Bölüm 18: Çift

1.6K 43 7
                                    

Bölüm 18:
Çift

Kendi içimde verdiğim savaşı, hiç kimseyle vermiyordum.
 
Erman’ın bana giderken ki, o son bakışı aklımdan çıkmıyordu. Hiç bir şey söylemedi. Hiç bir şey.
 
Dün olanlardan sonra, bugün derste de kafam yerinde değildi. Geometrici, Musa hocanın bana seslendiğini bile duymamıştım. Burcu, dirseğiyle beni dürtünce kendime gelmiştim.
 
Şimdi bizim evde; Burcu, Zehre, Duygu, Ekin ve Ezgi oturuyorduk. Âdeta bir kurul toplantısıydı.
 
Burcu, Ezgi ile yere oturmuş ortalarına aldığı çekirdekten çitliyorlardı. Duygu sandalyemdeydi. Zehre benim yanımda yatağımda, Ekin ise çalışma masamı topluyordu.
 
Burcu dudağına yapışan kabuğu almaya çalışırken bir yandan laf anlatmaya çalışıyordu.
 
“Ben hikâyede bir kopukluk seziyorum. Anlatmadığın bir şeyler var.”
 
Duygu, kalemimle oynarken kızlara baktı. “Kız size her şeyini anlatmak zorunda mı? Tuvalete günde kaç kere gittiğini de söylesin isterseniz?”
 
Ekin, Duygu’nun elindeki kalemi alıp kalemliğime koydu. “Yardımcı olmaya çalışıyoruz. Meyra her an depresyona girebilir.”
 
Ezgi, “Ki ben!” dedi. “Girmiş biri olarak söylüyorum. Hiç tavsiye etmem.”
 
Zehre yüzünü ekşitti. “Senin depresyona girmediğin gün mü kaldı acaba? Her Mehmet'le kavga edişinizde depresyondasın.” Bense bacaklarımı kendime doğru çekmiş onları izliyordum.
 
Burcu ellerini havaya doğru salladı. “Lütfen konuyu dağıtmaz mıyız? Konu merkezimiz Meyra.”
 
Zehre öfkeyle omuzunu silkti. “Bence iyi olmuş. Sanmasın Meyra hep onu sevecek. Çat diye yüzüne söylemiş, daha ne?”
 
Ekin ayaklarımın ucuna otururken, “Karşı tarafın da duygularını önemseyelim lütfen.” dedi.
 
Duygu, “Deniz zaten, Meyra'nın başkasını sevdiğini bilmiyor mu?” Diye kendi kendine sorup cevaplamıştı aslında.
 
Hepsi onayladı. Burcu bana baktı. “Sende şu çocuğa şans versen? Erman ile olmuyor diye kimseyle olmayacak mı aşko?”
 
Ezgi çekirdeğini çitledi. “Hem anlayışlı. Hem yakışıklı. Hem çok iyi biri. Hem de seni seviyor, daha ne olsun?”
 
Zehre içini çekti. “Gönlüm isterdi ki; Meyra’ya yenge diyeyim. Ama abim tam bir dengesiz. O yüzden kızları destekliyorum.” Sonra Zehre birden sırıtmaya başladı. “Abim dengesiz.”
 
Ona doğru anlamsızca baktım. “Ne diyorsun Zehre?”
 
“Yok bir şey.” Bacaklarını yatağa doğru uzattı. “Yani? Şimdi ne zaman Deniz Can ile görüşeceksin?”
 
“Bilmiyorum. Ona daha fazla ümit vermek gibi bir niyetim yok benim.”
 
Zehre bacağıma vurdu. “Kendine gel artık! Başımıza bela alalım. Çılgınlıklar yapalım. Ben eski günleri özledim ya!” Birden ayağa kalktı.
 
Duygu kalemliğimden kalem aldı ve Zehre’ye doğru fırlattı. “Bu salak başına iş açacak belli.”
 
“Aksiyon bizi kendimize getirir.” Ellerini çırptı. “Hadi kalkın hadi! Gidelim bir dolaşalım.”
 
Duygu, “Var bunun aklında bir numara. Durup dururken bir sırıtmaya falan başladı.” dedi. “Kim bilir ne tilkiler dönüyor kafasında.” Zehre tekrar sırıtmaya başladı.
 
Zehre zıplayarak bedenini bize doğru döndürdü. “Beyaz çarşaf var mı? Aklıma, internette gördüğüm çok iyi bir şey geldi.”
 
“Ne yapacaksın çarşafı?” Diye sordum. Zehre sırıtmaya başladı.
 
Hepimiz evden bir çarşaf ve bir gözlük aldık. İçimden bir ses Zehre’yi dinlediğim için pişman olacağımı söylüyordu.
 
Parkta buluştuk. Hepimiz Zehre’ye bakıyorduk. Zehre çarşafı kafasından aşağı doğru örttü. Bir de önünü girmesi için delik açmıştı. Ardından güneş gözlüklerini taktı. Ellerini açıp nasıl olduğunu sordu.
 
Hepimiz gülmeye başladık. Ezgi de aynısını yaptı. Zehre cebinde getirdiği ufak makasla onunda görebileceği kadar delik açtı. Burcu da onlara uydu. Ardından Ekin, umursamaz bir tavırla omuzunu silkip onlara katıldı.
 
Duygu başını sallayarak elini beline koydu. “Böyle dolaşacaksınız değil mi? Asla yapmam.”
 
Alt dudağımı gülümseyerek ısırırken, beyazlara bürünmüş kızlara baktım. Zehre ayağını yere vururken boynunu büktü. Komik görünüyordu.
 
“Ya Duygu! Bir kere de bir şeye karşı çıkma. Mızıkçılık yapıyorsun şuan.”
 
“Ne mızığı kızım? Manyak mısınız siz?”
 
“Hadi. Bizi yalnız mı bırakacaksın?”
 
Duygu ofladı. “Geri zekalılar.”
 
Duygu ile birbirimize bakıp gülümsedik. Aynı anda çarşafları üzerimize örtüp, Zehre’nin gözlerimizi açmasını bekledik. Gözlüğümüzü de takıp birbirimize baktık. Zehre telefonunu çıkardı.
 
“Hadi gelin bu anı ölümsüzleştirelim.”
 
Zehre’nin yanına Ekin geçerken arkaya sırasıyla dizilmeye başladık. Burcu bana sarılıp parmaklarıyla iki yaparken, Duygu sadece dikiliyordu. Ezgi de önümüzde eğilmiş bir ayağını kaldırmıştı. Harika bir fotoğraftı.
 
Biz çarşaflar üzerimizde Zehre’nin aklıma uyup, bu halde sahile indik. Bu kız tam deliydi.
 
Bizi görenler gözünü bizden alamıyordu. Bazıları fotoğraf bile çekmişti. O halde sahildeki parka gidip; sallandık, kaydıraktan kayıp tahterevallide oynadık. Hayatımda bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyordum. Çocukların bile hoşuna gitmişti. Zehre onlarla sohbet ettikten sonra onları ellerini açarak kovalamaya başladı. Ezgi de onu videoya çekmeyi başarmıştı.
 
Sahilden tekrar eve yürümeye başlamıştık. Çarşaflar hala üzerimizdeydi. Ana yoldan karşıya geçerken bazı arabalar bize korna yapıyor el sallıyordu.
 
Sokaklar arasına geldiğimizde önümüze çıkan polis arabasının korna yapmasıyla adımlarımız aniden durdu. Birkaç saniye yerimize mıhlanmıştık. Sonra herkes birbirine bakmaya başladı.
 
Burcu, “Kaçmalı mıyız?” diye sordu.
 
Zehre, “Kaçın!” diye bağırarak ters yöne koştuğunda herkes koşmaya başladı.
 
Koştur koştur sokak aralarına girip resmen polisi atlatmaya çalışıyorduk.
 
En arkada koşan Ekin, “Biz neden kaçıyoruz?” diye bağırdı.
 
Zehre, “Bilmiyorum!” diyerek kahkaha atmaya başladı.
 
Duygu, “Allah seni kahretmesin Zehre!” diye öfkeyle bağırdıkça biz daha çok gülmeye başladık. “Sana uyan aklımızı..”
 
Sokağı döndüğümüz an karşımıza polis arabası çıktı. İçinden iki genç polis memuru indi.
 
Burcu tekrar, “Kaçmalı mıyız?” diye sorduğunda, her şey artık çok geçti.
 
İki polis önümüzde dikiliyordu. Zayıf uzun boylu olan elini kemerine yaslarken hepimizi süzdü. “Hanımlar? Çarşaflar.”
 
Hepimiz teker teker çarşafları üzerimizden çekerken elektriklenen saçlarımızı da düzeltmeyi ihmal etmedik. Kimsenin yüzü şimdi gülmüyordu.
 
Diğer polis memuru, “Ne yapıyordunuz bu çarşaflarla?” diye sordu.
 
Duygu, Zehre’yi öne doğru iterken, “Açıkla şimdi.” diye fısıldadı.
 
Zehre kem küm etti. “Şimdi, biz..” duraksadı. “Bir arkadaşımızın morali bozuktu. Onun neşesini yerine getirmek için şey ettik..”
 
“Peki neden kaçıyordunuz?”
 
Zehre yutkundu. “Panikledik.”
 
Ezgi bir anda, “Hapse falan girmeyiz değil mi?” diye sordu.
 
“Maalesef sizi karakola götürmemiz gerekiyor. Bizde soyguna karışan, çarşaf giymiş yedi kişiyi arıyorduk.” Telsizi eline aldı. “Yedinciniz nerede?”
 
Asıl şimdi hepimiz paniklemiştik. Zehre “Ne?” diye çığlık attı. “Ya polis abiler yapmayın gözünüzü seveyim. Biz onlar değiliz. Biz okullu aklı başında olan kızlarız. Ne işimiz olur soygunla?”
 
Ağlamaklı bir şekilde Zehre’nin kolunu dürttüm. “Zehre ben bir daha parmaklıklar arasına mı gireceğim, Zehre!?”
 
Kızlar, Zehre’ye yüklenirken bir yandan mırıldanıyorlardı. Polis, telsizine doğru, “Çarşaflı soyguncuları yakaladık. Bir ekip arabası istiyoruz. Yalnız bir kişi eksik.” dedi.
 
Hepimiz ağlama derecesine geldik. Öne doğru bir adım attım. “Abi valla bizim soygunla falan alakamız yok.” Sinirle Zehre’nin omuzunu dürttüm. “Biz, bu arkadaşın aklına uyduk. Eğlenelim dedik. Kötü bir şey yapmadık.”
 
“Madem kötü bir şey yapmadınız, neden kaçtınız?”
 
Tekrar Zehre’yi gösterdim. “Bunun yüzünden! Panikletti bizi.” Kızları gösterdim bu kez. “Şu güzel, masum suratlara bir bakın lütfen. Biz soygun yapacak kızlar mıyız? Allah aşkına!”
 
İki polis memuru gülmeye başladı. “Merak etmeyin, yok öyle bir şey. Sizi uyarmak istedik sadece. Bir daha böyle dolaşmayın.”
 
Hepimiz rahat bir nefes aldık. Zehre öne doğru eğilmiş ellerini dizlerine yaslamıştı. “Yemin ediyorum bayılacaktım.”
 
Polisler arabalarına gülümseyerek döndü. İlk işim Zehre’ye patlatmak oldu. “Aksiyon bize iyi mi gelir Zehre? Aferin Zehre! Mükemmel bir fikirdi Zehre!”
 
Zehre bize doğru döndü. Hiç birimiz gülmüyorduk. “Tam anlamıyla dolu dolu aksiyondu kabul ediyorum. Neyse ki başımıza bir bok gelmeden, günü bitirdik.”
 
Birbirimize baktık. Burcu tükürür edasıyla kahkaha atmaya başladığında hiç birimiz gülmemizi tutamamıştık. Kahkahamız sokağı inletiyordu.
 
🌺
 
Evlere dağılmıştık. Burcu akşam yemeğinde bize eşlik etti. Annem onu ‘hayatta aç karnına salmam’ diyerek zorla oturtmuştu.
 
Birlikte akşam yemeğinden sonra bir taksiyle Burcu'yu evine kadar babamla birlikte bırakıp dönmüştük.
 
Eve girdiğimizde annem çoktan çayı demlemişti. Ona mutfakta yardım ederken bana baktı.
 
“Bugün neşeli gördüm seni?” Dedi bir soru edasıyla.
 
Gülümsedim. “Bugün kızlarla çok iyi vakit geçirdim. Keyfim yerinde yani merak etme.” Anneme öpücük atıp çayları doldurmasını bekledim.
 
Babama servis yapıp, annemle kendi çayımı sehpaya bıraktım. Tufan halının üzerine uzanmış ödevlerini yapmaya çalışıyordu. Açıkçası annemi ya da beni bekliyordu. Babamın yardım etmesine izin vermiyordu. Çünkü bizi çileden çıkarmayı biliyordu.
 
Biraz Tufan'a yardımcı oldum. Garip bir şekilde mızmızlanmadan ne desem dinlemişti. Harflerin ve sayıların üzerinden geçişleri ona bırakıp koltuğa, annemin yanına geçtim.
 
Babam, Tufan’dan “Aferin oğlum.” diye gözlerini alarak bana baktı. “Kızım senin nasıl gidiyor okulun? Derslerin iyi mi?”
 
“İyi baba. Az kaldı zaten. Son sınavları hocalar hep dönem sonuna sıkıştırıyor o biraz zorluyor o kadar.”
 
“Yapar benim kızım. Şu üniversite olayını konuşalım seninle. Neresini istiyorsun?”
 
“Bilmiyorum baba. Sırasıyla tercih yapacağım. Ama önce sınavda iyi bir puan almam gerekiyor.” Elimi salladım. “Daha sene sonu gelmedi zaten. Çok var. İkinci dönemden sonra sınav.”
 
“Neresini istiyorsan kızım. Biz annenle her zaman arkandayız. Sen yeter ki oku.”
 
Yerimden kalkıp babamın yanağından öptüm. “Biliyorum baba. Teşekkür ederim.” Babamın arkasına geçip boynuna sarılırken anneme de öpücük attım. Tufan her zamanki kıskançlığını yapıp babamın kucağına atladı.
 
“Neyse ben yukarı çıkarıyorum. Yarın stajım var. Erken yatayım.”
 
“İyi geceler.” Dedi annem ve babam aynı anda.
 
Babam Tufan’ın saçını karıştırdı. “Hadi bakalım sıpa! Sende kitabını topla, doğru yatağa.”
 
“Ama benim uykum yok.”
 
Annem, “Tufan hadi.” demesiyle babamın kucağından indi. “Çok zor kalkıyorsun sabahları sonra.”
 
Odama çekilip pijamalarımı giydim. Yatağıma yerleşirken telefonuma bir göz atmaya karar verdim. Karşıma ilk çıkan Deniz Can’ın hikayesiydi.
 
Halı sahada topu başıyla sektirirken bir video koymuştu. Topu eline alırken kameraya gülümseyerek bakıyordu.
 
Gerçekten yakışıklıydı. Ona bir bakan bir daha bakardı. Yalan söyleyemem. Ama ona başka bir gözle bakamıyordum.
 
Profiline girdim. İlk kez profiline bakıyordum. Son üç gönderisi benimleydi. Biri bilardo oynarken, biri Uçmakdere’de paraşüt yaparken, diğeri Melek’in doğum günündeydi.
 
Sessizce ama kocaman bir of çektim. Fotoğraflarını binlerce kişi beğenmişti. Birçok takipçisi de vardı. Hatta iki fotoğrafı ünlü futbolcularlaydı.
 
Hikayesini, acaba Erman orada mı diye merak ederek tekrar izlemiştim. Yoktu. Bu kez Erman’ın profiline girdim. Onunki hep aynıydı. Ayda bir belki bir fotoğraf koyardı. Onun bildirimlerini açmıştım. Bir şey paylaştığında anında haberim oluyordu.
 
En son paylaşımı Armağan abinin nişanında çekilmiş bir fotoğraftı. Arkadaşlarıyla beraber. Fotoğrafta Doğan abi de vardı. Ortalıkta gözükmeyince tatile gittiğini duymuştum. Ne yalan söyleyeyim? Sevinmedim değil. Hâlâ onun yüzüne nasıl bakacağımı düşünüyordum.
 
Geçen iki günüm sıradandı. Cumartesi sabahına rahatça uyanmıştım. Bahçedeki kahvaltıya son anda yetişmiştim.
 
“Anne! Çay sıcak mı?”
 
“Evet. Tam toplamak üzereydim.”
 
Mutfaktan çayımı doldurup, bahçedeki masaya geçtim. Salçalı ekmeğimden bir ısırık aldım sadece. Zehre’nin bahçe kapısından girmesiyle, sıradan günlerimin artık bittiğini anlamıştım.
 
Kocaman sırıtarak karşıma oturdu. Ağzımdaki lokma, yanağımı şişirmiş ona bakıyordum.
 
“Çok merak ediyorum, ne oldu?” Ağzımdaki lokmayı çevirip yuttum.
 
“Anneannem geldi!”
 
Sevinçle gözlerim açıldı. Kendi anneannem gelse bu kadar sevinirdim. “Meliha teyze mi geldi!?”
 
“Dün akşam. Bu sabah kahvaltıda tutturdu. Meyra kızımı getir de Meyra kızımı getir!” Zehre kıkırdadı. “Ekin'i de çağırmamı söyledi. Valla ikinizi benden daha çok seviyor.”
 
İçimi çektim. “Ya! Kıyamam.” Sonra birden yüzüm düştü. “Ama gelemem ki Zehre. Erman.”
 
“Ha! Abim yok. Kahvaltıdan sonra çıktı.”
 
Buruk bir gülümseme belirdi yüzümde. “İyi olmuş.” Adımı duyup geleceğimi düşündüğü için gitmişti belki de. “Ama ben duşumu falan alıp öyle gelirim. Daha kahvaltı yapmadım görüyorsun.”
 
“O zaman ben Ekin’i arayayım. Ona kadar gitmektense, sizi bekleyene kadar Asım ile görüşürüm.” Masadan kalkarken cilveli cilveli sırıttı.
 
Kahvaltımı hızlıca yaptım. Masayı toplarken Ekin geldi. Bana masayı toplamakta yardım etti. Hatta ben duşumu alırken o, annemle birlikte mutfağı toparladı.
 
Duşumu alıp aşağı indim. Ekin annemle birlikte koyu bir sohbet içerisindeydi. Biz çıkarken, annem “Selam söyleyin. Bende işimi toparlayıp gelirim.” dedi.
 
Zehre’lerle kapı önünde karşılaştık. Asım nasıl olduğumu sordu. Artık derdime o da ortak olmuştu. Hatta bazen bakkala giderken denk geliyordum. Sıcak sohbetiyle insana huzur veriyordu. Arada üzülmemem için teselli veriyordu.
 
Zehre'lere girer girmez Uraz ile karşılaştım. Bacaklarıma kollarını sarmış zıplayıp duruyordu. Onu kucağıma aldım. “Ya sen beni çok mu özledin acaba?”
 
“Evet!” sarılıp yanaklarımı öptü. Bende o sırada içeri adım atıp atmamak arasında kalmıştım.
 
Buram buram Erman’ın parfümü kokuyordu. İçim sızladı.
 
Zehre arkamdan itekledi. “Bekleme yapma.”
 
Salona geçtim. Meliha teyze bizi görür görmez ayaklandı. Minyon tipli, tatlı mı tatlı bir kadındı. Yaşlıydı, ama enerjisi yerindeydi. Biraz deli dolu yerinde durmayı sevmezdi. Zehre bu huyunu anneannesinden aldığı belliydi.
 
“Aman da aman! Benim kızlarım gelmiş” Uraz'ı kucağımdan indirip, Ekin ile birlikte Meliha teyzeye sarıldık. Ekin’in kollarını sıktı. “Bu ne kız böyle? Kemiklerini tutuyorum. Sen yemek yemiyon mu evde?” Yalandan kaşlarını çattı. Başörtüsünü kulağının arkasına aldı.
 
Ekin güldü. “Yiyorum valla.”
 
“Ben sizi burada patlatana kadar yedireyim de siz görün.” Meliha teyze bana döndü. “Anacığım bunlar kendilerine hiç bakmamış. Hastalanacaksınız.” Eliyle dudaklarını örttü.
 
Yasemin abla soluğunu bırakarak içeri girdi. “Hoş geldiniz kızlar.”
 
“Hoş bulduk Yasemin abla.”
 
Yasemin abla kendini koltuğa bırakırken saçını topladı. “Ay anne, ne hale getirirmişsin Erman'ın odasını?”
 
Meliha teyze tekli kanepeye kurulup omuzlarını geriye attı. “Ne yapmışım ben?”
 
“Dolabını indirmişsin aşağı, kendi kıyafetlerini dizmişsin.”
 
“Ne yapacaktım ya? Koca dana içeride kendi yatıp anneannesini burada mı yatıracaktı?”
 
Zehre kıkırdadı. “Anneannem dün akşam abimi odasından kovdu.”
 
Yasemin abla elini bacağına sürttü. “Anne!”
 
Meliha teyze yüzünü buruşturarak elini savurdu. Bazen aksiliği tutmaz değildi. Zehre’nin bacağını dürttü. “Aklıma geldi şimdi. Ara bakayım abini.”
 
“Anneanne ne yapacaksın abimi?”
 
“Pasta alsın. Canım çekti. Eli boş gelmesin, o anlamaz şimdi.” Eliyle işaret edince Zehre telefonu Meliha teyzeye uzattı. “Ses şeyini aç bunun. Kulağıma koyunca duyamıyorum.” Zehre, Erman’ı arayıp hoparlöre verdi.
 
“Ne var Zehre?”
 
Meliha teyze, “Erman!” diye bağırdı.
 
Zehre, “Anneanne o kadar bağırmana gerek yok. Duyar o seni.” Diye kıkırdadı. Meliha teyze onu umursamayarak elini sessiz olması için yukarıdan aşağı doğru salladı.
 
Erman, “Efendim anneanne?” dedi. Telefondaki sesi bile güzeldi.
 
“Bak şimdi sıpa. O benim sevdiğim pasta var ya, gelirken ondan al. Geçen sene almıştın, tadı hala damağımda. Dayına tarif ettiydim de aynısını bulamadı. Canım çekti şimdi. Al da getir.”
 
“Çikolatalı ve vişneli mi?” Erman’ın sesinden tebessüm ettiğini anlayabiliyordum.
 
“Heh! Sen yaşa. Aferin anneanneni unutmamışsın. Hadi, getir hemen.”
 
“Anneanne getiremem hemen. İşim var biraz. Akşama getiririm olur mu?” İçini çekti.
 
“Olmaz. Misafir var, onlara servis yapacağım. Bekliyorum.”
 
“Tamam anneanne, tamam.” Dedi kaçış yolu yokmuş edasıyla.
 
Meliha teyze, bacağımı okşadı. “Annen nasıl?”
 
“İyi Meliha teyze ne yapsın? O da senin geldiğini duydu, gelecek birazdan.”
 
Hafif bana doğru eğildi. “Var mı sevgilin?”
 
Dudaklarımı bükerek umursamaz bir tavırla başımı salladım. “Yok be Meliha teyze. O işlerde benim ilgim yok.”
 
“O zaman gönlünde biri var?”
 
“Yok ya. Gerçekten.”
 
“Kısmet.” İçini çekerek ellerini birleştirdi. Tebessüm ettim.
 
Bir kaç dakika sonra kapı çaldığında Erman’ın geldiğini tahmin ettim. Adımlarım kadar adımlarla banyoyu buldu. Kendimi içeri atıp kapıyı kilitledim. Biraz bekledim.
 
Kapıya kulağımı dayadım. Sessizce kapıyı araladım. Banyodan çıkıp ışığı kapadım. Arkamı döndüğümde Erman ile karşılaştım. Ben ona baktım. O bana baktı. Hiç bir şey söylemedi. Odasına girdi ve kapıyı kapadı.
 
Dudaklarımı ısırmaya başladım. Bunu ağlamamak için yaptığımı fark ettim. Gözlerim sürekli holde dolaşıyordu. Burun kemerim yanıyordu. Dudaklarımın içini ısırdım. Yaladım ve tekrar ısırdım.
 
Benden uzaklaşmıştı. Bir yabancı olmuştum ona. Kaçıyordu işte benden. İstediğim tam da bu değil miydi? Kalbim acıyordu.
 
Holde hızlı adımlar atıp, dış kapıyı açtım. Bir şey söylemeden kendimi dışarı attım. Sokakta seri adımlar atarken dudaklarımı ısırmaya devam ettim. Ağlamıyordum. Kendimi sıkıyordum.
 
Mahalledeki parka doğru koşar adımlarla ilerledim. “Meyra!” dedi, biri. Kafamı kaldırdım. Olcay abiyi karşımda gördüm. “Neyden kaçıyorsun sen?”
 
Etrafıma baktım. “Ben.. bir şeyden kaçmıyorum.” Soluklarımın hızlı olduğunu fark ettim. “Parkta bir şeyimi unuttum. Onu almaya gidiyorum.”
 
Kaşlarını sempatik bir şekilde çattı. “İyi bakalım. Dikkat et.”
 
Başımı sallayarak hızlı adımlarıma devam ettim. Parkın merdivenlerine oturdum. Derin ama kısa soluklarımı dinledim. Ağlamadım. Dudaklarımı ısırırken, onları rahat bırakmam gerektiğini fark ettim. Burnumu çektim. Sadece yorulmuştum. Buraya kadar neden geldiğimi bile bilmiyordum. Ağlayacağımı düşünmüştüm. Ama yanıldım.
 
Biraz oturdum. Ardından eve doğru yürümeye başladım. Bahçeye girer girmez telefonum çalmaya başladı.
 
“Efendim Zehre?”
 
“İyi misin? Seni çıkarken gördüm. Arkandan gelip gelmemek arasında kaldım. Belki yalnız kalmak istersin diye düşündüm. Ama aklım sende kaldı Meyra.” İçini çekti.
 
“Hayır hayır. Gayet iyiyim.” Anahtarımla kapıyı açtım.
 
“Gerçekten mi?”
 
“Evet Zehre. Gerçekten.”
 
“Ben geleyim yine de. Seni görmeden rahat edemeyeceğim.”
 
“Zehre! Ben.. şey ben, benim hazırladığım planlama yarım kalmıştı. Ona devam edeceğim. Gerçekten. Kötü hissedersem, seni ararım.”
 
İstemeyerek “Peki.” Dedi. “Akşama uğrarım ama.”
 
Yanaklarımı şişirdim. “Meliha teyzeye de çok ayıp ettim.”
 
“Sen merak etme. Ben bir şey uydururum.”
 
“Olmadı akşama, birlikte gelirsiniz?”
 
“Yok. Biz akşama bir yalnız kalalım. Hadi görüşürüz.” Zehre itiraz etmeme bile izin vermeden telefonu kapadı.
 
Salona doğru adım atacağım sırada annem, elinde saklama kabıyla karşımda durdu. “Meyra? Sen neden geldin?”
 
“Anne çok önemli bir planlama hazırlıyordum ben, o aklımdan çıkmış. Onu yetiştirmem lazım.”
 
“Hay Allah! Akşama yapardın be kızım.”
 
“Olsun anne. Akşama uyku falan basınca kafamı toparlayamıyorum sonra.”
 
“İyi.” Dedi bayılmış bir ses edasıyla. “Ben Yasemin ablanlara gidiyorum. Meliha ablayı bir göreyim.”
 
“Tamam anne. Ben odamda olacağım zaten.”
 
Ben odama çekilip, sessizliği dinlerken, aklımın sürekli onda olması sinirimi bozuyordu. Derslerime odaklanamıyorum. Sınavda bir soruyu en az iki kez okuyorum. Eşyalarımı nereye koyduğumu unutuyorum. Çayı şekersiz içen ben, çayıma dalgınlıkla şeker atıyorum.
 
Erman kafamı karıştırıyordu. Her şeyi olduğu gibi bırakmak yerine, benimle uğraşması benim ciddi anlamda dengemi bozmuştu. Şimdi beni görmezlikten gelmesi, canımı fazlasıyla yakıyordu.
 
Sandalyeme yaslanıp saçlarımı çekeleyerek geriye doğru taradım. Kafam kesinlikle yerinde değildi. Hiç bir şeye hevesim bile kalmamıştı.
 
Ne zamandır oturuyordum bilmiyorum. Boş boş odaya bakıp duruyordum. Telefonuma gelen mesajla gözlerimi ekranıma kilitledim. Mesaj Zehre’den idi.
 
“Bizimkiler Filiz annemle koyu sohbetteler. Geliyorum. Biraz konuşuruz.”
 
Telefonumu cebime koyarken odanın içinde daraldığımı fark ettim. Bahçeye indim. Asmanın altında duran ahşap masaya geçtiğimde derin bir nefes alıp bıraktım. İçimdeki sıkıntı gitmiyordu. Ağlayasım vardı ama ağlayamıyordum. Aldığım nefesi verirken bile boğazımda engel olan bir şey vardı.
 
Bahçe kapısı açıldığında Zehre’nin geldiğini düşünerek gözlerimi kapıya çevirdim. Ama gelen o değildi. Doğan abiyi görmem, beni büyük bir şoka uğratmıştı. Kaşlarım istemeden çatıldı. Doğan abi üzerindeki mevsimlik ceketi düzeltti.
 
“Gelebilir miyim?” Diye sordu.
 
“Doğan abi burada ne yapıyorsun?” Sesim o kadar hissizdi ki.. “Evde kimse yok. İkimizin burada yalnız olmasını yanlış anlayabilirler.” Bu bir bahaneydi.
 
Tebessüm etti. Ama bu tebessüm zoraki ve hüzün doluydu. “Meyra ben, neden buradayım bilmiyorum.” Omuzlarını kaldırırken, bahçeye kısaca göz gezdirdi. “Ben gittim. Kafamı dinlerim diye düşündüm.”
 
“Doğan abi, ben seni dinleyecek durumda değilim. Lütfen. Yalnız kalmaz istiyorum.”
 
“Nedenini merak ediyorum.” Biraz daha yaklaştı. “Beni istememen beni çok düşündürdü.”
 
“Başkasını seviyorum çünkü.”
 
“Bence yalan söylüyorsun.”
 
“Bunu neden yapayım ki?” Kaşlarımı tekrar çattım. Bu kez ses tonum kızgındı. “Doğan abi ben birini sevdiğimi kimseden saklamadım.”
 
“O zaman neden Deniz ile birliktesin? Sürekli onun yanındasın.”
 
Sinirle sırtımı doğrulttum. “Ya neden herkes onunla birlikte olmama bu kadar karşı? Ben anlamıyorum.” Hafifçe elimi masaya vurdum. “Biliyorum beni seviyor. Beni mutlu ediyor. En azından olduğu gibi davranıp, içinden geleni söylüyor. Bu yüzden bende onunla birlikte olmak istiyorum. Ve ben onunlayım diye kimseye hesap vermeyeceğim.” Yerimden kalktım. “Oldu mu Doğan abi?”
 
“Olmadı. Seni sevdiği biliyorsun, buna rağmen aranızdaki bağ kopmadı. Ama ben, seni sevdiğimi söylediğimde benden uzaklaşıyorsun Meyra. Bunu neden bana yapıyorsun?”
 
İçimi çektim. “Çünkü sen benim Doğan abimsin.”
 
Ne gariptir ki; aynı şey Erman ile benim aramdaydı. Ben ona büyük bir sevgi beslerken, ben onun sadece kardeşiydim.
 
“Ne olmuş? Aynı mahallede büyüdük diye aşık olamayız mı?”
 
“Doğan abi..” dediğim an sesi aniden yükseldi. Ve ben gözlerimi şaşkınlıkla açtım.
 
“Ya yeter! Doğan abi, Doğan abi! Ne abisi? Katlanamıyorum artık Meyra! Bana her abi dediğinde şu boğazıma bir şey oturuyor.” Boğazını gösterirken, benimde boğazım düğümlenmişti.
 
“Ne yapmamı istiyorsun Doğan abi? Boynuna mı sarılayım? Beni seviyorsun diye seninle olmamı mı istiyorsun? Ne istiyorsun?”
 
“Evet!” Sesi tekrar yükseldi. “Ona şans verirken bana neden vermiyorsun?”
 
“Sen bana bağıramazsın! İlk önce bunu bir bil.” İşaret parmağımı ona doğru kaldırdım.
 
O anda bahçe kapısı hızla açılıp kapandı. Ve ben şok üstüne şok yaşıyordum. Deniz Can öfkeyle kapıdan içeri girmiş Doğan abiyi omuzundan tutup kendine çevirdikten sonra itti.
 
“Sen kimsin de Meyra'ya hesap soruyorsun?”
 
Doğan abi, “Sana ne lan it?” diyerek yumruğunu hızla Deniz Can’ın suratına geçirirken daha ne kadarşok yaşayabilirdim bilmiyorum. Bu kez koşar adımlarla Zehre bahçeye girdi. Çığlık atarak dudaklarını kapadı.
 
Doğan abi ve Deniz Can boğuşmaya başladı. Bu kez Deniz Can, Doğan abiye yumruk attı. Doğan abi savrulurken, Deniz Can’ın yakasını bırakmadığı için ikisi birden çiçeklerin üzerine devrildi. Boğuşmaya devam ediyorlardı.
 
Ayırmak için yanlarına fırladım. Zehre, “Abi koş!” Diye bağırıp duruyordu.
 
Deniz Can’ın kolunu yakaladım. “Deniz Can! Ne yapıyorsunuz?”
 
Ama ikisi birbirine öyle bir kitlenmişti ki, beni fark etmediklerine emindim. Ayırmaya çalışırken bende devrildim. Elim beton kıyıya sürtmüştü. Dizlerimin üzerinde durup aralarına girmeye çalıştım. O kadar çok ses vardı ki hiç bir şey anlamıyordum. Zehre’nin saçları görüş açıma girdi. O da onları ayırmaya çalışıyordu. Sonra bir erkek eli elimi tuttu. Geri çekilmemi istiyor gibi..
 
Sonra Erman’ın, “Yeter! Ne yapıyorsunuz lan siz? Ne bu haliniz?” Diye bağıran sesiyle gürültü kesildi.
 
Deniz Can’ı kolundan tutup kaldırdım. Onu geri çekip önüne geçtim. Erman’ın burada olduğu kabullenmek istemiyordum. Bu yüzden onlara arkamı döndüm.
 
Deniz Can saçımı okşadı. Ardından elimi tuttu. “Sen iyi misin?” Elim kanıyordu. Ondan saklamak için elimi çekmeye çalıştım, ama izin vermedi. Hırsla nefes alıp veriyordu. Parmaklarının arasında elimi okşadı. “Özür dilerim. Sana zarar vermek istemezdim.” Ve sarıldı.
 
Ben ne tepki vereceğimi bilmeksizin, kalakalmıştım. Doğan abi, “İnadına mı yapıyorsun ulan sen?” diye hiddetlendiğinde hızla onlara döndüm.
 
Erman, Doğan abinin göğsüne elini koymuştu. “Bu saçmalığa bir son ver Doğan.”
 
Doğan abi gözlerimin içine öfkeyle baktı. “Senin için..” dediği an korkuyla üzerine adım attım.
 
İşaret parmağımı öfkeyle ona doğru kaldırdım. “Sakın! Sakın ağzını açma Doğan abi.”
 
“Neden?” Diye sordu. Saklayacak bir şeyi yokmuş edasıyla göğsünü gerdi. Ama ben, bunu kimsenin bilmesini istemiyordum.
 
“Bu yaptığın ilk değildi. Hâlâ ‘neden’ diye soruyor musun?” Susmasını sağlamak için kaşlarımı sinirle kaldırdım.
 
Erman sakin bir ses tonuyla, “Ne var sizin aranızda?” diye sordu. “Siz neden birbirinize girdiniz?”
 
Doğan abi gözlerini benden çekmedi. “Bir şey yokmuş. Meyra öyle söylüyor.” Manalı bir tavırla başını salladı. Ardından Deniz Can’a baktı. “Seninle de işimiz bitmedi.”
 
“Doğan.. Yoluna bak, yoluna.” Dedi Deniz Can.
 
“Sana mı soracağım?” Diyerek, Doğan abi tekrar üzerimize doğru adım attı.
 
Erman, onu tekrar engelledi. “Doğan! Yeter. Gel seninle iki dakika şurada konuşalım.” Doğan abiyi döndürüp, bahçe kapısının yanına ilerlediler.
 
Zehre yavaş adımlarla yanıma geldi. “Canım arkadaşım sende arada mı kaynadın?” Gözleri elimdeydi.
 
Deniz Can tekrar elimi tuttu. “Çok canın yanıyor mu? Gidip yıkasan mı? Mikrop kapmasın.”
 
Başımı ‘hayır’ anlamında salladım. Betona sürttüğü için çizik çizik olmuş, içleri kan doluydu. “Sonra yıkarım.” Sesim ağlamaklı çıkmıştı.
 
Zehre kollarını göğsünde birleştirdi. “Deniz abi, siz Doğan abiyle neden kavga ettiniz?” Diye sordu. “Yani siz arkadaşsınız.”
 
Deniz Can, elimi bırakırken bana baktı. “Sadece burnunu sokmasını istemediğim bir şeye burnunu sokuyor.”
 
Bir doğru içime oturmuştu. Gözlerimi Deniz Can’ın gözlerine çıkardım. “Siz arkadaşsınız.” Diye mırıldandım. Bunun bozulmasına sebep olan bendim. Gözlerimin içinde bulunan suçluluk duygusunu Deniz Can anlamış olmalı ki başını sakince salladı.
 
“Hayır, hayır, hayır.” Uzanıp saçımı okşadı. Ardından yanaklarımı tutup ona bakmamı sağladı. “Sakın kendini suçlama. Ben kendimi tutamadım. Benim suçum. Anladın mı Meyra?”
 
Zehre bir anda, “He sen Meyra’yı kıskandın!” dedi sesli bir şekilde. “Hem de Doğan abiden?” Kafamı çevirdiğimde Erman ile göz göze geldim. “E siz bayağı çift olmuşsunuz. Kıskanmalar falan?” Erman kaşlarını çattı. Öylece yüzüme bakıyordu. Deniz Can bir elini omuzuma indirdi. Ardından başımı göğsüne bastırırken, naif bir şekilde sarıldı. Ama ben gözlerimi sadece Erman’a kilitlemiştim. Neden hareket edemediğimi bilmiyorum.
 
“Öyleyiz zaten.” Dedi Deniz Can. Ve ben itiraz bile etmedim.



Beyaz GardenyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin