkmadan duramıyorum, ne yapayım?”
 
Sedat, Melek'i aniden yakalayıp yanağını ısırdı. Onlara bakıp gülerken, içimden ne kadar tatlı olduklarını geçirdim.
 
Melek tatlı tatlı kaşlarını çattı. “Ya yapma diyorum. Sonra morarıyor.”
 
“Ne kadardır berabersiniz?” Diye sordum.
 
Sedat, “Dört sene olacak.” dedi. Sonra Melek'in burnunu sıktı. “Ya dört senedir ben senin kahrını çekiyormuşum.”
 
Deniz Can gülerken bana döndü. “Melek az koşmadı Sedat'ın peşinden.” Dedi.
 
“Dört senedir kahrımı çekiyormuş. Peşinde o kadar koşturdun, çek bir zahmet.” Melek bakışlarını devirdi. Tekrar güldük.
 
Deniz Can devam etti. “Biz hepimiz senelerdir birlikteyiz. Belki çocuktan beri. Melek sevdiğini söylüyor, Sedat kaçıyor.” O anda Murat da güldü. “O zaman tabi birkaç kişi daha vardı yanımızda. Sedat’a soruyoruz, neden böyle yapıyorsun diye. O da diyor, ‘Melek benimle dalga geçiyor. Kız Miss Turkey güzeli ne işi var benimle’ diyor.”
 
Sedat, Melek’in eliyle oynarken, “Bende tabi o zaman daha kiloluydum.” dedi.
 
Melek başını onun omuzuna koydu. “Daha fazla kilo verme. Sonra ben kimin göbeğini sıkacağım?”
 
🌺
 
Güzel bir gün geçirmiştik ki, arabanın lastiğinin patlaması hiç hesap etmediğimiz bir şeydi. Gün boyunca anneme haber vermiştim. Ama şimdi, bir saattir yakın yol kenarında durmuş yardım bekliyorduk. Telefon çekmiyordu ve hava kararmıştı.
 
Melek telefonu havaya kaldırmış, yol kenarında mekik dokuyordu. “Kimsenin telefonu çekmiyor mu hala?”
 
Ben sonunda pes etmiş, başımıza gelen olayı videoya alıyordum. Annem başka türlü inanmazdı. Ekin oflayarak telefonu kilit tuşuna bastı.
 
“Yok. Mesaj bile gitmiyor.”
 
Melek telefona bakarak, söylene söylene yanımıza geldi. “Yalnızca acil aramalarmış. Şimdi de acil! Abimler beni bu akşam evde bulamazsa.. düşünmek bile istemiyorum.”
 
Deniz Can ensesini sıvazlayarak arabaya yaslandı. “Abi böyle olmayacak. Birimiz kızları gitsin bıraksın. Anneleri bizi kötü belleyecek yoksa.”
 
Ekin, “Çok mantıklı.” dedi. “Hele Filiz ablayı düşünemiyorum.”
 
Deniz Can bu kez ellerini birbirine vurdu. “Kadına da söz verdim ya.”
 
Neyse ki hepsini kameraya almıştım. Annemin inanmama gibi söz konusu olamazdı. Ekin sürekli ne kadar zeki olduğumu söyleyip durdu. Videoyu ona da attım.
 
Deniz Can ve Murat arabanın başında kalmıştı. Telefon çektiği an, ilk işimiz evdekilere haber vermek oldu. Sedat bizi neyse ki mahalleye kadar bırakmıştı. Hızlıca onlarla vedalaşıp, Ekin ile arabadan indik. Hızlı adımlarla Duygu'ların sokağa girdik.
 
Ekin ile yollarımız ayrıldı ve ben kendi sokağıma girdim. Kafamı kaldırmam üzere Erman’ı bizim evin az ilerisinde gördüm. Telefon ile konuşuyordu. Ona gözükmeden eve belki girebilirim diye düşünürken beni fark etti.
 
Bir an panikledim. Sağıma soluma baktım. Geriye doğru kaçmayı bile niyetlendim. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki hareketlerime anlam veremiyordum. Kaçarsam komik durama düşeceğimi de biliyordum.
 
Yerimden kıpırdayamadığımı bile yeni idrak ediyordum. Erman çoktan bana doğru yol almıştı. Bense sakince yoluma devam etmeye çalıştım.
 
Sadece birkaç adım attım. “Meyra.” Dedi sert sesiyle. Hemen önümde durdu. “Telefonun, neden kapalı?”
 
Önümde durduğu an o güzel kokusuyla başım döndü. “Çekmiyordu.” Başta kekeledim. “Ne oldu? Neden beni arıyordun?”
 
“Filiz abla meraktan deliye döndü.”
 
“Niye seni aramış ki?”
 
“Çünkü sen ona ‘Deniz, Erman’ın arkadaşı’ demişsin. Filiz abla da beni aradı. Arkadaşına da Meyra’ya da ulaşamıyorum, dedi.”
 
“Ben anneme öyle bir şey demedim.” Diye parladım. “Seni tanıyıp, tanımadığını sordu. Ekin de arkadaş olduğunuzu söyledi.” Gözlerim sokakta gezindi. “Zaten ben annemle konuştum.”
 
“Neyse ne Meyra. Sen ne yapmaya çalışıyorsun, ben onu anlamıyorum.” Çatık kaşlarıyla yüzüme bakmaya çalıştığında, yüzüne baktım. “Neden onunla bu kadar samimi oluyorsun? Neden onunla birlikte telefonun kapalı?”
 
“Çekmiyordu!” Diye sesimi yükselttim.
 
“Fotoğraflarınızı gördüm.” Gideceğim an kolumu tuttu. “Meyra onun sana bakışını gördüm.” Dedi öfkeli bir sesle.
 
“Erman kolumu bırak.” Dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak.
 
“Bana daha ne kadar kızgın kalacaksın?”
 
“Ömrüm boyunca.” İnatla gözlerine baktım. “Sana o kadar kırgınım ki; ömrüm boyunca bana söylediklerini hatırlayıp sana daha çok kızacağım.” Sesim titredi.
 
Sarılmaya çalıştı. Ve ben şaşkınlıkla onu ittim. Sarılmasını istiyordum. Ama sarılırsa tüm kırgınlığım geçecek diye korkuyordum.
 
“Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun?” Gözlerimin dolduğunu hissettim, ama ağlamayacak kadar kendimi güçlü ve cesaretli kılıyordum. Yutkundum. Bu kez sakin bir ses ile konuşmaya çalıştım. “Bir daha yoluma çıkma Erman. Ben seni gördüğümde yolumu nasıl değiştiriyorsam, sende yolunu değiştir.”
 
“Meyra yapma. Biz kaç senedir birbirimizi tanıyoruz. Çocukluğumuz birlikte geçti.” Titreyen ellerimle saçlarımı geriye attım. “Seni merak ettiğim için ben saatlerdir burada bekliyorum.” Sesindeki öfke bir türlü geçmiyordu. Sanki gittikçe daha çok öfkeleniyordu.
 
“Beklemeseydin.” Kaşlarımı havalandırarak, buğulu gözlerimi gözlerine diktim. “Ben gayet güvendeydim. Sen arkadaşını bilmiyor musun? Sen bana demedin mi? ‘Deniz çok iyi çocuktur, seni üzmez’ demedin mi?” Sesim iyice titriyor, artık onun karşısında kendimi güçlü hissedemiyordum. “Sen hiç yalan söylemezsin Erman. Yine doğruyu söyledin. Ben bugün onunla çok mutluydum.” Ağlamamak için gözlerimi kaçırdım.
 
“Meyra, çünkü seni seviyor!” Diye bağırdı birden. “Sen onu sevmiyorsun!”
 
“Belki ben de onu sevmeye çalışıyorum!” Diye çıkıştım. Bir an birbirimize bakakaldık.
 
“Neden kendine bunu yapıyorsun? Sen onu değil..” diye bağırırken birden sustu.
 
Dudaklarım kıvrıldı. “Söylesene.” Burnumu çektim. “Hadi cümlenin devamını getir.” Dudaklarımı ısırdım. “Keşke seni sevdiğimi öğrenmeseydin. Nasıl sessizce sevdiysem, sessizce vazgeçerdim senden.” Bir kez daha burnumu çektim. Gözyaşlarımı akıtmamak için kendimle büyük bir savaşa girmiştim. “Merak etme. Unutacağım seni. Belki o zaman, kaçmayı bırakırım senden.”
 
Savaşımı kaybettim. Sol gözümden süzülen yaş, bütün irademi alıp götürdü. Gidecektim. Yine izin vermedi.
 
“Ağlama. Seni böyle gördükçe, içim sızlıyor.”
 
Yüzüne bakmadım. “İzin ver geçeyim.” Ağlıyordum. Ama gözyaşlarımı ondan saklıyordum.
 
Parmakları çeneme dokunurken sessizce ismimi sayıkladı. Bileğini tuttum, titreyen parmak uçlarımla. Yüzümü yine de ona çevirmedim.
 
“Böyle yaptıkça, daha çok canımı yakıyorsun.” Bileğindeki parmaklarımı çekerken, yavaşça elini indirdi. “Şimdi bırak gideyim.”
 
Sıkıntılı nefesini hissettim. Önümden sadece adımını çekti. Usulca attım, ondan ayrıldığım adımımı. Onu ardımda bırakırken, gözyaşlarım ondan ayrılmamı bekliyormuş gibi dökülüverdi gözlerimden. Dudaklarımı hıçkırmamak için birbirine bastırırken, aceleyle kendimi bahçeye attım.
 
Adımlarım sarsakladı. Çardağı tutan, tahta direğe tutundum. Düşecek gibi hissediyordum. Göğsüm ağrıyor, aldığım nefesler yetmiyordu. Elim boynuma giderken, yüzümü gökyüzüne diktim. Gözyaşlarım çenemden süzülüyordu.
 
Birkaç dakika kendime gelmemi bekledim. Yanaklarımı ellerimle silmekten, kızartmıştım belki de.
 
Usulca kapıyı çaldım. Annem hemen kapıyı açtı. “Meyra? Sonunda be kızım. Öldüm meraktan.”
 
Yüzümü eğip içeri geçtim. “Geldim işte anne.” Sesim kısılmıştı. “Özür dilerim. Arabanın lastiği patladı. O yüzden geç geldim.” Gülümsemeye çalıştım. Telefonumu arka cebimden çıkardım. “Hatta inanmazsın diye video çektim anne bak.” Sesim o kadar zorlukla çıkıyordu ki annem anlayacak diye ödüm kopuyordu.
 
Neyse ki bir şey anlamamıştı. Videoyu izledikten sonra duş alıp odama çekildim. Kendimi yorgun hissediyordum. Yatıp hemen uyumayı düşünüyordum. Yatmadan önce whatsapp grubundan yazdım.
 
“Zehre, yarın sabah Ekin'lerin kapı önünde buluşuruz. Sabah abinle karşılaşmak istemiyorum.”
 
Telefonumu kilitleyip başımı yastığa koydum. Bundan sonra okula giderken, Ekin'lerin kapı önünde buluşacaktık. Artık Erman ile karşılaşma ihtimallerimi en aza indiriyordum.
 
🌺
 
Ertesi gün Erman'ın konusu dahi açılmamıştı. Duyduğuma göre de Erman ile Zehre’nin arası da o günden beri bozuktu.
 
Okuldan dönerken içimi çekerek nefesimi dışarı bıraktım. Bugün, sınav notlarım açıklanmıştı. Ve hiç, iç açıcı değildi. O kadar çalışmama rağmen, bu düşük notlara alışkın değildim. Artık psikolojimi toplamam gerekiyordu.
 
Kızlara bize gelmelerini söyledim. Ama Ekin yarınki sınavına çalışacağı için teklifimi kabul etmedi. Zehre eve gidip duş alacağını söyledi. Ondan sonra gelecekti.
 
Bende evde duşumu aldım ve bahçeye bilgisayarımla annemin yaptığı kekten çıkardım. Bugün hava çok sıcaktı. İpli badimle, şortumu giyip çardağın altına üfür üfür kurulmuştum.
 
Zehre gelene kadar biraz bilgisayardan modüllerime bakacaktım. Bir yandan Perşembe günkü stajıma hazırlayacağım etkinlik hakkında araştırma yapıyordum.
 
Çok geçmeden Uraz’ın sesini duydum. Koşa koşa boynuma sarıldı. “Meyra!”
 
Yanaklarını öptüm. “Hoş geldin.”
 
“Çok özledim seni.” Diye boynuma daha sıkı sarıldı. “Artık bize gelmiyorsun.”
 
Bakışlarım Zehre’yi buldu. “Gelirim kuzucum. Derslerim çok vardı ondan gelemedim.”
 
Yasemin abla gülümseyerek karşıma oturdu. Uraz sonunda boynumu rahat bırakmış yüzüme bakıyordu. “Meyra biliyor musun? Benim dişim çıktı. Dün sana gösterecektim ama sen evde değildin. Bende Filiz teyzeme gösterdim.”
 
Nefes nefese kurduğu sıralı cümlelerle gülümsemesen edemedim. “Öyle mi? Hadi bana da göster. Hangi dişin düştü?”
 
Dişlerini gösterirken, ön alt dişini parmağıyla gösterdi. “Bak.”
 
“Ya!” Diye heyecanlandığımı görünce o da heyecanlandı. “Bu çok güzel bir şey. Oradan yeni ve sapasağlam bir diş gelecek biliyorsun değil mi?”
 
“Biliyorum. Annem söyledi.”
 
“Senin adına çok sevindim.”
 
Heyecanla minik kaşlarını kaldırdı. “Biliyor musun? Bende çok sevindim.” Gülümserken, tişörtünün etekleriyle oynadı. “Annem dedi ki, büyüdüğüm için dişlerim çıkıyormuş.”
 
“Tabii!”
 
“Bütün dişlerimin yerine, yeni diş gelince, sen benimle evlenir misin o zaman?” Diye sorunca hepimiz kahkaha attık.
 
Başımı salladım. “Bilmem. Yeni dişlerin geldiğinde konuşuruz bunu, olur mu?”
 
“Tamam.” Diye omuzunu büktü. “Ben şimdi Tufan'ın yanına gideceğim. Biraz onunla oyun oynarım. Sonra yanına gelirim tamam mı?”
 
Güldüm. “Tamam.”
 
O sırada annem elindeki çaydanlıkla kapıdan çıktı. “Ne gülüşüyorsunuz bu kadar?” Terliklerimi giyerken, kafasıyla içeriyi işaret etti. “Zehre, koş kızım içeriden tepsiyi al. Bardaklarla tabakları koydum.”
 
Zehre koşar adımlarla sekerek giderken Yasemin ablaya döndüm. “Sen ne yapıyorsun Yasemin abla?”
 
“İyiyim be güzelim. Zehre buraya geleceğini söyleyince, bende sizinle muhabbete geleyim, dedim.”
 
“İyi yapmışsın.” Bilgisayarımı kapattım. “Uraz'dan anca halini hatırını sorabildim.”
 
Güldü. “Sorma. Evde de hep senin adın ağzında.”
 
“Ya kıyamam.”
 
Zehre de bardak ve tabakları getirdi. Kekti, çaydı derken muhabbet iyice koyulaşmıştı. Ve nasıl olduysa anlamadım, konu Erman’a geldi.
 
Annem, “Beğenmedi mi kızı?” diye sordu.
 
Yasemin abla, “Pazar günü görüşeceğini söyledi.” Dedi. “Ama o günden beri ağzını bıçak açmadı.”
 
“Kızın güzelliğinden dili tutulmuştur.” Diye sesli bir şekilde düşündüğümde Zehre öksürerek gözlerini patlattı.
 
Yasemin abla da bana, “Sen duydun mu yoksa?” Diye sorunca kalakaldım. “Görüşmüşler mi?”
 
Eh Meyra diline sıçayım!
 
“Gördüm. Görüştüler.”
 
Annemle, Yasemin abla bir an şaşırdı. “Nerede gördün?”
 
“Ya işte, ben Pazar günü arkadaşlarımla dışarı çıktım. Tesadüf eseri Erman’ı da orada gördüm. Kız da yanındaydı.” Sesim sona doğru kısıldı.
 
“Araları nasıl gözüküyordu?” Annem de merakla gözlerini bana dikmişti.
 
“Ne bileyim anne!” Diye celallendim. “Ben onları gözetlemedim sonuçta. Oturmuş bir şeyler içiyorlardı.”
 
O anda bahçe kapısının sesiyle bakışlarım oraya döndü. Deniz Can’ı görmemle, gözlerim yuvalarından çıkacak gibi açıldı.
 
“Deniz Can?”
 
“Merhaba. İyi akşamlar.” Dedi sıcak bir gülümsemeyle. “Rahatsız etmiyorum değil mi?”
 
Annem ayağa kalktı. “Yok çocuğum. Ne rahatsızlığı? Gel, hoş geldin.” Annem ona gülüyor muydu?
 
Deniz Can annemin elini öpüp elindeki poşeti anneme verdi. “Ben sizden özür dilemeye geldim. Gelmişken de elim boş gelmeyeyim, dedim.”
 
“Ya yavrum, ne zahmet ettin? Geç otur çayımız var, kek var. Meyra servis yapsın sana.”
 
“Teşekkür ederim. Rahatsızlık vermeyeyim.”
 
Annem illa ‘otur’ diye ısrar edince Deniz Can annemin yanına oturdu. Annem beni şok ediyordu şuan! Hiç bir erkek arkadaşıma bu denli sıcak davranmamıştı. Sınıf arkadaşlarıma bile.
 
Annem, Yasemin ablayı gösterdi. “Bak Erman’ın annesi.”
 
Yasemin abla, “Erman’ın arkadaşı mısın?” Diye sordu samimi bir tavırla.
 
“Evet. Çok memnun oldum Yasemin abla. Seninle burada tanışmak kısmetmiş.” Deniz Can’ın bardağını doldururken bir bana bir anneme baktı. “Dün size söz vermiştim. Meyra’yı erken bırakacaktım. Telefonla arayacaktım. Ama maalesef talihsiz bir olay olunca, gelip bir gönlünüzü alayım diye düşündüm.”
 
Annem güldü. “Meyra video çekmiş. Hepiniz nasıl ter dökmüşsünüz gördüm.” Sesi birsen ciddileşti. “Yalnız o olmasaydı, elimden çekeceğiniz vardı.”
 
Dakikalar ilerledikçe daha bir yakınlık kurmaya başladılar. Deniz Can, resmen annem ve Yasemin ablayla muhabbet etmek için buradaydı. Biz Zehre ile ikimiz bir köşede onları izliyorduk.
 
Zehre dibine sokuldu. “Bir şey diyeceğim. Filiz abla, Deniz'i damat olarak alır. Benden söylemesi.”
 
Kolunu çimdikledim. “Saçmalama Zehre.”
 
“Baksana.”
 
“Annem benim ilişki meselelerime sonuna kadar karşı. Biliyorsun.”
 
“Deniz de, Filiz ablanın tabularını yıkmış gibi duruyor yalnız.”
 
Gözlerimi ona döndürüp kaşlarımı kaldırdım. “Yeter Zehre.”
 
Deniz Can yavaşça sandalyeden kalkarken, “Ben müsaadenizi isteyeyim.” dedi.
 
Annemlerle vedalaştıktan sonra, onu geçirmek adına bende ayağa kalktım. Bahçeden çıktığımızda Deniz Can gülümseyerek bana döndü.
 
“Ne kadar tatlı bir annen var. Bir de beni korkuttun o kadar. Bilseydim daha önce tanışırdım onunla.”
 
Kollarımı birbirine bağladım. “Aslında sana böyle davranmasına bende şaşırdım.”
 
“Ama bir otoriterlik var.” Dediğinde güldüm.
 
“Evet.”
 
“O zaman görüşürüz.” Sarılıp yanağımı öptü. Bir gören var mı diye etrafı kolaçan ettim.
 
O anda Doğan abinin yanımıza kadar nasıl geldiğini tahmin bile edemedim. Deniz Can’ı omuzundan iter itmez yüzüne yumruğunu geçirdi.
 
Boğazımdan tiz bir çığlık yükseldi. Deniz Can o anda dengesini kaybedip, ayağı kaldırım boşluğuna gelince yere düştü. Doğan abi vakit kaybetmeden onun üzerine atladı.
 
“Sen ne arıyorsun lan burada? Onu öpen ağzını kırarım senin yavşak!”
 
Deniz Can, Doğan abinin kolunu tuttu. “Kuduruyorsun değil mi? Ona dokunamıyorsun diye, yanında sen değil, ben varım diye kuduruyorsun.”
 
Doğan abi bir kere daha vurduğunda arkamdaki bahçe kapısından annemler fırladı. Şoka girmiş gibiydim. Bir anda Doğan abiye doğru atıldım. Kolunu tuttum. Gözlerini bana çevirdi.
 
“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” Ardından kolunu savurdum. “Defol buradan!” Yüzüme bakakaldı. Deniz Can’a döndüm. Elinden tutup, ona kalkması için yardım ettim. Doğan abiye öfkeli bakışlarımı çevirdim.
 
“Bana öyle bakma Meyra. Kendimi kaybettim. Sana olan se...”
 
“Sus artık!” Diye lafını kestim. Annemlere göz ucuyla baktım. Annemle, Yasemin abla ne olduğunu çözmeye çalışıyor gibiydi. “Hepiniz birer barbara dönüşmüşsünüz!” Deniz Can’ı tekrar bizim bahçeye yönlendirdim.
 
Annem, “Doğan? Sen ne yapıyorsun oğlum?” dedi hayal kırıklığıyla. “Deniz, bizim misafirimiz. Çok ayıp ettin çok. Senden hiç beklemezdim.”
 
Doğan abiye bir daha bakmadım. Deniz Can’a bunu yaptığı için, şuan utanıyordum. Deniz Can annemi ziyaret etmeye gelmiş, evimize misafir olmuştu. Kendimi suçlamadan edemiyordum.
 
Deniz Can’ı çardağa oturttum. Çenesini tutup yüzünü kendime doğru çevirdim. Kaşı ve burnu kanıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Çok acıyor mu?”
 
Rahat bir tavırla, “Hayır.” dedi. “Ben sahada yaralanmaya alışkınım zaten.”
 
Annem arkamdan eğildi. “Ah yavrum! Meyra koş içeriden, pamuk falan bir şey getir. Çocuğun yarasını temizleyelim.”
 
Deniz Can, “Hiç gerek yok.” dedi. “Ben elimi yüzümü yıkasam, yeter.”
 
Annem üstelemedi. Ben ayaklanıp, “Sana banyoyu göstereyim.” dedim. Deniz Can beni takip etti. Onu üst kattaki banyoya çıkardım. “Ben aşağıdayım.” Merdivenlere yöneldim.
 
Aşağı inip merdivenlerin sonunda beklemeye başladım. İçim bir türlü rahat etmiyordu. Deniz Can’ın yumruk yiyip de düşmesi hala gözümün önündeydi. Stresten boynumu kaşımaya başladım. Kendimi suçlamadan duramıyordum.
 
Deniz Can’ı basamaklardan inerken gördüm. Elinde bir peçete, bir kaşına, bir burnuna bastırıyordu. Beni görünce gülümsedi.
 
“Merak etme. Bir şey yok gördüğün gibi.” Basamakları inip önümde durdu.
 
“Deniz Can.” Derin bir nefes alıp verdim hızlıdan. “Ben özür dilerim.”
 
Daha çok güldü. “Sen neden özür diliyorsun Meyra?”
 
“Çünkü, tüm bunlar benim yüzümden.”
 
“Hayır. Kendini suçlama. Kabul etmeliyim, Doğan’ı biraz kışkırttım. Onun derdini ben biliyorum.” Gözlerini kaçırdı. “Biraz bende de hata var. Onu sakinleştirmek yerine daha fazla öfkelendirdim.”
 
Gözlerimi onun yüzünden ayırmadım. “Dalga geçiyorsun?” Gülmeden edemedim. “Deniz Can, sen bu kadar iyi biri olamazsın. Kimse bu kadar iyi biri olamaz.”
 
Gözlerime baktı. “Ben, sadece sana karşı bu kadar iyi biriyim.”
 
“Değilsin.” Dedim ciddiyetle. “Herkes, senin ne kadar iyi biri olduğunu söylüyor.” Gözlerim odada gezindi. “Doğan abi sana vurmasına rağmen, sen ona elini bile kaldırmadın. Ve bu, ilk kez olmuyor. Neden ona bir şey yapmadın?”
 
“Çünkü şiddet çözüm değil.”
 
“İşte bundan bahsediyorum. Sen, sana vurmasına rağmen, kendini suçluyorsun. Sen..” derin bir nefes alıp verdim. “Bazen sana haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Bilmiyorum. Bana karşı ne hissettiğini bilmiyorum. Sana nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Belki senden uzak durmam, senin için iyi olandır.” Gözlerine odaklanmakta zorlandım.
 
“Ne bilmek istiyorsun? Sor. Çekinmeden cevap veririm.” Vereceğini biliyordum. Açık sözlü biriydi.
 
“Cevaplardan korkuyorum.”
 
“Elinde olsa; beni sever miydin Meyra?”
 
“Evet.” Düşünmeden cevap verdim. “Ama elimde değil.”


Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin