Bölüm 10: Salı Sallanır

1.8K 50 3
                                    

Bölüm 10:
Salı Sallanır

Sabah uyanmış çiçeğimi sulamıştım. Dağınık saçlarımı camın yansımasından görebiliyordum. Tepemdeki dağınık topuzdan tel tel saçlarım çıkmıştı.
 
Akşam, Erman yanımızda sadece bir saat oturmuştu. Zehre ile biraz biraz konuşmaya başlamıştı, ama aralarının hala limoni olduğunu biliyordum. İşe dün başladığını anlatmış iyi geçtiğini söylemişti. Birkaç arkadaşta edindiğini de söyledi.
 
Bıkkın bir nefes verirken moralimi bozmak istemeyerek gülümsedim. Duştan sonra saçımı kurutup bir at kuyruğu yaptım. Üzerinden düzleştirici vururken saçımın bozulmamasına özen gösterdim.
 
Okul kıyafetlerimi giyip aşağıya indim. Annem kahvaltıyı yine bahçeye hazırlamıştı. Tufan ağzı dolu bir şekilde anneme isyan edip duruyordu. “İstemiyorum yumurta! Pis kokuyor!”
 
“Tufan! Nimete öyle söylenmez, günah!”
 
“Sende zorla yediriyorsun!” Yanağı şiş, hiddetle söylediği cümleler yüzünden dudaklarının arasından kırıntılar dökülüyordu.
 
Sandalyeye otururken yüzümü buruşturdum. “Iy! Pis ağzını topla!”
 
“Sana ne!” Diye bir anda Tufan bana döndü.
 
“Bana bak kalkarsam o yumurtayı gırtlağına sokarım Tufan!”
 
Babam, “Didişmeyin sofrada.” diye kibarca uyarsa da Tufan dilini çıkarmıştı.
 
“Sabah sabah üşenmiyorsunuz dimi kavga etmeye?” Annem sabır dileyerek nefes alıp verirken masaya oturdu.
 
“İlk önce o başlattı.” Dedi Tufan, parmağıyla beni işaret ederken.
 
Onunla laf yarışına girip sinirlerimi bozmayı planlamıyordum. Bu yüzden susup, kahvaltımı etmeye başladım. Babam kısa süre sonra masadan kalktı. “Ben gidiyorum Filiz.”
 
“Tamam canım, hadi Allah'a emanet.” Babam kısaca hepimize elini salladı.
 
Tufan yine ağzını tutamamış bana laf çarpıtmaya çalışmıştı. “Abla, o kadar çirkinsin ki kargalar bile suratına sıçmaz.”
 
Masaya çatalımı vururken tehdit dolu bakışlarımı Tufan’a kaldırdım. “Seni parçalarım çocuk!”
 
“Yeter! Yeter ama sizin kavganızdan illallah geldi!” Annem isyan ederken ağzımdaki lokmayı zorla yuttum. Masadan seri bir şekilde kalkıp çantamı omuzuma astım.
 
“Ben gidiyorum ya! Sabah sabah sinirlerim bozuldu.” Doğruca bahçeden çıktım. Telefonu cebimde yokladım. Bulunca Zehre’yi aradım.
 
Telefonu uykulu sesiyle açtı. “Alo?”
 
“Kızım sen daha uyuyor musun? Okula gideceğiz ya hani?”
 
“Yok kanka yeni kalktım. Hem daha bir saat var çıkmamıza sen neden erken çıktın?”
 
İnanamayıp saatime baktım. Gerçekten de saat sabahın altı buçuğunu gösteriyordu. Ofladım. “Sabah sabah Tufan sinirimi bozdu. Saate bakmamışım.”
 
“E evden çıktıysan gel bize. Birlikte kahvaltı yapar, sonra çıkarız. Giyiniyorum zaten.”
 
Zehre’yi onayladıktan sonra onlara doğru yürümeye başladım. Ekin’e de Zehre’lerin kapı önüne gelmesi için mesaj attıktan sonra telefonu çantama koydum.
 
Sinirle o kadar hızlı yürümüştüm ki iki dakikada Zehre’lerin kapının önünde buldum kendimi. Apartman kapısı açıktı. Merdivenleri kullanıp yukarı çıktım. Kapıyı iki kez tıkladım.
 
Kapı açılır açılmaz gözüm gönlüm şenlendi. Hatta o kadar şenlendi ki dilim tutulmuştu. Erman kapıyı ardına kadar açmıştı. Üzerinde siyah tişörtü, altından gri eşofmanı vardı. Dağınık, hafif ıslak saçlarını karıştırdı. Onu görünce zaten otomatik olarak gülümsüyordum.
 
“Günaydın Meyra.” Dedi uykulu sesiyle. Yemin ederim günüm şimdi aymıştı. Üzerimdeki tüm sinirler alınmış, kendimi bir kuş kadar hafif hissediyordum. “Geçsene.”
 
Ayakkabılarımı çıkarıp içeri bir adım attım. “Günaydın.” Arkamdan kapıyı kapatırken, çantamı portmantonun yanına bıraktım.
 
Koridorda ilerlemeye başladım. Erman tuvaletin kapısını sertçe tıkladı. “Hadisene Zehre! Tuvalete mi düştün?”
 
Mutfak kapısından girecektim ki onu izlemeye devam ettim. Lavabonun kapısı açıldı. “Patladın mı abi?”
 
Zehre önünden geçerken Erman hafifçe kafasına vurdu. “Odanda süslen odanda!”
 
Zehre oflarken beni fark etti. “Ne gülüyorsun? Komik mi Meyra Hanım?”
 
Sessizce başımı salladım. Zehre de giyinmiş hazırdı. Mutfağa girdiğimizde Yasemin abla çayını yudumluyordu. “Hoş geldin Meyra.” Bana kocaman gülümserken çaydanlığa doğru uzandı.
 
“Ben dökerim Yasemin abla.” Diyerek çaydanlığı kavradım.
 
“Siz başlayın kahvaltıya, ben dökerdim kızım.” Yasemin abla geri yerine oturdu. Sıra Erman’ın bardağını doldurmaya gelmiştim. O ne açık ne demli içerdi. Tam ortasında severdi.
 
“Ben biraz atıştırdım.” Diyerek Zehre’nin yanına oturdum.
 
Zehre önüme iki dilim ekmek koydu. “Ha kesin yemişsindir! Tufan rahat bırakmamış işte ye.”
 
“Zaten biz Meyra'yla bu kardeşlerden ne çekiyoruz belli değil.” Erman’ın sesiyle kalbim bir an durdu.
 
Gülümserken karşıma oturmasını seyrettim. Zehre gözlerini devirdi. “Bence Meyra ile ikimizin sorunu, erkek kardeşlere sahip olmak. Keşke bir kız kardeşim olsaymış.”
 
“Çok konuşma. Kahvaltınızı yapın.” Saatine baktı. “Beş dakika içinde kalkarsanız sizi okula bırakırım.”
 
Zehre kafasını salladı. “Biz bu saatte okula gitmiyoruz canım. Sana güle güle.”
 
“Zehre bir gün elimde kalacaksın.” Erman gözlerini kısmış doğruca Zehre’ye bakıyordu. Zehre’nin korktuğunu yanımda hareket etmesinden anlamıştım.
 
Yasemin abla Erman’a şekeri uzattı. “Meyra’ya da uzat.”
 
Erman çayına bir küp şeker atarken şekeri masaya geri bıraktı. “Meyra şeker kullanmaz.”
 
Bir anda şaşırmıştım. Zehre de öyle! Masanın altındaki telefonundan bakışlarını öyle bir kaldırdı ki gözleri yuvalarından çıkacaktı. Biliyordu! Çayı şekersiz içtiğimi biliyordu!
 
“Abi! Sen Meyra’nın çayı şekersiz içtiğini nereden biliyorsun?”
 
Erman çatalını eline aldı. “Nereden bileceğim kızım, kaç kere birlikte çay içtik.”
 
Zehre manalı bir şekilde dudaklarını yamulturken ayağımı sertçe ayağına geçirdim. Ama acıyla bağıran Zehre değil Erman olmuştu. Zehre anlamsız bir şekilde bakarken ben gözlerimi kocaman açmıştım. Gerçekten ona vurmayı nasıl başarmıştım bilmiyorum.
 
“Lan ne vuruyorsun?”
 
“Ne?”
 
Telaşla Zehre’yi dirseğimle dürttüm. “Hedefini mı şaşırdın Zehre'ciğim? Bana vuracağına Erman’a vurdun.”
 
Zehre bana mal gibi bakıp dudaklarını birbirine bastırdı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ama dayanamayıp öyle bir kahkaha attı ki sanki kendini durduramayacak gibiydi.
 
Erman iyice sinirlenmişti. Zehre kendini durdurmaya çalışıyordu ama yapamıyordu.
 
“Ben...” dedi kahkahalarının arasında. “Nasıl becerdi...” gülmekten resmen konuşamıyordu. “Abi valla,” dedi derin bir nefes alırken. “Nasıl oldu anlamadım.” Tekrar gülmeye başladı. Hatta o kadar çok gülüyordu ki başı omuzuma düştü.
 
Yasemin abla da sadece gülümsüyordu. Erman çayını yavaşça içip ters bakışlarını Zehre’den çekmedi. “Ben gidiyorum. Yoksa bu kız elimde kalacak.”
 
Erman ne ara giyinip çıkmıştı görememiştim. Zehre zorla susmuştu. Belki de onun kahkahaları yüzünden onu duyamamıştım. Ekin’in mesaj atmasıyla aşağı inmiştik. Zehre hemen başıma gelen talihsiz olayı anlatmıştı bile. Daha doğrusu zorla anlatmıştı. Gülmekten yerlere yatacaktı. Ekin de ona eşlik etmekte geç kalmamıştı.
 
“Yüzünün halini görmen lazımdı. Abime tekme attın lan abime!”
 
🌺
 
Ekin fazladan derse kalmıştı. Okuldan Zehre’yle ikimiz dönüyorduk. Kollarını önümde bağlamıştım. Çünkü sulu boya çalışması yaparken, fırçayı yıkadığım su üzerime dökülmüştü. Hep o bana çarpan Pelin yüzünden olmuştu. Tek tesellim ise son derste olmamızdı.
 
Zehre bu kez şimdiki halime gülüyordu. “Ne sakarsın lan sen?” Tekrar kıkırdadı. “Valla bugün sana gülmekten yanaklarıma kramplar girdi. Hatta derste bile gülmeye başladım senin yüzünden. Sınıftakiler aklımdan şüphe etmeye başladı.”
 
“Nedir bu üzerimdeki şanssızlık anlamadım gitti ya! Demek ki güne kötü başlayınca böyle oluyormuş.” Yüzümü astım.
 
Zehre gülüp gülmemek arasında gidip geldi. “Öyle deme kardeşim. Benim günümün harika geçmesini sağladın. O yüzden! Sen beni güldürdün ya, Allah da seni güldürsün.”
 
“Âmin Zehre amin! Ama bir kere daha gülersen seni Asım’ın önünde rezil ederim.”
 
“Ama komik!” Dedi mızmızlanarak.
 
Zehre evinin önünde benden ayrıldı. Eve gider gitmez duşa girdim. Okul kıyafetlerimi makinaya atıp çalıştırdım. Hava çok sıcak olduğundan altıma bir şort geçirdim. İçeride oturacağım için pek özen göstermedim. Saçımı kuruttuktan sonra bilgisayarın başına geçtim. Ve yine bir etkinlik arayışına girdim.
 
Telefonun titreşimini duyuyordum. Sonra çantanın ön gözünde unuttuğum telefonum aklıma geldi. Sessizde bırakmıştım. Arayan Duygu'ydu.
 
“Efendim kanka?”
 
“Ne yapıyorsun?”
 
“İyi duştan çıktım şimdi, sen ne yapıyorsun?”
 
“İyi bende okuldan geldim. Kanka matematikçi problem verdi sana zahmet gelip şu kardeşinin beyin algılarını açsan?” Duygu kendini derslerine verirdi ama bir tek matematik hocasının anlattıklarını anlamıyordu.
 
“Zehre matematikte iyi biliyorsun değil mi?” Kıkırdadım.
 
“Sen anlatınca ben daha iyi anlıyorum. Zehre beni ciddiye almaz zaten.”
 
“Tamam peki geliyorum.” Gülümseyip telefonu kapattım. Bilgisayarımı açık bıraktım. Evden çıkarken lastik terliklerimi giydim. Duygu’ların evi yakındı, hem zaten hemen geri dönmeyi planlıyordum.
 
Sokakta terliklerimi sürte sürte Duygu’ya geldim. Kapıyı açıp kocaman gülümsedi. Onun da ev hali benimkinden farksızdı. Altında şort üzerinde bol tişört vardı.
 
İçeri geçip doğruca odasına yöneldim. Evde kimse yoktu. Çünkü annesi ve babası çalışıyordu. Çalışma masasının üzerinde duran yaprakları inceledim. Duygu karalayıp durmuş ama bir çözüme varamamıştı anlaşılan.
 
Kapının ağzında dikilip bıkkın bir nefes verdi. “Görüyorsun.”
 
“Tamam sıkma canını ben hemen sana anlatırım şimdi.”
 
“Dur çay koyayım. Sen bana anlatana kadar demlenir.”
 
Duygu kısa sürede geri döndüğünde masanın başına geçmiştik. Ona benzer bir problem çıkarıp tane tane nasıl çözüldüğünü anlattım. Ardından kendi problemini hemen çözmüştü. Doğru olduğunu onayladığımda, sinirle kalemini masaya bırakıp başını sıvazladı.
 
“Ya şu Allah’ın belası soru bu kadar kolay madem, neden ben hocanın anlattığından bir bok anlamıyorum?”
 
“Ya yine takıldığın bir şey olursa ben yardım ederim biliyorsun. Sen not tut yeter.”
 
“Sağ ol Meyra. Nasıl sevaba girdin bilsen..” Ardından ellerini çıplak bacaklarına vurdu. “Çay demlenmiştir.”
 
Duygu’nun haline gülerken kalkıp gidişini izledim. Masasının üzerini kabaca topladım. O sırada Duygu elinde tepsiyle geri geldi. Masanın üzeri biraz açılmıştı. Tepsiyi masaya koyarken sandalyesine yerleşti.
 
Çayın yanında tatlı da getirmişti. Sandalyemi iyice masaya çektim. Duygu ayaklarını benim sandalyeme uzatırken bende ayaklarımı onun sandalyesine yaslamıştım.
 
Çayımdan bir yudum alıp Duygu’ya baktım. “E? Barbaros abiyle anlaşabiliyor musunuz?”
 
Elinde aldığı tatlı tabağını çevirdi. “Gibi gibi.” Anlamsız bakışlarla ona baktım. “Eskisinden iyiyiz. Sinirimi tutmaya çalışıyorum.”
 
Bacağımı büküp tekrar doğrulttum. “Yani? Sevgili misiniz?”
 
“Onun gibi bir şeyiz bilmiyorum. İkimize bir şans verdim. Huylarımız aynı. Nasıl ilerleyecek bilmiyorum.” Omuzunu silkip bardağını kavradı. Anladım ki pek konuşmak istemiyordu. Tatlımdan bir çatal aldım. “Sabah ne olmuş?” diye sordu.
 
Bakışlarını birden Duygu’ya kaldırdım. “Ne olmuş?”
 
“Zehre aradı. Ama gülmekten konuşamadı. Yarım yamalak bir şeyler konuşunca sinirlenip telefonu kapadım. Yok Meyra, yok abim, dedi ama hiç bir şey anlamadım tabi.”
 
“Bu Zehre beni delirtecek.” Sabır çekerek derin bir nefes alıp verdim. Olan biteni kısaca anlattım.
 
Duygu kısa bir kahkaha attı. “Sen git Erman’a tekme at.”
 
“Gülme Duygu. Ne kadar utandım anlatamam.” Sandalyede olan bacağımı sağa sola sallamaya başladım.
 
“Tamam tamam. Bir şey demedim.” Çayları tazeledikten sonra geri geldi. “Bundan sonra sen benim özel hocam falan ol. Çok iyi anlatım yapıyorsun.”
 
“Valla ücret olarak her seferinde böyle tatlı isterim. Yoksa gelmem.” İkimiz de gülümsedik. Sonra öyle bir muhabbete dalmışız ki saatin geç olduğunu fark etmemişim. “Kız saat kaç oldu ben gideyim daha etkinlik bakacağım.”
 
“Daha stajına var yetiştirirsin merak etme.”
 
Ayaklanıp tişörtümü düzelttim. “Son güne bırakmak istemiyorum.”
 
“Çalışkan kızım benim. Aferin böyle devam et.”
 
Duygu beni kapıdan geçirirken havanın neredeyse kararmış olduğunu fark ettim. Duygu’ya el sallayıp merdivenleri seke seke indim. Çocuktan bir farkım yoktu. Bizim sokağa dönmek üzereydim ki karşıma çıkan köpekle küçük dilimi yutacak gibi oldum. Adımlarım otomatik olarak geri gitti.
 
Öbür sokaktan dolaşmaya karar verdim. Bacaklarım resmen titriyordu. Seri adımlarla sokağı geçtim. Arkama sürekli bakıp köpeğin gelip gelmediğine baktım. Köşeyi döndüm. Karşıma aniden Olcay abi çıkınca çığlık attım.
 
Olcay abi yüzünü buruşturdu. “Ne ses varmış sende be kızım!”
 
“Olcay abi insanın önüne öyle çıkılır mı ya? Aklım gitti.” Titreyen elimi kalbime koyarken, bir yandan damağımı kaldırdım.
 
“Benim de kulaklar gitti.” Dedi omuzundaki sırt çantasını düzeltirken.
 
“Ya köpekten kaçıyordum ne yapayım? Sende öyle birden karşıma çıkınca ödüm patladı.”
 
Olcay abi tebessüm ederken çıktığım sokağa baktı. “Tamam gel ben seni eve kadar geçireyim.”
 
“Gerçek?”
 
“Gerçek gerçek. Gel hadi.” O kadar mutlu olmuştum ki içime bir rahatlama gelmişti. Kocaman gülümsüyordum şuan. Belli ki ben tek başına mahalle arasında dolaşmamalıydım.
 
Olcay abiyle yürümeye başladım. “Sen ne yapıyorsun?”
 
“İyi Doğan’ı bekliyordum. Bu akşam maç yapacağız bizimkilerle.” Demek Erman’ım da orada olacaktı.
 
“Keşke bizde izleyebilsek. Ben futbol severim.”
 
“Bilmez miyiz? Oynamayı da seversin.” Kısa kahkaha attı. Küçükken bende onlarla oynardım. Ama onlar beni küçük bir çocuk gibi oynatıyorlardı. Sakarlıklarım tabi ki meşhurdu! Hatta Duygu da futbolu severdi ama onlara hiç takılmazdı.
 
“Ama küçüktüm o zaman. Şimdi ona kadar top sektirebiliyorum.”
 
“Büyük ilerleme. Bu akşam gelip izleyebilirsiniz o zaman, belki bir kaç şey daha öğrenirsin.”
 
Sesli bir şekilde güldüm. “Kızlara sorarım eğer ‘tamam’ derlerse geliriz.” Bizim sokağın başına gelmiştik. “Buradan sonrasını ben giderim artık.”
 
“İyi bakalım dikkat et kendine.”
 
“Teşekkür ederim.” Olcay abiye veda edip yoluma devam ettim.
 
Eve adımımı atar atmaz elim telefona yapıştı. Hemen gruba yazdım.
 
Siz:
Bu akşam futbol izlemeye gidiyoruz kızlar itiraz kabul etmiyorum, şimdiden söylemesi!!!
 
Duygu:
Sen etkinlik hazırlayacaktın en son
 
Siz:
Yarına erteledim
Çünkü Erman’ın maçına gitmek daha cazip geldi
 
Zehre:
Şimdi anlaşıldı karın ağrın
 
Ezgi:
Mehmet de gidecekmiş ben gelirim
 
Zehre:
Abim çantasını alıp şimdi çıktı
Evden oturmaktansa insanların arasına karışmak daha iyi
 
Siz:
O zaman herkes geliyor
 
Duygu:
Bana da uyar
 
Ezgi:
Ekiiin! Ses ver kuzum!
 
Ekin:
Erkeklerle pek içli dışlı olmayı sevmiyorum biliyorsunuz
 
Zehre:
Ah be Ekin! Tamam kıyıda köşede bir yerde otururuz
 
Ekin:
O zaman bende gelirim tamam
 
Siz:
Herkes hazırlansın o zaman
Yarım saate bizim bahçede buluşuyoruz!
 
Altıma dar mavi kotumu, üzerime v yaka beyaz bol tişörtümü giydim. Oldukça spor görünüyordum. Beyaz spor ayakkabılarımı geçirdim mi tamamdım. Aşağı inerken annemi televizyon önüne kahve götürürken gördüm.
 
“Anne biz kızlarla Erman'ların maçını izlemeye gidiyoruz.”
 
“Allah Allah? Nereden çıktı durduk yere?” Kaşları havalanmıştı. Kahveyi koltuğun kolçağına koyup bana döndü.
 
“Olcay abi maça gidiyordu. O söyledi. Gelin izleyin, dedi.”
 
Sessizce ofladı. “Tamam. Ama sakın geç kalma.”
 
Bahçeye çıktığımda kızlar da gelmiş çardakta muhabbet ediyordu. Hepimiz tişört ve pantolon giymiştik. Sadece modelleri farklıydı.
 
🌺
 
Kısa sürede halı sahadaydık. Sahanın ortasında top sektiren Erman'ı görmemle nefesimi tutmuştum. Bu adamın her hâline aşıktım. Ayağıyla sertçe vurduğu topu kafasına aldı. Tam üç kez sektirdi. Dördüncüye daha sert vurup karşısında duran Doğan abiye attı. Doğan abi kafasında sektirmeye devam ediyordu. Ama benim gözlerim, sadece Erman’ın üzerindeydi. Kocaman gülümsüyordu. Doğan abiye bir şeyler söylüyordu, ardından dudaklarından sayı saydığını anlayabilmiştim.
 
Ne ara oturduğumuzu bilmediğim oturakların üzerinde oturuyorduk. Yanımda kimin oturduğunu bile bilmiyordum. Ardından Erman elleriyle kendini işaret etti. Dudakları sürekli kıpırdıyordu. Top tekrar kafasıyla buluştu. Kaç kere olduğunu sayamamıştım. Dizine aldığı topu birkaç kere daha sektirdi ve düşürdü. Tekrar kocaman gülümsüyordu.
 
Dünyadan kopmuş gibiydim. İçim anlatamayacağım kadar kıpır kıpırdı. Tüm gece ondan gözümü ayırmadan, onu izleyebilirdim. Fark edilmezdim. Doya doya onu izleyecektim!
 
Sonra sahanın ortasında ilerlemeye başladılar. Anladığım kadarıyla kura çekeceklerdi. Halı saha maçını, bir şey çıkmadığı sürece neredeyse her hafta sonu, hatta bazen hafta içi tekrarlardı. Öyle önemli bir bahse falan oynamazlardı. Sadece antrenman, ve vakit geçirmek için oynarlardı. Uzun zamandır onları izlemeye gelmemiştik. Aralarında tanımadığım birkaç kişi daha vardı.
 
Yanımda bir kıpırtı oldu. “Biz neden çekirdek almadık ya?” Bu Zehre’ydi. Diğer yanımda bir kıpırtı daha oldu.
 
“Sen gidip alırsın o zaman aşkım hadi.” Ezgi, Zehre’ye bir öpücük attığında Zehre şikayet etmeden yerinden kalktı.
 
“Gideyim. Gözüme birkaç kişi kestirdim. Belki tanışırız.”
 
Ekin, Zehre’nin yanında oturuyordu. Çok kötü bir şey söylemiş gibi başını Zehre’ye doğru dikti. “Sen ne kadar iki yüzlüsün. Hani Asım’ı seviyordun?”
 
“Asım bana bakmaz Ekin’ciğim. Kısmetimi kapatmayacağım o yüzden.”
 
“Yazıklar olsun sana Zehre. Sevgi öyle bir şey mi? Umudunu kestiğinde vazgeçmek mi?”
 
Hepimiz birden suspus olduk. Zehre birkaç saniye sustu. “Biz olamayız. Oturup acı çekmeyeceğim.” Ama Zehre’nin yüzünde öyle bir ifade vardı ki, zorla gülümsüyor gibiydi. Onu tanıyorduk, rol yapmasına gerek yoktu. Acı çekeceğinden mi korkuyordu bilmiyorum ama, Asım’dan ciddi bir şekilde hoşlanıyordu. “Biriniz benimle gelin bari.” Diye mırıldandı.
 
Ekin gözlerini devirdi. “Onlar meşgul şimdi, ben geleyim.” Hepimiz kıkırdadık, Duygu hariç. Onun hala Barbaros abiyle aralarında olan şeyi bilmiyorlardı. Her ne kadar söylemek istesem de ağzımı tutuyordum.
 
Etrafıma kısa bir göz gezdirdim. Daha çok erkek vardı. Erman’ların arkadaşlarını olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kalabalık değildi. En fazla on kişi vardı. Kızlar da vardı tabi. Bazılarını tanıyordum. Bizim mahalledendi. İçlerinden biri Armağan abinin müstakbel nişanlısı Çağla ablaydı. Göz göze gelince birbirimize gülümsedik. Çağla abla, arkadaşlarını da getirmişti belli ki, yanındakileri ilk defa görüyordum. Bu durum hoşuma gitmemişti. Hatta Çağla ablaya hafif bir kin beslemiştim.
 
Önüme döndüm. Takımlar kurulmuş ikiye ayrılmışlardı. Gözlerim hemen Erman’ı bulmuştu. Ellerini beline koymuş ayaklarını yere vuruyordu. Hâlâ bizi fark etmemişlerdi. Birkaç saniye sonra başlamışlardı. Yanıma biri oturdu. Avucumu açıp çekirdek koydu. “Kıza bak kitlenmiş resmen.” Zehre’nin sesini duysam da avucuma koyduğu çekirdeği çitlemeye başladım.
 
Maç bitene kadar gözümü Erman'dan ayırmadım. Hatta kaç kaç bittiğini bile bilmiyordum. Ben yalnızca onu izledim. Avucunun içiyle alnındaki teri sildi. O kadar çok terlemişti ki saçlarının parladığını görüyordum. Asla tiksinmedim. Hatta ona bu haliyle sıkı sıkıya sarılırdım.
 
Birinin uzattığı suyu aldı. İlk önce o güzel gülüşünü gösterdi. Sonra birkaç yudum su içti. Ardından o suyu başından aşağı boşalttı. Yemin ediyorum aldığım nefesi vermeyi unutmuştum.
 
Gülümsüyordu. Yanındaki üzerine bir şişe daha şu boşalttı. Sarp abiydi. Ayaklandığımı hissettim. Biri kolumdan tutuyordu. “Hey! Ay bu kız iyice gitti.” Kolumu sarsan kişiye baktım. Tabi ki ayarsız Zehre'ydi! “Dünyadan Meyra'ya? Gidiyoruz hadi.”
 
“Nereye ya?” Diye mızmızlandım.
 
Yanımdan Duygu geçti. “Ne yapacaktık? Onları bekleyecek halimiz yok. Giyinecekler daha.”
 
Dudağımı büzerek ilerlemeye başladım. Ezgi bile beklemiyor bizimle geliyordu. Saha dışına çıktığımızda otobüs durağı fazla kalabalık değildi. Duygu bir arkadaşını görünce birkaç dakika sohbet ettik. Sonra Çağla abla ve kız arkadaşlarını göremediğimi fark ettim.
 
“Çağla ablaları gördünüz mü?”
 
Ekin arkasını gösterdi. “Galiba Armağan abiyi bekleyecekler. O tarafa gittiler.”
 
Birden içimdeki kıskançlık volkanı patladı. “Ne? O zaman biz niye beklemiyoruz?” Arkadaşlarıyla birlikte gitmişti. Belki de arkadaşlarını arkadaşlarıyla tanıştıracaktı. “Hadi bizde geri dönelim.” Diyerek Zehre’nin kolundan çıkmaya çalıştım.
 
Beni tekrar geri çekeledi. Bu kez Ekin “Saçmalama Meyra. Tekrar geri dönecek halimiz yok.”
 
“Ya bana ne! Ben geri dönmek istiyorum!” Diye hışımla Zehre’nin kolundan çıkmamla birlikte biriyle çarpıştım. Kendi ayağımın üzerine basınca dengemi kaybettim.
 
Ama çarptığım kişi beni dirseklerimden destekleyince bükülen dizlerimi doğrularak düzelttim. “Çok pardon!” Diye ağzımdan çıkıverdi. Tam bir geri zekalı gibi gözüküyordum.
 
Gözlerim karşımdaki adamın gözleriyle kesişince birden utandım. Elleri hala dirseklerimdeydi. “Önemli değil..” dedi. Cümlesi yarım kalmış gibi yüzüme bakıyordu. Ellerini çekti. “Seni tanıyor muyum?”
 
“Hiç sanmıyorum.” Diye kafamı salladım. Onu ilk defa görüyordum. Genç ve hoş birine benziyordu.
 
“Sen tribünde gözünü sahadan ayırmayan kızsın. Futbolla aran iyi sanırım.” Kaşlarımı çatlarken dudağımı büktüm. Önümde falan mı oturuyordu?
 
“Biraz ilgim var.” Kibarca geri çekildim. “Tekrar pardon.”
 
Kocaman gülümsedi. “Önemli değil.” Yanımdan geçerken elini salladı. Bense sadece tebessüm ettim.
 
Zehre bir anda kolumu tutup sarsmaya başladı. “Of! Çocuk yıkılıyor!”
 
Duygu başını çevirdi. “Geri zekalı bu kız ya!”
 
Ezgi yanımda kıkırdayıp duruyordu. Ekin yüzünü buruşturdu. “Tipim değil.” Yan gözle durağa baktığımda çocuğun hala bana baktığını gördüm.
 
“Pes artık! Bugün bu kadar sakar olmam tamamen şanssız olduğumu gösteriyor başka bir şey değil!” Kendi kendime söylenirken kızlar halime gülüyordu. “Artık Salı günlerinden nefret ediyorum!”
 
Oflayarak başımı çevirdiğimde, adımlarım durdu. Erman, Barbaros abi, Mehmet ve Sarp abiyle birlikte buraya doğru geliyordu. Beni görmüş müydü bilmiyorum ama bir an paniklemiştim. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim. Arkamı dönerken, bu kez kaldırımdan ayağım kaydı ve bileğimi burktum. Dudaklarımdan kısık bir inleme dökülürken olayı çaktırmamaya karar verip dudaklarımı birbirine bastırdım. Ciddi anlamda, Salı günlerinden nefret ediyordum!
 
Zehre ne olduğunu anlamamış bana dönmüştü. Ama ben hiç bir şey çaktırmadım. Sonra arkamdan gelenleri görmüş olacak ki şaşkınlıkla, “Abi?” dedi.
 
“Siz ne yapıyorsunuz burada?” Sesi düzdü. Kızgın ya da şaşırmış değildi. Düzdü. Nefesimi dizginlemeye çalışıyordum. “Mehmet görmüş sizi çıkarken..”
 
“Sizi izledik. Şimdi de otobüs bekliyorduk.” Ellerimin titrediğini fark ettim. Bu yüzden ellerimi birleştirdim.
 
“Neden haber vermediniz?” Saçları ıslak ve dağınıktı. “Ne demek otobüs beklemek? Hadi gelin biz sizi bırakırız.”
 
Zehre ağzını açacaktı ki, az önce duyduğumuz o tanıdık ses Zehre’nin susmasını sağladı. “Erman?”
 
“Deniz?”
 
“Dostum çok iyi oynadınız.” Az önceki çocuk şimdi yanımızdaydı.
 
Erman gülümsedi. “Senin gibi adaletli hakem bulamayız, biliyorsun.” Kocaman yutkundum. Deniz denen çocuk hakem miymiş!?
 
“Sizin oynadığınız oyunun hastasıyım ama, eğlenceli oluyor.” Şimdi Erman’ın tam yanındaydı. Erman’dan uzun olduğunu fark ettim. Bana baktığını anladığım an yüzümü çevirdim. Hatta utanmasam arkamı dönecektim.
 
Erman’dan ses gelmedi. Zehre hala kolumda olduğundan kolumu avucunun arasında sıktı. Tekrar onlara döndüğümde Erman, Deniz'e ters ters bakıyor. Deniz de bana bakıyordu. Boğazımı temizledim.
 
Erman bir adımda önümüze geçti. “Mehmet sizi arabaya götürsün. Ben de geliyorum şimdi.”
 
Mehmet arkamızdan iki büyük adımla çıktı. Avucunda Ezgi'nin avucu vardı. Bileğimin burkulduğunu unutup sert bir adım atınca acıyla ufak bir çığlık attım. Dizim bükülürken bu kez beni bir kolumdan yakalayan Erman'dı.
 
Gözleri karanlıkta parlıyordu. Burnumun hemen dibindeydi. Azıcık uzansam onu öperdim. Şeytan dürtmüyor değildi..
 
“Ne oldu?” Diye sordu hemen. Göz göze gelmemiz bile saniyelikti.
 
Zehre beni daha da destekledi. “Az önce takıldı. O zaman oldu herhalde.”
 
Erman omuzundaki çantayı Barbaros abiye uzattı. “Basabiliyor musun?”
 
Denedim. Gerçekten zorladım. Çünkü çok utanmıştım. Birkaç adımı zorla attım. Ama canım çok yanıyordu. Sakarlığıma içten bir küfür ettim.
 
Başımı hızlıca ‘hayır’ anlamında salladım. Sonra Erman hiç beklemediğim bir şey yaptı. Hızlıca beni kucaklamıştı. Kolum Zehre’nin avuçları arasından kayarken büyük bir şokla bana bakıyordu. Emindim ki ben ondan daha fazla şaşkındım. Erman birkaç adım attı.
 
“Haftaya görüşürüz!” Diye seslendi Deniz. Durdu ve arkasına baktı. Bu sayede yüzü yüzüme daha yakın olmuştu. Bacaklarımı hissetmiyordum. Galiba bayılacaktım.
 
“Erman. Beni yere indirir misin?” Sesimin titrememesine özen gösterdim. Bir anda bana döndü. Nefesimi tuttum. Çünkü nefes almayı unuttum.
 
“Üzerine basamıyorsun. Arabaya kadar seni taşırım.”
 
Dudaklarımı utançla kemirdim. “Herkes bize bakıyor.” Doğru söylüyordum. Barbaros abi ve Sarp abi bile şaşkındı.
 
“Baksın. Seni ilk defa kucağımda taşımıyorum.” Kaşlarım bir anda çatıldı.
 
“Ne?”
 
Yüzünü yüzümden çekince gülümsedi. Ve adım atmaya başladı. “Tabi sen hatırlamıyorsun.”
 
“Tabi ki öyle bir şey hatırlamıyorum!” Diye bilmiş bilmiş konuştum. Güldü. Bir şey söylemedi. “Bir şey söyle.” Elimi omuzundan ensesine koydum. Bilerek yapmamıştım. Bir anlık dalgınlıktı. Elimi çekmedim. Baş parmağım saçlarına dokunuyordu. Kısa bir an yüzüme baktı sonra önüne döndü. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
 
Dudaklarımı kemirdim. Erman’ın omuzunun üzerinden baktığımda arkadaşlarım bana bakıyordu. “Ben yürüyebilirdim belki..” dediğimde yüzüme bakmadı.
 
“Hanımefendi kucakta gidiyor, ama hala şikayet ediyor.” Sesi düzdü. Gülümsemedi veya tebessüm etmedi.
 
“Sağ ol.” Diyerek tavır yaptım. Tabi ki de şikayet etmiyordum! En huzurlu olduğum yerdi onun kollarının arasında olmak. Ona dokunmak.. her şeyden çok istediğim andaydım şuan. Sadece, utanıyordum.
 
Arabalar gözükmüştü. Yanlarında dikilen kişileri uzaktan seçmek zor değildi. Çağla ablanın arkadaşları, Armağan abi, Doğan abi, Olcay abi... kısaca tüm arkadaşları buradaydı. Neden bizi beklemişlerdi ki sanki? Gitseymişler keşke!
 
Bizi fark etmeleri uzun sürmedi. Şaşkın yüz ifadelerine daha fazla bakamadım. Erman beni kaputun üzerine bıraktı. “Burada bekleyin, ben sizi bırakacağım.”
 
Yanımdan ayrılırken soğuk bir rüzgar esti sanki. Dudaklarımı birbirine bastırırken Mehmet aynı yol üzerindeki arabanın kapılarını açtı. “O zaman ben Ekin, Duygu ve Ezgi'yi götürüyorum.”
 
Erman elini kaldırıp onu onayladı. Sırasıyla Ezgi, Ekin ve Duygu'yla öpüştüm. Onlara haber vermemi söylediler. Zehre hemen dibime sokuldu. Ağzını bir karış açtı.
 
“Abim resmen seni kıskandı!”
 
Kolunu çimdikledim. “Saçmalama Zehre!”
 
Kolunu tutup yüzünü buruşturdu. “Kolumu kopardın aptal!”
 
Bakışlarım Erman’ı buldu. Armağan abi bir şeyler söylüyordu. Sarp abi yanıma geldi. “Cimcime! Ne oldu sana böyle?”
 
“Bir şey olmadı ayağım burkuldu sadece.”
 
“Şaşırmadık.” Diye gülünce elimi ona doğru savurdum. Dengemi kaybedip kaputun üzerinden kayınca bileğim daha çok acımaya başlamıştı. Bu kez Sarp abi kolumu yakaladı. “Büyüklere karşı gelirsen, böyle olur işte.”
 
Sarp abiye kötü kötü baktım. O anda yanıma gelen Erman ve Çağla ablanın arkadaşını gördüm. Zayıf, uzun boylu bir kızdı. Saçları açık kumraldı. Güzeldi. İçim bir kötü olmuştu. Kaputun üzerine, tek ayağımdan destek alarak tekrar oturdum.
 
Kız bana gülümsedi. “Meyra'ydı değil mi?” diyerek saçını kulağının arkasına aldı. “Ben hemşireyim. Erman ayağının burkulduğunu söyleyince bakayım dedim.”
 
Bakışlarım değişti. “Aynı yerde mi çalışıyorsunuz?” Diye sorunca kız gülümsedi.
 
“Evet. Tesadüfe bakın ki, Erman da Armağan’ın arkadaşı çıktı.”
 
“Sıçayım böyle tesadüfe.” Diye geçirdim içimden.
 
“Bakabilir miyim?” Diye üzerime eğildi. Erman’a baktım. Bana değil o kıza bakıyordu.
 
“Ben iyiyim aslında.” Diyerek yerimden kalkmaya çalıştım. Erman omuzundan tuttu.
 
“Sen bir kontrol et Esra. Meyra biraz inatçıdır.” Oflayarak ellerimi kaputun üzerine koydum.
 
“Hiçte bile!” Dediğimde Zehre kıkırdadı.
 
Esra ayakkabımı çıkardı. Ayak bileğime nazik bir şekilde dokundu. Sızlıyordu ama sesimi çıkarmadım. Sadece Erman’a bakıyordum. Bileğimi döndürünce yerimde sıçradım.
 
Esra ayağa kalkınca doğruca yüzüme baktı. “Önemli bir şey değil, ama sen gidince şişmesin diye bileğine buz koy. Üzerine de şimdilik basmamaya çalış. Sabah kalktığında daha iyi hissedersin.” Ardından gülümsedi. Tebessüm ederek teşekkür ettim. Sonuçta ben kötü biri değildim.
 
Zehre’nin omuzunu dürttüm. “Ver şu ayakkabımı!”
 
Zehre eğilip ayakkabımı ayağıma geçirdi. “Sen zahmet etme canım, ben yaptım bile.”
 
Aşağı inip ayakkabımın üzerine bastım. Tam giymemiştim. Erman, Esra'ya dönüp bir şey demek üzereyken yalandan acıyla inledim. İkisi birden bana dönünce Zehre’ye tutundum.
 
“Kapıyı açar mısın Zehre’ciğim? Ayağımı uzatsam belki daha iyi olur.”
 
Zehre arka kapıyı aralarken, bana sinsi bir gülüş attı. Esra'nın, “Yarın görüşürüz Erman. Garip bir tesadüftü gerçekten.” dediğini duydum. Tabii ki, ayağımı uzatıp onun binmesine izin vermeyecektim!
 
“Görüşürüz. Teşekkür ederiz tekrar.” Zehre bindiğim kapıyı kapatıp ön kapıyı açtı.
 
“Yarın görüşürüz Erman. Gerçekten garip bir tesadüf oldu.” Diye taklidini yaptım. Zehre hemen önümdeki koltuğa otururken kahkaha attı.
 
“Kıskanç.” Dedi kahkahalarının arasından. Elimi aradan uzatıp kafasına patlatmaya çalıştım. Ama öne doğru eğilip tokatlarımdan kurtulmuştu. Hâlâ gülüyordu bir de!
 
Erman’ın kapıyı aramasıyla ikimizde sustuk ama Zehre kahkahasını tutamamıştı. Erman anahtarı çevirirken garip garip Zehre’ye baktı.
 
“Kızım iyi misin sen? Kafanda kaç tahta eksik senin?” Zehre daha fazla kahkaha atmaya başlayınca Erman onu umursamadan arabayı hareket ettirdi.
 
Zehre bir süre kendi kendine sessizce kıkırdadı. Bense Erman’ı izlemeye devam ettim. Önüne bakarken sessizliğini bozdu.
 
“Sabah sizi okula ben götürürüm. Ayağını zorlamazsın.”
 
“Sabah daha iyi olurum ben. Gerek yok.” Dedim düz bir tavırla. Ona sinirliydim. O Esra’ya olan bakışları gözümün önünden gitmiyordu.
 
“Emin misin Meyra? Üstüne basamıyorsun, bir de otobüsle okula gitmek senin için çok zor olur.”
 
“Eminim.” Bıkkın bir nefes verdim. “Eve gidince krem falan sürerim, sabaha bir şey kalmaz. Zaten zorlamam.”
 
“O zaman sabah kötü hissedersen beni arıyorsun. Anlaştık mı?” Hafif suratını bana çevirdi. Sonra tekrar önüne döndü.
 
“Tamam, ararım.” Dedim tavrımı koruyarak.
 
Sabah uyandığımda ayağım gerçekten iyiydi. Okul kıyafetimi giymiş kahvaltıya inmiştim. Akşam Erman kapıya kadar bana destek olmuştu. Annemle kısa bir sohbet edip olan biteni anlattı. Hatta ikisi sakarlığım yüzünden benimle dalga geçmişlerdi. Allah'tan Zehre arabadan inmemişti yoksa üçünü birden çekemezdim!
 
Babam, “Ayağın nasıl oldu Meyra?” Diye sorunca kavradığım çay bardağını geri bıraktım.
 
“Daha iyi baba. Annem krem sürdü akşam. Buz falan iyi geldi.” Sakince kafamı salladım.
 
“Abla sen kör müsün?”
 
Ağzımı açacakken babam “Tufan..” diyerek onu uyardı. Tufan oflayarak ağzını kapamıştı. Kahvaltı sessiz geçmişti. Akşamki moralim daha düzelmemişti. Annemle babamda havadan sudan konuştuğu için dikkatimi çekmemişti.
 
Ekin bahçe kapısından içeri girdi. “Günaydın! Afiyet olsun.”
 
Ekin annem ve babama selam verdikten sonra yerimden kalktım. Ayağım acısa da belli etmemeye çalışıyordum. Ekin’le birlikte Zehre'lere doğru yürürken Ekin akşam ne olduğunu sordu. Benimle dalga geçtiklerini anlattım. Hatta Zehre’ye küfür ettim.
 
Ekin’ciğim kolumu sıvazladı. Sanırım en iyi kalpli olan oydu. Bir tek o benimle dalga geçmiyordu. Erman’ın arabası kapının önünde yoktu. Ekin, Zehre’yi aradığı için bizi bekletmeden aşağı inmişti. Otuz iki dişini göstererek aşağı inince kötü kötü ona baktım.
 
“Götün kaşındı mı Zehre? Sabah sabah sana sövdüm de biraz.” Dememi umursamadan kıçını kaşıdı.
 
“Kaşındı valla. Bende bana küfür edene küfür ediyordum.” Diye dalga geçince elimi ona doğru savurdum. Tabii ki boşa gitmişti.
 
Otobüse binene kadar Zehre akşam olanları anlata anlata bitiremedi. İki de bir Erman’ın benden hoşlandığını söyleyip duruyordu. Ama böyle bir şeyin olmayacağına Ekin de onay vermişti.
 
Konu bir şekilde kapanmıştı. Ekin, “Okul çıkışı bizde toplanalım. Evde tek olacağım, çay falan koyarım.” dedi.
 
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Ben gelemem. Yarın stajım var ve ben daha etkinlik hazırlamadım.”
 
Zehre omuz attı. “Dün koca gün meşguldün tabii.”
 
“Bu kız kaşıyor. Başına gelecek var ama hayırlısı..” diye iç geçirdiğimde ikisi birden kıkırdadı.
 
🌺
 
Okuldan dönerken Zehre ile bana, sınıf arkadaşım Burcu eşlik etmişti. Sınıftaki en yakın arkadaşım. Birlikte aynı üniversite bile düşünüyorduk. Erman’ı sevdiğimi o da biliyordu. Hatta Zehre’yle o kadar iyi anlaşıyorlardı ki bazen dışlandığımı hissediyordum.
 
Burcu bir gün görüşmeyi teklif edince Zehre hemen kabul etmişti. Sözleşip bizim bahçede buluşmaya karar verdikten sonra Burcu, otogardan evine giden otobüse bindi.
 
Eve döner dönmez bilgisayarın başına geçmiş etkinliklerini hazırlamaya başlamıştım. Akşama bırakırsam zor gelecek ve yapmaya üşenecektim.
 
Bilgisayarda işim bitmiş ve karnım acıkmıştı. Okul kıyafetim bile üzerimdeydi. Kapımı kapatıp kilitledim. Tufan insanlıktan anlamadığı için odama pat diye giriveriyordu. Üzerime lacivert askılı badimi giydim. Altıma siyah eşofmanımı. Akşama nasılsa duş alacaktım.
 
Aşağı indiğimde annem Tufan’a bağırıp duruyordu. “Sana kaç defa söyledim, şu ellerini masaya oturmadan yıka diye!”
 
“Yıkadım ya!”
 
“Nasıl yıkamak bu? Ellerin hala kapkara. Çabuk o ellerini yıkamaya.” Tufan oflayarak masadan kalkmıştı. Ellerini yıkamadığına emindim. Annemi asla kandıramazdı.
 
Tufan yanımdan geçerken ellerini üzerime sürmeye çalıştı. Kendimi geri çektim. “Pis misin be? Dokunayım deme, seni mahvederim çocuk!”
 
Tufan dilini çıkarıp lavaboya gitti. Kesinlikle laftan anlamaz dik kafalı çocuğun tekiydi. Masaya oturduğumda saçımı kulağımın arkasına aldım.
 
Annem çorbaları koymuş yerine geçmişti. Babam yüzüme bakınca gülümsedim. “Derslerin nasıl?” Diye sordu.
 
“İyi baba. Staj da çok güzel gidiyor. Hatta Ebru hoca çok iyi gittiğimi söyledi.”
 
“Aferin sana. Üniversitede aynı bölüm mü okuyacaksın?”
 
“Puanım tutarsa öyle düşünüyorum. Hoca, iş yeri açma sertifikası falan alabilirsiniz demişti.” O anda Tufan da gelmişti. Çorbamı kaşıkladım.
 
“Sen yeter ki oku Meyra. Ben senden başka bir şey istemem. Gerisi sana kalmış. İster kreş aç istersen başka bir meslek edin. Ama en önemlisi okuyup, eline mesleğini alman.”
 
“Biliyorum baba.” Tebessüm ettim. “Sen merak etme.”
 
Babam Tufan’a döndü. “Sen ne olacaksın Tufan?”
 
“Ben okumayacağım. Futbolcu olacağım ben.”
 
“Onun için de okuman gerekiyor Tufan.”
 
Tufan ciddi ciddi babama baktı. “Gerçekten mi? O zaman çok çalışmam lazım.” Kısaca kıkırdayıp yemeğe döndük.
 
Akşamı duş almış, odama çekilmiştim. Biraz derslerime göz gezdirdim. Haftaya sınavım vardı. En azından stajı atlatıp belki hafta sonu sınavıma çalışırdım. Yorgunluktan bilgisayarın başında uyuklamaya başlamıştım.
 
Bilgisayarı kapatıp yatağıma geçtim. Telefonuma mesaj gelince uzanıp aldım. Sosyal medyadan takip isteği gelmişti.
 
“Deniz Can Korkmaz seni takip etmek istiyor.”
 
“Hadi canım.” Diye kendi kendime konuştum. “O olamaz herhalde.” Profiline tıkladım. Gerçekten dünkü çocuktu bu! Beni nereden bulmuştu şimdi bu? Tabii ki Erman’dan bulmuştu.
 
Ne yapacağımı düşündüm. Kabul etmeli miydim? Hayır ne gerek vardı? Sonuçta tanımıyordum. Kendi kendime konuşup, isteği sildim. Başımı yastığa gömüp hemen uyudum.
 
🌺
 
Ertesi sabah çok dinç uyandım. Ki bu enerji bana bugün stajda lazımdı! Çocuklarla uğraşmak eğlenceli fakat yorucuydu. Saçımı hemen üstten düzleştirip, üzerime lacivert kotumla mavi bluzumu geçirdim.
 
Seke seke merdivenlerden indim. Annem kahvaltıyı hazırlamış, masada uyuklayan Tufan’ı dürtüp duruyordu. “Günaydın.” Diyerek kahvaltıya geçtim.
 
Annemle babam gülümserken, Tufan yine hainliğini yapmadan duramamıştı. “Abla yüzünde iğrenç bir şey var. Pardon o zaten senin yüzünmüş.” Kendi kendine kahkaha atarken annem koluna vurmasıyla Tufan ağzını kapatmıştı.
 
Ağzımdan çıkardığım zeytin çekirdeğini doğruca Tufan’a attım. Tam alnının ortasına isabet ederken yüzünü ağlamaklı bir şekilde buruşturdu. Bu kez kahkaha atam ben olmuştum.
 
“Pislik!” diyerek masadan kalktı. Yüzünü yıkamaya gittiğine adım kadar emindim. “Sen bittin cadı! Göreceksin sen!” Tehditlerini savura savura giderken ben hala kahkaha atıyordum. Çünkü o zeytin çekirdeğinin ona denk geleceğine ihtimal bile vermemiştim.
 
“Meyra!” Diye içini geçirdi annem. “Bari sen yapma.”
 
“Ne yapayım anne. Cevap vermezsem baş edemeyiz onunla bak ben sana söyleyeyim. Dışarıda da rezil ediyor beni.”
 
“Anlaşıldı.” Dedi annem bu kez trip yaparak. “Siz beni delirteceksiniz.”
 
Hızlı hızlı bir şeyler yedim. Ekmeğimin arasına reçel sürüp masadan kalktım. “O zaman ben kaçayım. Şimdi gelince hem seni hem beni delirtir anne. O gelmeden gideyim ben.” Kıkırdayıp el salladım. “Hadi size afiyet olsun.”
 
Kapıdan çıktığımda ekmeğimi ısıra ısıra yürüyordum. Necati abinin bakkalın önünden geçerken Asım’ın bakkaldan çıktığını gördüm. Elinde iki ekmek vardı. Beni görünce göz kırptı.
 
“Günaydın. Ne yapıyorsun Meyra?”
 
Ağzımdaki lokma yeni bitmişti. “Günaydın. Staja gidiyorum, sen ne yapıyorsun?” Asım’la kısaca sohbet ettik.
 
“Tamam. Görüşürüz o zaman.”
 
“Meyra,” dediğinde duraksadım. “Sana bir şey sorsam aramızda kalır mı?”
 
“Tabii.”
 
“Zehre. Yani, bana biraz soğuk davranıyor. Bana karşı bir şeyler hissettiğini biliyorum ama emin değilim. Sana bahsetmiştir..”
 
Gülümsedim. “Şöyle söyleyeyim; Zehre senin duygularından emin değil.”
 
Kocaman gülümsediğini gördüm. “Teşekkür ederim.” Sanırım Asım da Zehre’ye karşı boş değildi. Elimde olmadan bende gülümsedim.
 
🌺
 
Stajım bitmiş. Çocukları yolcu ediyordum. Birden kapının önünde, bana hülyalı hülyalı bakan çocuğu gördüm. Yüzüme öyle bir bakıyordu ki yüzümü çeviremedim. Hafif tebessüm ettim. Kardeşinin montunu giydirmiş hala gözlerini üzerimden çekmemişti.
 
“İyi günler öğretmenim. Yarın görüşürüz.” Diyen Eren'e el salladım.
 
“İyi günler Eren. Yarın görüşürüz.”
 
Ebru hoca yanıma gelince fırsattan istifade içeri kaçıp yavaşça toplanmaya başladım. Çantamı boynumdan geçirip, telefonu elime aldım. Zehre’den ve gruptan mesajlar vardı. Telefonu cebime attım. Ona sonra bakacaktım.
 
Dosyama bugünkü etkinlikleri ve birkaç çocuğun bana hediye ettiği resimleri koydum. Ebru hoca ceketini giydi. “Çıkıyor musun Meyra?”
 
“Evet hocam. Yarın görüşürüz.”
 
“Görüşürüz.”
 
Kapıya gidip gitmemek arasında kaldım. Ya o çocuk hala beni bekliyorsa? Kapıdan dışarı kafamı uzattım. Kimse yoktu. Hatta saat beş olduğu için okul sessizdi. Hemen beyaz spor ayakkabılarımı giyip çıktım. Bahçeye adım atar atmaz derin bir nefes alıp verdim. Telefonumun titremesiyle cebimden aldım.
 
İlk yaptığım gruba girmekti. Konuşmaları okurken bir yandan yürümeye devam ediyordum. Elimdeki dosyayı göğsüme bastıracağım sırada Zehre’nin “Asım beni öptü!” mesajıyla şoka girmiştim. Elimi bir anda ağzıma kapatırken dosya kucağımdan düştü.
 
Bir yandan sırıtırken bir yandan dosyam düştüğü için küfür ediyordum. Telefonu cebime koyup eğildiğim sırada yanıma koşar adımlarla biri çöktü. “Ben yardım edeyim.” Bu o çocuktu. Bana bakan çocuk.
 
“Teşekkür ederim. Gerek yoktu.”
 
“Ne demek. Beni tanıdın mı? Gülşah'ın abisi Gökhan.” Kendini tanıtıyordu aslında. Dosyamın kapağını açtım.
 
“Evet. Gülşah'ı almaya gelen velisi...” cümlem birinin önüme çökmesiyle yarım kaldı. Büyük bir şok yaşıyordum. Birinin beni çimdiklemesine ihtiyacım vardı. Erman elimdeki dosyayı almış. Gökhan’ın elinden kağıtları çekmişti.
 
“Sağ ol birader. Ben yardım ederim sen işine bak.” Sert bakışlarını Gökhan’a dikmişti.
 
“Erman?” Her şeyi toplamıştı. Ayağa dikilirken beni de kolumdan tutup kaldırmıştı.
 
“Görüşürüz Meyra. Memnun oldum.” Gökhan’ın sesiyle ona dönmüş başımı hafifçe sallamıştım.
 
Erman elini omuzuma atıp beni döndürdü. Neredeyse bahçe kapısına gelmişim. Karşı yolda Erman’ın arabasını görebiliyordum. Aklım o kadar uyuşmuştu ki, ne yapacağımı kestiremiyordum. Erman kolunu omuzuma dolamıştı! Erman buradaydı! Ellerim karıncalanıyordu.
 
Arabanın kapısını açtı. Beni bindirdikten sonra kapımı kapattı. Dosyam hala elindeydi. Arabanın önünden dolaşıp direksiyona geçti. Dudaklarım kendi kendine gülümsemeye çalışıyordu. Hatta bağırarak gülmek istiyordum. Dudağımı dişleyip elimle ağzımı kapattım. İçim kıpır kıpırdı!
 
Dosyayı kucağıma bıraktı. Ona doğru döndüm. “Sen.. burada ne yapıyorsun?”
 
“Seni almaya geldim.” Arabayı çalıştırdı. Bana bakmadı.
 
“İyi de sen beni hiç almaya gelmezdin.”
 
Bu kez bana doğru döndü. “Seni takip eden bir sapık varmış. Neden bana söylemiyorsun?”
 
“Ne?” Anlamsızca kaşlarımı çattım.
 
“O mu?” Diye sordu arkama doğru bakarken. “Belki de oydu. Çıktığından beri gözü sendeydi.” Arabadan inecekken kolunu yakaladım.
 
“Hayır!” Tekrar bana baktı. “Kim uyduruyor bunları?”
 
“Mahallede konuşurken Armağan duymuş. Benim sana yakın olduğumu düşündükleri için bana sordu.” Sinirle nefes alıp verdi. “Neden bana söylemiyorsun Meyra?”
 
“Çünkü öyle bir şey yok.” Gözlerimin içine bakıyordu.
 
“Bu muhabbetin nereden çıktığını anlatacak mısın?”
 
Sinirden gülmeye başladım. “Tamamen saçmalık. İnanamıyorum. Cemile ablanın başının altından çıktığına eminim.” Gözlerim tekrar Erman’ı buldu. “Ne?”
 
Dikkatle bana bakıyordu. “Bana doğruyu söyle, yoksa bir sapık olduğuna inanıp onu bulana kadar seni almaya geleceğim.” Fikir cazip gelmişti.
 
“Gerçekten. Sapık falan yok.” Kesin bir dille konuşsam da bana inanmamış gözlerle bakıyordu. Nefes almak bu kadar zor muydu? Yoksa ateşim falan mı yükseliyordu?
 
“Tamam. O sapığı bulana kadar seni ben bırakıp, ben alacağım.” Önüne döndü ve gaza dokundu. Gülümseyerek arkama yaslandım.
 
“Beni bırakamazsın, çünkü çalışıyorsun. Sabah o kadar erken gelmiyorum.”
 
“Almaya geleceğim. Bundan kurtulamazsın.” Ciddiyetle bana baktığımda gülümsedim. O da gülümsemeye başladı.
 
“Tamam. Madem inanmıyorsun.” Dedim dudaklarımı birbirine bastırırken. Daha fazla üsteleyemezdim. Benim için hava hoştu. Hem de ne hoş!


Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin