*Kalbimdeki tüm ikametlerin, camı çerçevesi yıkık dökük iken; bir senin pencere önünde çiçekler büyüttüm.
🌺
Bölüm 20:
Hayal KırıklığıKalbim boğazımda atıyordu. Midem kramplar eşliğinde kıvrılıyordu. Bedenim heyecanla titriyordu. Göğsümde beliren hissi tarif bile edemiyordum.
Bu kalp krizi olabilir miydi?
Bir şey söylemem gerekiyordu. Ama benim dilim tutulmuş gibiydi. Erman üzerime doğru bir adım daha attığında, heyecanla geriledim ve duvara daha fazla yaklaştım.
“Sizi izledim Meyra.” Bana bu kadar yakın olması beni daha fazla geriyor ve heyecanlandırıyordu.
“Anlamadım. Sen orada olduğumu nereden biliyordun?”
“Konu bu mu?” Diye sordu sinirle. Ensesindeki saçlarını kaşıdı. “Sen bana ne yaptın bilmiyorum! Ama ben kafayı yemek üzereyim!”
“Suçlu ben miyim?” Söylediği her cümleyi, her kelimeyi, özenle dinliyordum ve yanlış anlayacağım diye ödüm kopuyordu. Herhangi bir umut, beni yukarı çıkarıp son darbeyi yere vurarak beni bitirirdi.
“Onunla birlikte misin Meyra?” Diye sordu sabırsız sesiyle. “Onunla birlikte misin?” Bu kez sesi sertti.
“Hayır.”
“Onunla görüşmeni ya da konuşmanı istemiyorum.”
Kaşlarımı çattım. “Nedenini öğrenebilir miyim?”
“Çünkü ben, ikinizi öyle görmeye tahammül edemiyorum!” Yumruğunu avucunun içine vurdu. “Ben delirmek üzereyim!” Sakinleşmek adına yavaşça nefes alıp verdi. “Meyra ben kendimi tanıyamıyorum. Sürekli, sürekli seni düşünüyorum. Aklımı başka bir şeye veremiyorum. Hep öfkeliyim. Beni bir sen sakin kılıyorsun. Ulan ağzıma sıçıyorsun, sesim çıkmıyor.” Sadece ona bakıyor onu dinliyordum. Sessizce.
Dudaklarım aralandı ama konuşamadım. Konuşmamı bekledi. “Erman, şuan ben..” heyecandan konuşamamak garipti. Ama bunu asla belli etmiyordum. “Doğru mu anlıyorum?”
“Evet.” Parmaklarını şakağımda dolaştırdı. Gözlerine bu kadar yakından bakmak, kokusunu bu kadar net hissetmek.. Allah'ım kalpten gideceğim. Saç diplerimde oyalandı parmakları, ağırca. Gözlerim onun parmaklarının etkisiyle kapandı. Bu kez nefesi alnıma vuruyordu. Ardından burnunu saçıma dokundurdu ve yavaşça kokladı. “Ben böyle bir şey görmedim.” Dudaklarını alnıma sürttü. Sesi o kadar sakindi ki; az önceki siniri hiç olmamış gibiydi. “Ben şuan; senin yanından başka bir yerde olmayı hayal edemiyorum.”
Elini yavaşça boynuma yerleştirdi. Baş parmağıyla çenemi okşadı. Ardından ensemi. Kendimi hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim. Bedenim onun dokunuşuyla uyuşmuştu. Ayaklarım yere basmıyordu. Sadece ve sadece bu anın tadını çıkarıyordum.
Duyduğum ayak sesleriyle, bu kısa sürdü. Erman’ı panikle göğsünden ittim. Tam o anda sokaktan koşar adımlarla Tufan çıktı. “Abla?” Erman ile ikimiz kısa bir an birbirimize baktık. Ardından babamın, “Meyra?” demesiyle bakışlarımızı ona döndürdük.
“Baba?” Dudaklarımı aceleyle ıslatırken, bu kez korkuyla atam kalbimi dizginlemeye çalıştım.
“Nasılsın Hüseyin abi?” Erman soğukkanlı bir sesle babama bakıyordu.
“İyiyim Erman, sen nasılsın?”
“Sağ ol Hüseyin abi.” Bakışları bana döndüğü an gözlerimi kaçırdım. “Meyra’yı gördüm gelirken, yalnız gitmesin diye eve kadar geçireyim dedim.”
“Sağ ol, sağ ol oğlum. Biz geldiğimize göre, sana iyi akşamlar.”
Erman ağırca başını salladı. “İyi akşamlar.”
Tufan önden gitmeye başladığında babam da hareketlendi. Ardından ben. Erman arkada kaldığında, sessizce ona baktım. Elini fazla kaldırmadan el salladı. Alt dudağımın iç kısmını ısırırken gülümsedim. Ardından bakışlarımı ondan kaçırdım.
İki büyük adım atıp babama yetiştim. “Bakkala mı gidiyordunuz?” Çok fazla sırıttığımı fark edip yüz ifademi toparladım.
“Annen akşam yemeğini yine fazla kaçırınca, maden suyu almaya çıktım.” Eliyle Tufan'ı işaret etti. “Tufan da bir şey almadan durmaz. Biliyorsun.”
Babamın koluna girdim. “Bana da bir gofret ısmarlarsın artık?”
Güldü. “Küçükken de çikolata için ağlayıp dururdun. Her işten geldiğimde sana çikolata alırdım.” Bana baktı. “Ne çabuk büyüyorsunuz?”
“Bir keresinde gecenin köründe ağlamıştım. Sende bakkalın kapalı olduğuna inanmam diye beni de götürmüştün. Üzerimde pembe pijamamla. Necati amca sesimi duyunca bakkalı açmıştı. Ne kadar fena bir çocukmuşum ben.”
“Şimdi kardeşine mana buluyorsun. Sen ondan beterdin.” Kıkırdadım. “Sen nereden geliyorsun sahi? Zehre’yi yalnız bırakmışsın. Ne kadar ayıp kızım.”
“Zehre yabancı değil baba biliyorsun. Burcu'larla müzik dinlemeye gittik. Konser gibi bir şey vardı anlayacağın.”
“Zehre’yi de alsaydın. Kızı yalnız bırakma bir daha. Çok ayıp.”
“Çağırdım da gelmedi. Tamam merak etme sen.”
Eve döndüğümüzde Zehre’yi yatağımda kıvrılmış, pikeyi boğazına kadar çekmiş ve gözleri kapalı bir halde buldum.
Kalçasına vurdum. “Boşuna numara yapma. Uyumadığını biliyorum seni hain!” Cıyaklayarak yatağın köşesine kaçtı.
Hemen oturur pozisyona geçti. “Ne yapıyorsun be?”
“Söyle çabuk! Erman’ın orada olduğumdan nasıl haberi oldu? Hani söylemeyecektin Zehre?”
Kekeledi. “Belki yanlışlıkla abime mesaj atmış olabilirim?” Derken gittikçe sesi kısıldı.
“Pes!” Ellerimi hayretle kaldırıp bacaklarıma vururken ona doğru gözlerimi kıstım. “Yani; onunla küs olduğun halde, benim için ona mesaj attın.. İnanmıyorum sana Zehre.”
“Geldi? Geldi değil mi?” Salak gibi sırıtmaya başladı. “Tabi ki geldi! Yoksa haber verdiğimi nereden bileceksin?”
“Geldi.” Heyecanımı saklamaya çalıştım.
Aceleyle dizlerinin üzerinde doğruldu. “Ne yaptı?”
“Bir şey yapmadı.” Derken bu kez gülümsememeye çalıştım.
Zehre ise yataktan fırladı. Omuzumu sarstı. “Bir şey olmuş! Söyle hadi söyle, ne oldu?”
Alt dudağımı dişlerimin arasında ezdim. “Doğru anladıysam; beni Deniz Can’dan kıskanmış.”
Zehre heyecanla ayaklarının üzerinde tepindi. “Sonra, sonra?”
“Beni istediğini söyledi.”
Bu kez omuzuma vurdu. “Biliyordum işte! Biliyordum!” Boynuma sarıldı. Ardından geri çekildi. “Hemen yüz verme. Sürünsün köpek.”
Koluna vurdum. “Zehre!”
“Of tamam! Bir şey demedim.” Gözlerini devirip sırıttı. “Abime bak sen. Valla hemen itiraf etmesini beklemezdim.”
🌺
Gece yatağımda bir sağa dönüyor, bir sola dönüyordum. Resmen heyecandan uyuyamıyordum. Zehre ise kaçıncı rüyasını görüyor belli değildi.
Telefonumun ekran ışığıyla, odamın tavanı aydınlandı. Telefonumu elime aldığımda sosyal medya bildirimini gördüm. Ama altındaki mesaja baktığımda, gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Bana mesaj atmıştı ve ben şimdi görüyordum!
Erman:
Sabah saat on birde seni köşede bekleyeceğim. Kahvaltı etme.
Telefonu büyük bir heyecanla avucumun arasında sıkıp, göğsüme bastırdım. Sabahı zor edeceğimden emindim.
Ertesi sabah, duşumu alıp üzerimde bornozumla Zehre'yi dürttüm. Tek gözünü açıp bana baktı. Ardından sırıtırken iki gözünü açmaya çalıştı.
“Akşam bir şey hatırlamıyorum güzelim. Çok sarhoştum.” Yatağın içine gömülmüş kıkırdarken bu kez bacağına vurdum.
“Pis pis konuşma. Kalk hadi dışarı çıkmamız lazım.”
“Niye ya?”
“Benim çıkmam lazım. Babam da evde seni bıraktığım için bana laf yapıyor. Kalk hadi, sende Asım ile falan görüşürsün.”
Yatağın içine oturdu. “Bak şimdi zayıf noktamdan vurdun. Çok özlemiştim zaten.” Ayaklandığı sırada bana döndü. “Bir dakika. Sen nereye gidiyorsun sabah sabah?”
“Hiç.”
“Abimle buluşacaksın değil mi?” Bakışlarım hızla ona döndüğünde sırıttığını gördüm. “Evet! Onunla buluşacaksın.” Dizlerini kırıp, yukarı doğru zıpladı. “Nereye gideceksiniz nereye?”
“Bilmiyorum Zehre!”
“Tamam. Gelince anlatırsın. Bende duş alıp hazırlanayım o zaman!” Ellerini çırparak yanımdan ayrıldı.
Hafif makyajımı yapmış, saçlarımı düz bırakmıştım. İçime siyah bluzumu giyerken, üzerime beyaz gömleğimi geçirdim. Hem spor hem şık gözüküyordum. Askılı çantamı omuzuma alıp derin bir nefes alıp verdim. Kalbim yerinden çıkacak gibi hissetsem de gayet sakin görünüyordum.
Zehre gömleğinin üzerine yeleğini geçirdi. “Havalar tam hastalık havası yalnız, farkında mısın? Üzerine bir şey al bence.” Aslında bana, heyecandan ateş basıyordu.
“İyiyim ben böyle.”
Kapıdan çıkar çıkmaz Zehre ile yollarımız ayrılmıştı. Benim ise yol kenarında yürürken dizlerim titriyordu. Bir ara duraksadım. Neden bilmiyorum..
Kendimi sakinleştirip, derin nefesler alıp verdim. Yürümeye devam ettim. Kafamı kaldırdım. İşte oradaydı!
Her zaman dönüp geçtiği o köşede, şimdi beni bekliyordu.
Lâcivert gömleğiyle, tüm yakışıklılığıyla duruyordu. Gözleri benim gözlerimle kesişti. Onun dudaklarına tatlı bir tebessüm düşerken, benim gülümsemem daha derinleşti.
Erman mahallede gözlerini gezdirip geri çekildi. Birinin görmemesi için temkinli davranıyordu. Bende öyle. Köşeyi dönene kadar hep arkamı kontrol ettim.
Köşeyi döner dönmez, Erman’ın bedeniyle karşı karşıya geldim. Ne diyeceğimi bilemeden gülümsedim. Erman dirseğimden tutup beni kendine çekmesiyle beni şaşkına çevirmişti. Bir kolunu belime sıkıca sararken, diğerini boynuma doladı. Yüzüm onun boynuna gömülmüş, huzurla gözlerimi kapamıştım.
Dudaklarını saçlarıma bastırdı. Derin bir nefes aldı. Bırakmadı. Öptü. Ardından çenesini başımın üzerine yerleştirdi. Kolları bedenimi sıkarken, aldığı nefesi bıraktı.
“Şu kokunu alabilmek için; sabahı nasıl bekledim, bir bilsen..”
Elimi sırtına kaydırırken, sağ elimi göğsüne yerleştirdim. Bu hiç tatmadığım duyguyu, kesinlikle dile getiremezdim.
Saçlarıma bir kez da dokundu dudakları. Eli omuzumdan elime doğru kaydı. Avucumu, avucuna hapsetti. Rüyada gibiydim.
Arabaya doğru adım attığında, yerimden kıpırdamadım. “Erman..” O güzel gözleriyle bana baktı.. “Sen, emin misin?” Dudaklarımı aceleyle ıslattım. “Yani, bana olan duygularından?”
Duraksadı. “Eminim.” Tekrar duraksadı. Kalbim duracak gibiydi. “Başta, sana farklı bir sevgi beslediğimi fark edemedim. ‘Benden ne istiyorsun?’ Diye sorduğunda, günlerce o sorunun cevabını düşündüm. Ben senden ne istiyordum Meyra?” Gözlerimi kısmış dikkatle ona bakıyordum. “Cevabı artık biliyordum. Ben sana farkında olmadan alışmışım.” Elimin üzerini baş parmağıyla ovalarken elime baktı. “Bana küs olmana katlanamaz hale geldim. Sana yakın olmaya çalıştım. Ama daha fazlasını istedim. Sürekli yanında olmak.” Utangaç bir tavırla tebessüm ettim. Yanağımı hızlıca baş parmağıyla okşadı. Elimi bırakmadı.
Arabayla yola çıktığımızda, “Nereye gidiyoruz?” Diye sordum. İçimde tuhaf bir duygu karmaşası vardı. Bir o kadar mutluyken, bir o kadar korkuyordum sanki. Bir o kadar heyecanlıyken, bir o kadar sakindim.
Bir şey olacakmış gibiydi. Ya kendi de yanılıyorsa? Şimdiye kadar anlayamadığı sevgiyi, kafasında yanlış yorumluyorsa? Emin değildim. Beni gerçekten sevdiğine emin değildim. Ama yalnızca bir şeye adım kadar emindim.
Onun beni üzmeyeceğini biliyordum.
Bu gerçek, en azından içimi rahatlatıyordu.
“Kahvaltı edeceğiz.” Bana baktı ve gülümsedi. “Sonra arabayı yıkarız.”
Gülüp gülememek arasında kalmışken dudaklarımı araladım. “Çok kötüsün! Unutmadım merak etme.” Dediğimde daha çok güldü. “O arabaları yıkatırken hiç mi acımadın bize?”
“Gayet eğlendim.”
“Şuan da gayet eğleniyor gibisin.”
Kırmızı ışıkta durduk. Gözlerini bana çevirdi. “Seni ilk orada fark ettim Meyra. İlk kez farklı bir gözle baktım. Gülüşün, o tavırların, saçını sinirle atışın, o çatık bakışların.. hayran olmamak elde değil.” Gözlerini camdan dışarı kaçırdı. “Sonra kendimden utandım. Kendime kızdım. Kendime yakıştıramadım.” Hızlıca dudaklarını ıslattı. “Bakışlarımı ne kadar kaçırsam da, sen hep gözümün önündeydin. Bir anlık, bir şeydi diyerek kendi içimde inkar ettim. Sürekli, aklımın bir köşesinde ‘o senin kardeşin’ dedim durdum.” Sakince soluk alıp verdi.
Gözlerim kucağımdaki ellerime düştü. “Bana ne kadar o kadar tepki gösterdin?” Sakince soluk alıp verdi.
“Aslında sana olan tavrım; kendime olan öfkemdi.” Elime uzanıp, parmaklarının ucuyla okşadı. “Sana kendimi affettireceğim Meyra.”
Işık yandığında hareket ettik. Söyledikleri bir bir aklımdan geçmeye devam etti. Beni seviyordu. O da beni seviyordu! Alt dudağımı büyük bir heyecanla ısırdım. Parmaklarımla oynadım. İçim içime sığmıyordu! Hızla atan kalbimin sesini, şuan o bile duyabilirdi.
Neredeyse şehir dışında olan, bir yerin önünde durduk. Arabadan inip etrafıma bakındım. Bizim gibi birkaç araba mekanın önüne park etmişti. Koyu kahve ahşap bir kapısı vardı. Kapının yanlarında büyük çınar ağaçları sıralıydı. Arkaya doğru devam ediyordu. Çimen çitler ağaçların arasına girmeyi engelliyordu.
Erman arabanın önünden dolaşıp elimi tuttu. Kapıdan içeri girdik. Bayır aşağı inen toprak yolu, ahşaplarla basamak olarak göstermişlerdi. Etrafımızdaki ağaçlar ve çimen çitler, tıpkı orman yolunda gidiyormuş gibi bir his veriyordu.
Gözüm az ileride bulunan, ahşap mekana ilişti. Arka tarafındaki kocaman bahçesini görebiliyordum. Çimenlerin üzerinde ahşap masalar, onların arkasında ağaçların arasından akan bir dere vardı. Daha tam görmeden bile buraya bayılmıştım.
İçeriden geçip bahçeye çıktığımızda derenin üzerinden geçen ahşap köprüyü gördüm. Gökyüzüne doğru uzanan ağaçlar, anlatılmaz derecede mükemmeldi.
“Erman burası çok güzel.” Diye hayranla kısılan sesime engel olamadım.
“İlk buluşmamız, güzel bir yerde olsun diye düşündüm.”
Mutluluktan dolan gözlerime engel oldum. Bakışlarımı ona çevirdim. “Sen aslında romantik biriymişsin.” Bunu ciddi anlamda söylemiştim.
Kaşlarını yalandan çattı. Bunu yapınca o kadar tatlı gözüküyordu ki.. “Dışarıdan öyle gözükmüyor muyum?”
Güldüm. “Kesinlikle hayır.” Dudakları yana doğru kıvrıldı. Onu öpmemek için kendimi zor tutuyordum.
“Daha bir şey görmedin.”
Alt dudağımı bükerek başımı salladım. “İddialıyız demek.”
Gözlerini kısarak, gözümün önüne düşen saçımı parmaklarının ucuyla çekti. “Beni tanıyorsun sonuçta.”
Masaya geçip, dolu masayı neredeyse ikimiz silip süpürmüştük. Tıka basa doyduğum halde, Erman yemem için zorluyordu. Yemeye düşkünlüğümü biliyordu. Bu yüzden, öküz gibi yemiştim.
Kahvaltının ardından birer kahve söyledi. O sırada telefonum çalmaya başladı. Burada çektiğine ciddi anlamda şaşırmıştım.
Zehre’nin adını görür görmez meşgule attım. Erman sorgulayıcı bakışlarını yüzüme dikti. Ama bir şey sormadı. Daha sonra onun telefonu çalmaya başladı. O da açmadı. Benimki tekrar çalmaya başladı.
“Efendim Zehreciğim?” Diyerek telefonu açtım.
“Ne yapıyorsunuz merak ettim?”
“Öyle mi? Askılı dolabımda.” Diye yalan attım.
“Kızım ne dolabı? Ben Asım ile birlikteyim. Ne yaptınız diyorum, çatladım meraktan.”
“Tamam, hadi öptüm görüşürüz.” Diyerek telefonu yüzüne kapadım. Erman’a bakıp gülümsedim.
“Ne istiyormuş cadı?”
“Gömleğimi giyecekmiş, bulamamış onu soruyor.” Birden heyecan yapmıştım.
“Birlikte olduğumuzu biliyordur. Meraktan arıyordur o, bilirim ben onu.” Arkasına yaslanırken hafifçe başını salladı. Ne diyeceğimi bilemediğimden gülümsemekle yetindim. “Senin nerede olduğunu, hep o bana yetiştirdi sağ olsun.”
“Korkulur ondan.”
O sırada kahvelerimiz geldiğinde Erman garsonu durdurdu. “Kardeşim, sana zahmet bir fotoğrafımızı çeker misin?” Cebinden telefonunu çıkardı. Ben ona şaşkın gözlerimle bakarken garson telefonunu aldı. Sandalyesini düzeltip, masanın üzerinden elimi tuttu.
Garsonun, “Çekiyorum.” Demesiyle dikkatimi ona verdim.
Kahvelerimizi içmiş, onunla normalde nasıl oturup sohbet ettiysek öyle sohbet etmiştik. Kalkmaya hazırdık. Bu kez onun telefonu çaldı.
“Efendim Sarp?” Kaşlarını çatıp dinledi. “Ben ne yapayım? Yarını beklesin ya da ustayı arasın gelsin baksın.” Gözlerini bana çevirdi. “Ben gelemem şuan, işim var.” Dudaklarımın iç kısmını ısırmaya başladım. “Sarp.. kapa telefonu.” Telefonu, Sarp abinin yüzüne o kapadı.
“Hadi kalkalım. Kimseyi şüphelendirmek istemeyiz.” Çantamı astığım sandalyeden aldım.
“Meyra.” Bakışlarımı ona döndürdüm. “Onlara, senden hiç bahsetmedim.”
Tuhaf bir şekilde, bu beni hem yaralamış hem içimi rahatlatmıştı. “Sorun değil. Hatta daha iyi olmuş. Annemlerin kulağına falan gider yoksa.”
“Sence bizi nasıl karşılarlar?”
Birkaç saniye düşündüm. “Bilmiyorum. Ama annem bu konuda oldukça katı.”
Derin bir nefes alıp verdi. “Deniz için bu geçerli değildi. Beni de anlayışla karşılar Filiz abla.”
“Hayır. Annem onu arkadaşım olarak biliyordu.”
“Neyse. Sinirlenmeyeceğim.” Masadan kalktı.
Arabayla yola koyulduk. Dakikalar geçti. İkimizden de çıt sesi dahi çıkmadı. Erman parmaklarını direksiyona vuruyordu. Gözlerim sürekli onun üzerinde olsa da bunu çaktırmıyordum.
“Parkın orada bırakırsın beni.”
“Evin önünde bıraksam ne olacak? Sonuçta ilk defa seni eve bırakmıyorum.”
“Olmaz Erman. Cemile abla çok dedikoducu biliyorsun. Sürekli balkonda. İkimizi yalnız görürse, laf falan söyler.”
“Ya iki günlük tanıdığın Deniz seni kapının önünden gelip alınca bir şey yok. Ama, ben aynı mahallede oturduğum, çocukluğunu bildiğim kızı eve bırakınca bir problem. Öyle mi?”
“Erman ne bu sinir?”
“Yok bir şey.” Dedi sert bir dille. Parmaklarını birkaç kez daha direksiyona vurdu. “Hemen de sahiplendiler çocuğu! Hele Filiz abla? Annem ya annem! Annem bile ikinizi yakıştırmış. Beni delirtiyorlar.” Ben onu izlemeye devam ettim. O kendi kendine konuşmaya devam etti. “Bir de kalkmış gözümün önünde sana sarılıyor. Öptü lan öptü!” Diyerek hırsla bana döndü. “Gözümün önünde bir de! Aklıma geldikçe deli oluyorum. Hele sen!” Tekrar gözleri beni buldu. “Gözümün içine baka baka, onunla sevgili olduğunu kabul ettin.” Bir anda kaşlarını çatıp sesini sakinleştirdi. “Öptü mü bir daha seni?”
“Hayır Erman. Bir sakin olur musun?”
Hızlıca soluk alıp verdi. “Olamıyorum.”
“Tamam Erman. Kapının önünde bırak beni. Anneme de birlikte olduğumuzu söylersin! Sonra camdan sana el sallarım; böyle!” Diyerek elimi ona doğru salladım.
“Tamam! Daha yeni kavuşmuşum..” Sessizce ofladı. “Zaten senin için susuyorum. Yoksa insanların ne dediği umurumda olmaz. Sırf sen üzülme diye.”
Sessizce içimi çektim. “Saklayabildiğimiz kadar saklayalım.”
“Senin istediğin gibi olsun.”
Parkın yanında arabayı durdurdu. Arabadan inerken, “Görüşürüz.” Diyerek tebessüm ettim. O da arabadan indi.
Yanıma geldi ve yavaşça sarıldı. Burnumun, boynuna dokunmasıyla onun aklımı başımdan alan parfümünün kokusunu içime çektim. Kollarımı beline doladım.
Şakağıma bir öpücük kondurdu. “Belki akşama size geliriz.” Dudaklarını çekmeden konuşmuş, tekrar öpmüştü. “Annemlerle birlikte gelirsem, kimse bir şey anlamaz sonuçta.” Dudakları saç diplerime doğru kaydı. Parmakları, hafif bir dokunuşla saçlarımın arasında dolaşıyordu.
“Ne diyeceksin de gelmelerini sağlayacaksın?”
“Zehre’yi alma bahanesiyle geliriz.” Öyle naif bir ses tonuyla konuşuyordu ki, onun kokusuyla ve onun sesiyle yalnız kalmış gibiydim. Hâlâ birbirimizden ayrılmamıştık.
“Onu çok üzdün farkında mısın? Özür dilemen gerekiyor.”
“Boş ver şimdi. Konumuz Zehre değil.” Tekrar bir öpücük bıraktı. Yüzümü koynundan çekip, yüzüne baktım.
“Erman.. Lütfen.” O da yüzüme doğru eğilmiş, bana bakıyordu.
“Olmaz. Onları savunma sakın bana.” Nefesinin yüzüme çarpması, kalbimi deli gibi çarpsa da, odaklanmaya çalıştım.
“Ya onlar birbirilerini seviyorlar.”
“Beni daha çok sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?”
“Bu kadar kötü olamazsın.” Kollarının arasından çıkmak istediğimde, buna izin vermeyerek daha sıkı sarıldı.
“O daha çok küçük.”
“Zehre ile aramızda bir yaş var. Biliyorsun değil mi?” Kaşlarım çatılmıştı. “Bende küçüğüm o zaman senin gözünde.”
“Yapma Meyra.”
“Sen ikna olacağa benzemiyorsun.” Kollarının arasından zorla sıyrıldım. “Akşama gelme. Çünkü Zehre seninle konuşmadığı için aşağı inmeyecek, Zehre inmediği için bende inmeyeceğim.”
Arkamı dönmüş bir adım atmıştım ki; Erman’ın varlığını bu kez sırtımda hissettim. “Tamam!” Kollarını hızlıca bedenime doladı. Kulağıma eğilmiş, sıkılı dişlerinin arasından, “Tamam.” diye fısıldadı. “Başımın tatlı belası, tamam.”
Dudaklarımı birbirine bastırmış, gülmemek için kendimi zor tutarken beni kendine çevirdi. “Teşekkür ederim.”
Yanaklarını şişirerek, ofladı. “Söyle ona, ayda bir kere görüşebilirler. Haftada bir kez telefonda konuşurlar. Onda da yanında ben olurum. Abuk subuk konuşmasınlar. Uzaktan birbirlerine el sallayabilirler.”
“Erman cezaevi görüşü mü hazırlıyorsun ya?” Kaşlarımın tekrar çatıldığını gördü.
“İki hafta da bir?”
“Şöyle yapalım; ben seninle ne zaman görüşürsem, onlarda görüşsün.”
“Hayır.” Dedi hemen.
“Tamam haftada bir?”
Ofladı. Kararsızlıkla başını salladı. “Eğer yanlış bir şey yaparsa, onun gırtlağına çökerim.”
İşte şimdi yüzüm gülmeye başlamıştı. Dayanamayıp yanağını öptüm. Kaşları şaşkınlıkla havalandı. “O zaman? Ben gidiyim?”
Keyifli bir ses tonuyla, “Git bakalım.” dedi. Kolları yavaşça bedenimden ayrılırken, bileklerimde duraksadı. Alnıma son kez öpücüğünü bıraktı. Bileklerimi bırakırken, “Akşama görüşürüz.” dedi. Arkamı döndüğümde bu kez, “Bir ara çantana bakarsın.” diye seslendi.
Kaşlarımı merakla çatıp hemen çantamın kapağını açtım. Kenarında duran bir papatya vardı. Açık olan kısmından salmış olmalıydı. Papatyayı aldım ve ona bakıp gülümsedim.
Rüyada olmamak için bin bir dua ettim.
🌺
Kızlarla birlikte toplanmış, Ezgi'lerin evde oturuyorduk. Zehre kahvesini sabırsızca tabağına bıraktı.
“Hadi ama Meyra! Nasıl geçti, onu söyle bari.”
Duygu kaşlarını çattı. “Ya siz ne meraklısınız?”
Ezgi'nin odası o kadar büyüktü ki, bir üçlü kanepe ve iki berdel rahatlıkla odaya sığmıştı. Yatağının karşısında büyük bir giysi dolabı vardı. Dolabın bir kapağı ayna ile kaplıydı. Ekin o aynanın karşısında saçını rastgele ensesinden toplayıp yatağa oturdu.
“Merak etmemek elde değil ki Duygu. Kız senelerce sevdiği adama kavuşmuş.” Yüzünde tatlı bir tebessümü vardı.
İçimi çekerek ofladım. “Ya merak edecek bir şey yok. Çok güzeldi. Hayatımın şimdiye kadar en güzel günüydü.”
Duygu elini hayretle kaldırdı. “Sizi de anlamıyorum. Biri hayatınıza giriyor, sonra en mutlu gününüz oluyor. Hayır yani, neden en mutlu günün o oluyor? Onsuz da mutlu değil misin?”
Zehre kaşlarını çattı. “Aşık olsaydın, bilirdin geri zekalı!”
Duygu yaslandığı kanepede istifini bozmadan parmağını kaldırdı. “Seni döverim, ağzını topla.”
“Salak salak konuşma o zaman.”
Duygu yerinden kalkmak için hareketlendiğinde Ezgi, “Hey!” diye bağırdı. “İkiniz ne zaman anlaşabileceksiniz acaba?”
Duygu arkasına geri yaşlanırken, “Uyuz.” diye mırıldandı.
“Gıcık.” Diyen Zehre ona doğru dilini çıkardı.
Konuyu değiştirmek için ellerimi birbirine vurdum. “Asıl bombayı ben size söylemedim!” Hepsinin dikkatini bana toplamayı başardım. “Erman, bildiğiniz gibi Zehre’nin Asım ile görüşmesine karşıydı. Ve ben, bu duruma el attım.” Zehre heyecanla yerinde doğruldu. “Haftada bir kez görüşmelerine karışmayacağına dair söz verdi!”
Zehre çığlık atarak boynuma atladı. Yanaklarımı ıslak öpücüklerle doldurdu. “Artık rahat rahat aşkımla görüşebilecek miyim yani?”
“Evet!”
“Dünyanın en iyi yengesi olabilirsin!”
Ezgi, “Yenge mi?” diyerek güldü. “Bir tek bana mı tuhaf geldi?”
Zehre başını salladı. “Evet yenge! Abimin sevgilisi olduğuna göre?” Bakışları bana döndü. “Gerçi alışana kadar bana da tuhaf gelecek.” Dediğinde hepimiz gülmeye başladık.
Telefonum çalmaya başladı. Arayan Doğan abiydi. Kimse görmesin diye ekranını saklayarak meşgule attım. Tekrar aradı. Yine meşgule attım. Ve tekrar aradı. Yine de meşgule attım.
Zehre, “Sevgilin mi arıyor?” diye sordu manalı bir ses tonuyla.
Telefonum tekrar çalmaya başladı. “Hayır. Şey.. Burcu! Burcu arıyor. Merak ediyor o da, siz muhabbete devam edin ben konuşup geliyorum hemen.” Halbuki Burcu'nun bir şeyden haberi yoktu..
Odadan çıktım. Yetmezmiş gibi apartmana çıktım. Telefonum, hala ısrarla çalmaya devam ediyordu. Sinirle telefonu kulağıma dayadım.
“Efendim Doğan abi?” Sıkılı dişlerimin arasından konuşurken bir yandan merdivenleri inmeye başladım. Biri duyacak diye ödüm kopuyordu.
“Meyra telefonumu neden açmıyorsun?”
“Sen beni neden ısrarla arıyorsun peki Doğan abi?”
“Konuşmak için..”
“Doğan abi beni arayıp durma! Lütfen.”
Ofladı. “Sizin sokaktayım. Biraz konuşalım mı?”
“Konuşacak bir şey yok. Ben daha ne kadar açıklayıcı olabilirim?” Gerçekten sinirlenmeye başlamıştım.
“Meyra..” Çok sakin konuşuyordu. “Seni görene kadar sizin kapıdan gitmeyeceğim.” Sinirle derin bir nefes alıp verdim.
“Tamam! Tamam ben Duygu'ların evin oradayım. Yukarı doğru gel.”
Telefonu kapatıp, sinirle alnımı ovaladım. Doğan abi ciddi anlamda başıma dert olmaya başlamıştı. Benden ne istiyordu, onu da anlamıyordum. Ben kimseyi zorla sevemezdim.
Öfkeli ve sert adımlarımı bizim sokağın başına doğru atmaya başladım. Bu taraf daha ters kalıyordu. Birlikte görünme ihtimalimiz daha düşüktü.
Çok geçmeden Doğan abi köşeyi döndü ve karşıma dikildi. İçli bir nefes alıp verdiğinde burnuma ilişen alkol kokusu beni daha fazla sinirlendirmişti. Kızaran gözleri bile, karşıdan içkili olduğunu belli ediyordu.
“Doğan abi sen alkollüsün. Bence biz başka zaman konuşalım.”
Gideceğim sırada sertçe kolumu yakaladı. “Hayır. Sarhoş değilim. Sadece biraz aldım.” Kolumu bırakırken tedirgindi.
“Peki benden ne istiyorsun?”
Dişlerini sıkarken damarlarının gerildiğini gördüm. “Beni sevmeni!” Sesini yükseltmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. “Beni sevmeni istiyorum. Şans vermeni. O güzel gözlerinle bana bakmanı.”
“Yapamam.”
İki kolumu da kavrayıp beni sarstı. “Neden? Neden bana bir şans vermiyorsun? Niye beni görmüyorsun Meyra?” Sesini yükseltirken bedenimi sarsmaya devam etti.
“Doğan abi canımı yakıyorsun!”
“Sende benimkini yakıyorsun!” Yüzüme doğru bağırdığında bundan pişman olmuş gibi geri çekildi. Hırslı ve öfkeli soluklarıma engel olamıyordum. Doğan abiye çok kızgındım. Tekrar bana dokunmak istediğinde kendimi geri çektim. “Meyra özür di...”
“Sakın bana dokunma!” Elimi ona engel olmak adına kaldırdım. “Sen gittikçe beni daha fazla zor duruma sokuyorsun Doğan abi. Ben sana yeterince nezaket gösterdim. Ama, bana bundan sonra selam bile verme.” Hızla aldığım soluğu geri bıraktım. “Ben zaten birini seviyorum. Ona olan sevgim büyür, ama asla eksilmez. O yüzden, beni bir daha rahatsız etme.”
Hızlı adımlarla onun yanından ayrılırken arkama bile bakmadım. Böyle olmasını bende istemezdim elbet. Lâkin, Doğan abi benim sabrımı taşırmayı başarmıştı.
🌺
Odada üzerimi değiştirdim. Üzerime siyah tişörtüm, altında siyah eşofmanım vardı. Zehre kapıyı çığlıklarla açıp ardından geri kapattı. Ellerini kapıya yaslarken, dışarıdan kapıyı biri zorluyordu.
“Meyra yardım etsene orada dikileceğine!”
“Ne oluyor Allah aşkına?” Kapıya gidip elimi yasladım.
“Senin bu kardeşin kafayı yedi.” Kapı zorlanmaya devam ederken Zehre bu kez, “Filiz abla! Tufan'dan bizi kurtarır mısın!?” diye bağırdı.
Kıkırdadım. “Ben bile, Tufan'ı şimdiye kadar bu kadar delirtmeyi başaramadım. Sen ne yaptın da bu çocuk zıvanadan çıktı?”
“Çizdiği resme su döktüm. Ama yanlışlıkla yaptım! O da ‘hediyemi mahvettin’ diye çıldırdı.” Kahkaha atmaya başladım. Çok geçmeden annem Tufan'ı ikna ederek kapının önünden almıştı.
Annem çayı çoktan demlemişti. Ben çay bardaklarını tepsiye dizerken, Zehre tatlı tabaklarını çıkarıyordu. Çok geçmeden Uraz ve Tufan'ın çığlıkları duyuldu. Uraz koştur koştur mutfağa gelip bana sarıldı.
Tufan, “Abla!” diye öfkeyle soludu. “Çekil, döveceğim onu!”
Tufan’a kendimce engel olmaya çalıştım. “Ne oldu yine?”
“Bugün beni çıldırttılar ya!” Dedi ağlamaklı sesiyle.
Uraz arkamdan büzdüğü dudaklarıyla bana baktı. “Valla ben bir şey yapmadın Meyra. Hep seni sevdiğimi söylüyorum, Tufan da beni dövüyor. Bende artık söylediğim gibi kaçıyorum.”
Tufan hiddetle elini kaldırdığında kolunu yakaladım. “Ablam seninle evlenmeyecek bir kere!”
Uraz hafifçe başını sallarken çenesini ona doğru kaldırdı. “Ben büyüyünce görürsün. Ona hep çiçek alacağım. Her gün çikolata alıp, en sevdiğim oyuncakları vereceğim.”
Tufan tekrar hamle yapmak istediğinde onu tekrar engelledim. Zehre kıkırdadı. “Ama benim kardeşim bu kadar tatlı olamaz! Yerim ben onu, aşka bak!” Diyerek kahkaha atmaya başladı.
🌺
Çayları masaya bırakırken Erman’ın olmadığını fark ettim. Gözlerim hemen onu aramıştı. Ama yoktu. Zehre, “Abim yok mu?” Diye sordu.
Yasemin abla çayını önüne çekti. “Yok. ‘Siz Zehre ile gidip konuşun, eve gelsin artık.’ Dedi. ‘Eve dönünce özrümü de dilerim.’ Dedi. Bende şaşırdım.”
Zehre kaşlarını kaldırdı. “Gelmeyecek yani?”
“Gelmeyecek kızım. Öyle söyledi işte.”
Zehre ile birbirimize baktık. Mutfağa döndüğümüzde kalçamı tezgaha yasladım. İçimdeki kötü his gittikçe büyüdü. Mideme ağrılar sokmaya başladı.
Zehre, “Sen abimin geleceğinden emindin değil mi?” Diye sordu.
“Evet Zehre. Belli ki işi çıktı.” Diyerek kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
“Arasana.”
“Arayıp ne diyeceğim?”
“Sevgili değil misiniz? Ara sor nerede olduğunu.”
Telefonu elime aldım. Kararsızlıkla parmaklarımın arasında çevirdim. Zehre kaş göz işareti yapınca Erman’ı aradım. Kulağıma götürdüğüm telefonun ucunda beklemeye başladım. Çaldı, çaldı ama Erman cevap vermedi.
“Açmadı.”
“Bir daha ara.”
“Saçmalama Zehre. Aramayacağım. Belli ki işi var. Gördüğünde o arar zaten.”
Aradan saatler geçti. Sezai abi ve babam arasında eğlenceli bir konuşma geçiyordu. Sezai abi biraz sert biri olduğundan onu böyle keyifli görmek, Zehre’yi de şaşırtmıştı. Tufan ile oynayan Uraz'ın bir gözü, sürekli benim üzerimdeydi. Arada bana el sallayıp öpücük atıyordu.
Zehre, oturduğumuz yerde koluma girmiş, başını omuzuma yaslamıştı. Yasemin abla telefonuna baktı.
“Kalkalım mı Sezai? Geç oldu. Kızlar da yarın okula gidecek.” Yasemin abla bize bakıp gülümsedi. Güzel ve tatlı bir kadın olduğunu her zaman içimden geçirmişimdir.
Sezai abi sakince başını salladı. “Kalkalım. Sahiden geç olmuş.” Derken kolundaki saate baktı.
Birbirimizle vedalaştıktan sonra ben odama çekildim. Pijamalarımı giyip, yatağıma girdim. Telefonumu elime aldım. Hâlâ Erman’dan ses seda yoktu. Son görülmesine baktım. Yarım saat öncesini gösteriyordu. Buna rağmen beni aramamıştı.
İçimde tuhaf bir his vardı. Sanki bir şeyler ters gidecek gibi. ‘Ne olabilir Meyra? Bugün harika vakit geçirdiniz. Aklına kötü şeyler getirme.’ Diye kendi kendime mırıldandım.
Hatta Erman’ın gönderdiği fotoğraflara baktım. Yüzümde ister istemez bir gülümseme oluştu. Ardından mesaj bildirimi geldi.
Zehre:
Abim evde yok
Siz:
Son görülmesi yarım saat önce
Bir sorun mu var acaba
Zehre:
Geri zekalının ne yaptığı belli değil
Ara sonra bana haber ver
Oflayıp rehberime girdim. Erman’ı tekrar aradım. Çalıyordu. Sonuna kadar bekledim. Ama yine açmamıştı. Dayanamayıp mesaj atmaya karar verdim.
Siz:
Erman bir problem mi var?
En azından bir mesaj atsan?
Bekledim. Dudaklarımı ısırmaya başladım. Ve Erman çevrimiçi oldu. Tüm dikkatimi telefona verdim. Bana görüldü atıp tekrar çevrimdışı oldu. İstemeden kaşlarımı çattım.
Belki de bir arkadaşının başına bir şey geldi. Belki de mesaj yazacak vakti bile yok. İçimi çekerek telefonumu başucumdaki komodine koydum.
Ertesi sabah okula giderken Zehre bir koluma, Ekin bir koluma girmişti. Zehre sesindeki öfkeyi saklayamadan, “Görüldü atmak ne ya?” dedi.
Ekin, “Dur bakalım hemen kötü düşünme.” Dedi, tüm saflığıyla. İyilik meleğim benim! “Akşama kadar bekle, elbet konuşacaksınız.”
Derin bir nefes alıp verdim. İkisinin bir süre atışmasını dinledim. Okuldan çıktığımızda da bu böyleydi. Zehre abisini hakaretlerle ansa da Ekin, sürekli Zehre’yi uyarmakla buluyordu kendini.
Duşumu almış, bilgisayarın karşısında isteksiz bir tavırla oturuyordum. Okul öncesi etkinliklere göz atarken bir gözüm sürekli telefonumdaydı. Kilidine basıp saate baktım. Altıyı, yirmi geçiyordu. Şimdiye kadar çoktan işten çıkmış, eve gelmiş olurdu.
Peki neden hala beni aramamıştı?
Elimde kalemimle oynarken, telefonumla bakışıyordum. İçli nefesimi bırakırken telefonumu elime aldım. O anda telefonum çalmaya başladı. Zehre arıyordu.
“Efendim Zehre?”
“Abim eve gelip üzerini değiştirip çıktı. Kapının önünde yakalayabilir misin?”
Kısa bir an duraksayıp, sandalyemden hızlıca kalktım. “Çıkıyorum.”
Spor ayakkabılarımı ayağıma hızlıca geçirip, hızlı adımlarla ilerledim. Arada koşar adımlarla kendimi daha da hızlandırdım. Erman’ı onların kapı önünde görmem uzun sürmedi. Adımlarım hiç olmadığı kadar yavaşladı bu kez. Elindeki telefona bakıyordu. Saçlarını karıştırarak sokağa baktı. Ve beni gördü. Sadece birkaç saniye birbirimize baktık. Benden bakışlarını kaçıran o oldu.
Karşıya geçtim. “Erman!” Bana bakmadı bile. Ona yaklaştığımda çatık bakışlarını bana çevirdi. Bende kendimi çatmadan edemedim. “Ne bu? Telefonuma cevap vermiyorsun, şimdi de yüzüme mi bakmıyorsun?”
Gözlerini kaçırdı. “Bir şey yok.” Dedi soğuk bir tavırla.
“Bir şey var.”
“Başka bir yerde konuşalım.” Sokakta hızlıca gözlerini gezdirip arabaya yöneldi.
İçime oturan kötü hisle arabaya yöneldim. Yanına geçtim. Arabayı çalıştırdı. Hâlâ yüzüme bakmıyordu. Hiç konuşmadık. Sahildeki kayalıklara gidene kadar.
Tenha yolda arabayı durdurduğunda, arabadan indim. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Erman da arabadan indi. Yüzü gülmüyordu. Tebessüm etmiyordu. Hiç hoşuma gitmemişti.
“Ne olduğunu söyleyecek misin artık?” Derin nefes alıp verdi. Hâlâ yüzüme bakmıyordu.
“Meyra ben, sana karşı bir şey hissettiğimi sanmıyorum.”
Yemin ediyorum, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bedenim uyuştu. Sanki hiç bir şey duyamıyor, hissedemiyordum. Göğsüm, kalbimi gittikçe sıkıştırdı. O kadar çok sıkıştırdı ki; damarlarımda akan kanın durduğunu hissettim. Dilim bile karıncalanıyordu. Parmak uçlarım ve saç diplerim.. Kulaklarım uğulduyordu.
Erman’ın yüzüne bakakaldım. Bakışlarını kaçırarak, gözlerime baktı. Yutkunmayı denedim. Yutkunamadım. İtiraz edercesine başımı salladım.
“Erman sen, ne diyorsun?” Öfkeyle ellerimi açarken sesimi sakin tutmaya çalıştım. “Peki dün geçirdiğimiz o gün neydi?”
“Uzatmayacağım Meyra.” Kaşlarını çatmış, soğuk bir ses tonuyla öyle bir konuşuyordu ki, karşısında düşmanına bakıyordu sanki. “Hepsi oyundu. Sana söylediklerim, sana karşı olan tavrım, numaraydı.” Kaşlarım havalanırken sinirle dudaklarıma gülme gelmişti. Bir yandan şaşkındım.
“Sen dalga mı geçiyorsun benimle be?” Üzerine doğru iki adım atıp öfkeli sesimi yükseltmemeye çalıştım. “Ne demek numaraydı?”
“Senin beni unutacağın yoktu. Unutmana yardım ediyorum bende.” Gözlerimin içine baktı. “Şimdi sevmek yerine, nefret edersin.”
Aralanan dudaklarımı ıslatarak kapadım. Dolan gözlerimi kaçırdım. Soluklarım hızlanmıştı. Kendimle ağlamamak için, savaş veriyordum. Alt dudağımı ısırdım. Burnumu hafifçe çekerken, nefesimi toparladım. Ardından Erman’ın gözlerine gözlerimi diktim.
Acımasızca bana bakıyordu.
Ben, ben değildim sanki. Onun çocukluğunda tanıdığı Meyra değildim. Beni üzmez, dediğim adam; karşımdaki değildi! Karşımdaki bu adam kalbi olmayan biriydi. Beni, hayal kırıklığına uğratan bir adamdı..
“Gerçekten. Başardın.” Sesimin ağlamaklı çıkmaması için duraksadım. Sesimi de, kendimi de güçlü tutmaya özen gösterdim. “Kimseden nefret etmediğim kadar, nefret ediyorum senden.”***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gardenya
Novela JuvenilMeyra liseye başladığı zamanlarda, en yakın arkadaşının abisine aşık olur. Dört yıldır ona gizliden gizlediği beslediği bir aşk vardır. Ama bir gerçek vardır ki; hiç bir şey gizli kalmaz! Bahçelerinde olan Gardenya'lar Meyra için ayrı bir önem taşır...